26 Ağustos 2010 Perşembe

Tam Karşıya Geçerken Bıraktığın O El, Benim

Evet, tam da bunu yaptın sen. Yolun ortasında durmuş, karşıya geçmeyi beklerken birdenbire elimi bırakıverdin. Oysa bilirdin ne çok korkardım karşıdan karşıya geçerken.
Önceleri bir anlam veremedim. Hep "Neden?" diye sordum kendime. Neden? Elimi bırakmanı istemedim. Yalnız kalmaktan korktum, aşksız kalmaktan çok. Bağırdım, çağırdım, bir türlü kabullenemedim. Sonra yolun ortasında yapayalnız kalmışken, birden bire ileriye koşmaya başladım ardıma bakmadan. Çok güçlü hissettim kendimi. Bu gücün kaynağını da fark edemedim pek. Geriye baktığımda arkamda bıraktığım bir hayalet yoktu artık. İleriye bakmaya ve her şeyin daha güzel olacağına inanmaya başladım. Seninle olmayacaktı çünkü, biliyordum. Yolun ortasında durmuşken sen sağına bakıyordun, ben soluma bakıyordum. Aslında hep ayrı yönlere bakmıştık seninle. Buna rağmen bizi onca zaman bir arada tutan neydi, bilmiyorum? Artık düşünmek de istemiyorum. Çok düşündüm, çok tarttım her şeyi. Neyin doğru olduğuna karar verdim. Hiçbir zaman da pişman olmadım. Pişmanlıkların beni ileriye götürmeyeceğini biliyordum.
Karşıya geçtim ve biraz ilerledim. Sokaklar, caddeler, bulvarlar geçtim tek başıma. Şimdi yine bir yol ayrımına geldim. Karşıya geçerken elimi tutacak birini bekliyorum. Çünkü ben karşıya geçmekten çok korkuyorum. 

8 Ağustos 2010 Pazar

Proust ve Kayıp Zamanlara Dair

Yaz mevsimi kitap okumak için idealdir ve ben her yaz başlangıcında çok okuyacağıma dair söz veririm kendime. Bu yaz da aynı sözü vermiş, yolumda kararlı adımlarla ilerlerken Proust'un "Kayıp Zamanın İzinde" serisinin ilk kitabı Swannlar'ın  Tarafı'na başladığım için tökezledim.  Serinin ilk cildi, uzun cümleler ve çok ayrıntılı tasvirlerden oluştuğu için okurken biraz zorlandım; ancak bitirdiğime değdi.
Proust'un yedi kitaptan oluşan üç bin sayfalık bu romanı, dünya edebiyatının en iyi örneklerinden sayılır. Yazarın hayat hikayesinden izler de taşıdığı için ayrı bir önem taşır. Ayrıca James Joyce'un Ulysses'i ile birlikte okunması en zor olan kitaplar arasındadır.
Swannlar'ın Tarafı, anlatıcının bir parça madleni ıhlamura batırması ile geçmişe dönmesini anlatır. Proust'a göre insan, geçmişi hatırlamak için boşuna çaba sarf etmemelidir. Bir gün hiç ummadığımız bir zamanda ve yerde geçmiş bize kendisini hatırlatacaktır. Nitekim romanın kahramanı da bir gün eve geldiğinde annesinin ikram ettiği çayı içerken çocukluğunu hatırlar. Çocukluğunun o güzel günlerinde Paris yakınlarındaki Combray kentinde yazlarını geçirirken halası ona aynı çaydan içirmiştir. Böylece o çayın ve çaya batırdığı bisküvinin hatırası kahramana çocukluğunun Combray günlerini, anneannesi, halası ve annesi başta olmak üzere aile büyükleriyle ilişkilerini, Combray'de Swannlar'ın ve Guermantes'lerin tarafı olarak bilinen yollarda yaptığı yürüyüşleri ve Swann isimli komşularını anımsatır. Romanın ilk bölümü kahramanın çocukluk izlenimlerine, ikinci bölümü ise kahramanın yetişkinlik dönemlerinde onun için önemli bir kişi olacak Swann'ın yaşadığı bir ilişkinin anlatılmasına ayrılmıştır.
Swann'ın Bir Aşkı adını taşıyan bölümde Paris burjuvaları ve aristokratlarının yaşadıkları çerçevesinde görkemli bir Paris atmosferi sunulur. Paris sosyetesinin önemli simâlarından biri olan M. Swann, Odette adlı bir kadına tutulur. Ancak Odette, Swann'a pek fazla yüz vermediği gibi başka erkeklerle ve hatta kadınlarla birlikte olarak onu aldatır. Buna rağmen Swann, her geçen gün Odette'e daha çok bağlanır. Odette, düşük bir kadındır, üstelik çok güzel, zeki veya yetenekli de değildir. Ancak Swann'dan kaçtıkça ve ona yalanlar söyledikçe Swann'ın gözünde daha da büyür. Proust'un "Gönül vermişsen bir köpreğin kıçına/ Sanırsın ki kıç değil, benzer gülistana" mısralarında da belittiği gibi aşkın her türlü kötülüğü, hatayı ve yalanı affedebilen eşsiz çekiciliğine kapılır Swann. Swann bir ara Odette'in yalanalrına katlanamaz duruma gelir ve gözünde büyüttüğü kadının aslında ne kadar da değersiz olduğunu fark eder. Biz Swann'ın Odette'i terk ettiğini düşünürken anlatıcı, geleceğe gider ve kitabın sonunda Swann'ın Odette'le evlendiğini ve bir kızları olduğunu öğreniriz. Yazar, serinin diğer kitaplarında Swann'ın maceralarını anlatmaya devam edeceğini okuyucuya sezdirir.
Kitabın anlattıkları kadar anlatım tekniği de önemlidir. Yazarın geçmişe dönerek zaman, hafıza ve anı üçgeninde kurduğu yapı, klasik roman kurgusundan farklıdır. Bu yüzden romanı dikkaetli okumak gerekir. Bizim önem vermediğimiz küçük bir ayrıntı romanın ilerleyen sayfalarında önemli bir unsur olarak karşımıza çıkabilir.
Romanın bizde bıraktığı tat, biraz acıdır. Çünkü geçmişe dönemeyeceğimizi ve çocukluğumuzun o masum günlerini bir daha hiç yaşayamayacağımızı biliriz. Yine de bir gün, bir yerde bize geçmişi hatırlatacak bir şeylerle karşılaşma umuduyla yaşarız.