23 Eylül 2012 Pazar

İzlenimler, tavsiyeler vesaire...


Kanal D'de Kayıp Şehir adlı bir dizi başladı. Şöyle  neymiş, ne değilmiş bir bakayım derken senaristler arasında Murat Uyurkulak ve Hakan Bıçakcı isimlerini görünce hemen ekrana yapıştım. Murat Uyurkulak Tol romanı ve Bazuka isimli öykü kitabının yazarı. (Bir de Har diye bir romanı var ama ben okumadım.) Hakan Bıçakcı ise Afili Filintalar'daki yazılarını okuduğum bir yazardı. Bu yaz da Ben Tek Siz Hepiniz isimli hikaye kitabını okumuştum. Bu iki isim bir araya gelince nasıl bir iş çıkar diye merak ettim. (Yıldırım Türker ve bir iki isim daha var senaristler arasında.)
Dizi genel olarak başarılı ama çok daha iyisi olabilirdi. Bir kere hikaye biraz sıradan. Karadeniz'den gelip İstanbul'da tutunmayan çalışan çok çocuklu fakir bir ailenin öyküsü anlatılıyor. Mahsun Kırmızıgül sayesinde bu konuya epey aşina olduk zaten. Bir de zengin-fakir karşıtlığı da çokça işlenen bir tema. Mesela ilk bölümde anne, ailesi aç olduğu için et çalıyor ama sonra gururuna yediremeyip etleri sokak köpeklerine dağıtıyor. Bu tarz sahneler o kadar çok işlendi ki Türk sinemasında artık sıkıldık. Bunlar dizinin eksik yanları ama karakter yaratımı ve öyküleme tarzı başarılı. Arka sokakların yaşamı, sinema estetiğiyle ve edebi bir dille anlatılıyor. Argo ve sert diyaloglara da yer veriliyor. Farklı bir iş olduğu için alışkanlıklarından vazgeçmeyi sevmeyen dizikoliklerimiz pek beğenmeyecektir diziyi.
Bu arada dizideki İrfan karakteri ve onu canlandıran İlker Kaleli çok sevimli.Uğur Polat her zamanki gibi döktürüyor, Gökçe Bahadır ise kalıplarının dışına çıkarak çok farklı bir karakter çiziyor.
Dizi yayından kaldırılmazsa Murat Uyurkulak ve Hakan Bıçakcı'nın daha iyi bir iş çıkartacağını düşünüyorum. Takipteyim bir süre daha. Tavsiye ederim herkese :)

Hamiş: Bu arada bu kadar dizi izlersem doktora tezini kim yazacak diye düşünmedim değil.


Behzat Ç'yi sevmem için birçok neden var ama sadece bu diyaloglar bile yeter sanırım. Adalet arayışından vazgeçmeyeceğini söyleyen Savcı Esra'ya Behzat'ın yanıtı şöyle olur: "Artık senin hukukun yok, bitti o. Onların hukuku var."
Bu diyalogları yazan senarist Ercan Mehmet Erdem'i tebrik etmek gerek cesaretinden dolayı. Daha aylar önce hukukun simgesi Esra'yı öldürerek adalet sistemimizin işleyişini eleştirmiş ve bugün yaşananlara bir gönderme yapmıştı. Dizinin sevilmesinin nedenlerinden biri de bol entrikalı aile dramalarının izlendiği bir ülkede gündemi yakalayan ve eleştiri yapmaktan çekinmeyen bir dizi olması zaten.
Yeni sezonda Behzat'ın derin devletle mücadelesini izleyeceğiz. Polisiye hikâyeler yerine siyasi entrikaları izlemek daha keyifli olacak bence. Ama önce birkaç bölüm Behzat'ın çıldırmasını ve kendi hayaletleriyle konuşmasını izleyecekmişiz gibi görünüyor.
Yalnız dizinin cuma günü 23.15'e alınması pek hoş olmadı. Alıştığımız gün ve saatinde kalsa iyiydi ama birilerini rahatsız etti tabi dizinin erken saatte gösterilmesi.
Bu ülkede yaşayan insanların umutsuzlukları ve karamsarlıkları yüzlerinden okunuyor. Kızılay sokaklarında dolaşırken biraz dikkat edin insanların yüzlerine. Kimi işinden memnun değil, kimi yalnızlıktan şikayet ediyor, kiminin tek bir dostu yok.Yaşadığı hayattan, içinde bulunduğu ortamdan ve sahip olduğu imkanlardan memnun olan çok az insan var.
Birkaç hafta önce Bulgaristan'daydım. Orada insanlar stres diye bir kavramı bilmiyorlar bile. Keyiflerine düşkünler, büyük dertleri yok, memleketlerinde her gün bir olay olmuyor. Bu yüzden de her sabah işe gitmeden önce kahvelerini keyifle yudumlamayı, iş çıkışında ise arkadaşlarıyla bir araya gelip soğuk bir bira içmeyi ihmal etmiyorlar. Hayatlarının merkezinde işleri değil, kendi zevkleri var. Orada yürürken insanların yüzlerine bakarsanız Türkiye'de gördüklerinizi göremezsiniz.
Bu ülke insanlarını mutsuz ediyor. Şırnak'ın bir köyünde öğretmen olabilmek için yıllarca bekleyen gençlerin,  tezkeresini almaya on beş gün kala ne uğruna mücadele ettiğini bilmediği bir savaşta ölen askerlerin, sokak ortasında bıçaklanan kadınların, istismara uğrayan küçük kızların ülkesi burası. Olaysız bir gün geçmiyor ama topumsal akıl tutulması yüzünden her şey anında unutuluyor.
Tekinsiz bir hayat yaşıyoruz. Bu karmaşada hayatta kalabilmek için hepimize iyi şanslar...

1 Eylül 2012 Cumartesi

Benim Kitaplarım 2

Dünyanın gittikçe daha karanlık bir yer olmaya başladığı şu zamanlarda özellikle savaş çığırtkanlarının okuması gereken, savaşın anlamsızlığını ve acımasızlığını anlatan iki roman var. İlki Hakan Günday okurlarının yazarın en sevdiği kitabı olması sebebiyle sürekli ismini duydukları Gecenin Sonuna Yolculuk. Özellikle Günday'ın Kinyas ve Kayra romanını okuduktan sonra iki roman arasındaki bağlantıları kolayca fark edebilirsiniz. Zira yaşadıkları hayattan umutlarını kesip "ruh ölümlerini"gerçekleştirmek için Afrika'ya giden Kinyas ve Kayra sık sık romanın kahramanı Bardamu gibi sert, acımasız ama aynı zamanda nükteli bir dille konuşurlar.

Louis-Ferdinand Celine'in 1932'de yazdığı roman kendini bir anarşist olarak tanımlayan Bardamu'nın Birinci Dünya Savaşı'na katılması ve ardından yaşadıklarını anlatır. Savaşın anlamsızlığını vurgulayan Bardamu vatan, millet gibi içleri boşaltılmış kavramları ve tüm o kahramanlık söylemlerini yadsır. Çünkü bu kavramları yüceleştiren savaşa katılmayan ve yalnızca kendi rahatlıklarını düşünen, zenginliklerine zenginlik katan sivillerdir. Paris'te hayat olduğu gibi devam ederken savaşta her gün binlerce genç ölmektedir. Savaşta kahramanlık gösterenlerin isimleri er geç unutulacaktır ama Bardamu ve onun gibilerinin gençliği yok olmuştur artık. Bardamu henüz yirmi yaşındayken hayata inanmadığını söyler.

Savaşta yaralanan ve sinirleri yıpranan Bardamu artık kimsenin işine yaramadığı için ordudan atılır. Önce sıcağın, sıtmanın ve sivri sineklerin diyarı Afrika'ya ardından da yeni dünyayı keşfetmek için Amerika'ya gider. Sonunda Paris'e dönen ve tıp eğitimini tamamlayan Bardamu'nun hayatı savaş sonrasında çok da değişmemiştir aslında. Hâlâ alaycı, nihilist ve kötümserdir. Yaşamı sevmese de hayatta kalmayı sürdürür ve bunun için yalan söylemekten ve kendini küçük düşürmekten çekinmez. Bardamu'nun hayatı hiçbir zaman tamlık olmamıştır. Ne annesine karşı sevgi besleyebilmiş, ne beğendiği kadınlarla dilediğince sevişebilmiş, ne de hayatını sürdürmek için gerekli olan parayı kazanabilmiştir.

Burjuvazi karşıtı olan Celine burjuva dilini kullanmak yerine argoya ağırlık veren yeni bir dil geliştirir romanında. Sert, acımasız, kötümser ama aynı zamanda da nükteli bir dildir bu. Okur gerçeği bütün açıklığıyla dile getiren bu sert dilden rahatsız olabilir. Gecenin Sonuna Yolculuk'un okunması ve sindirilmesi kolay bir roman olduğu söylenemez bu yüzden.

İkinci kitap Yaşar Kemal'in 20. yüzyılın en iyi romanı olarak gördüğü 1929 tarihli Erich Maria Remarque romanı Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok. Bu romanın kahramanı Paul, Bardamu gibi ani bir kararla cepheye gitmez. Paul'ün hocası onu ve arkadaşlarını "memleket için canını verme" konusunda yüreklendirir. Henüz yirmi yaşında olan bu gençler, İngiltere'nin savaş uçakları üzerlerine bomba yağdırdığı gün savaşın hiç de hocalarının anlattığı gibi bir şey olmadığını anlarlar. Paul ve arkadaşları kayıp bir neslin çocuklarıdır. Paul, arkadaşları birer birer gözünün önünde can verdikçe savaştan kurtulsa bile hayatına devam edemeyeceğini anlar. Sonunda Paul de öldüğünde Batı cephesinde kayıtlara geçmeye değer önemli bir olay olmadığı yazılır.

Remarque'nin dili ve anlatımı Celine'inki gibi alaycı ve nükteli değildir. Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok savaşın içinde yazılan gerçekçi bir savaş romanıdır. Gecenin Sonuna Yolculuk ise yine savaşın gereksizliği üzerine kuruludur ancak Celine savaşı anlatıyor gibi görünmesine rağmen bütün kurumları ve değerleriyle hayatın anlamsızlığını anlatmıştır.

Celine'in deyişiyle "Sonuçta savaş dediğiniz şey, anlamadığınız ne varsa odur." İktidar sahiplerinin bitmek tükenmek bilmeyen hırslarının ve otorite kurma isteklerinin bir sonucu olan savaş, sonunda hiçbir şeye değmez. Kahramanca dövüşen ve halk denen yığının bu kahramanlığa hak ettikleri pâyeyi vereceğini düşünen askerlerin ismi tarihin unutmaya hazır belleğine kaydedilir.

Savaşın gerçek acısını Bardamu ve Paul kadar hissedemeyeceğini bilse de herkes bu iki "gerçek kahramanla" tanışmalıdır. Böylece okurlar kendi gecelerinin sonuna doğru yolculuk eden bütün gerçek kahramanlar için yeni bir kayıt düşebilirler.