İspanya deyince
Türk gezginlerin aklına genellikle Barselona ya da Endülüs bölgesi gelir ancak
başkent Madrid de renkli meydanları, büyük müzeleri ve ünlü alışveriş
merkezleri ile görülmeye değer bir şehir. Madrid’i keşfetmeye önce meydanları
ile başlayalım:
Puerto del Sol: Şehirdeki en büyük
birkaç caddenin birbirine bağlandığı bu meydan, en önemli turistik noktalardan
biri olduğu için Madrid’in kalbi burada atıyor. Meydan hem gece hem de gündüz
çok kalabalık. İnsanlar burada buluşuyor, sokak şarkıcıları şarkı söylüyor,
hayat kadınları müşteri bekliyor. Meydandaki hareketlilik başınızı döndürebilir;
çünkü farklı yaşlardan ve ülkeden birçok insanla karşılaşıyorsunuz. Hem gündüz
hem de gece gittiğimiz bu meydanda en çok hoşuma giden şey insanları gözlemlemek
oldu. Eğer siz de gözlem yapmayı seviyorsanız meydandaki su havuzlarından
birinin kenarına oturun ve etrafı izleyin. Mutlaka dikkatinizi çekecek bir
şeyler bulacaksınız.
Şehrin simgesi
olan ayı heykeli de bu meydanda bulunuyor. Bu ayı, çilek ağacını yerken tasvir
edilmiş. Heykelin önünde fotoğraf çektirmeyeni dövüyorlar L Sürekli fotoğrafı
çekilen bir başka nokta da İspanyol karayollarının başlangıcını oluşturan 0 km.
tabelası. Turistik bir hareket yapmak
amacıyla tabelaya ayak basabilirsiniz.
Meydandaki
binalardan birinin çatısında bulunan “Tio Pepe” markasının reklam panosu da
artık bu meydanla özdeşleşmiş bir figür. Sevimli duruyor ve gece
aydınlatılıyor.
Madrid'in simgesi çilek ağacı ve ayı heykeli |
Meydan
şimdilerde keyifli anlara tanıklık etse de geçmişte insanlar burada idam
edilmiş. Hem Ortaçağ’da kurulan engizisyon mahkemelerinde hem de Franco
döneminde binlerce kişinin asıldığı bu meydandaki binalarda bulunan 237 balkon,
idam sahnelerini izlemek isteyenler tarafından kiralanırmış. Ayrıca burada
çeşitli kutlamalar ve törenler de yapılırmış. Tarihin izleri meydana sinmiş
gibi duruyor.
Bu meydanda
birkaç restoran da var. İnsanlar içkilerini içip etrafı seyrediyorlar. Tıpkı
Puerto del Sol gibi hareketli bir yer. Plaza Mayor’u geçtiğimiz günlerde PSV
taraftarlarının bir insanlık ayıbına imza atarak çingeneleri aşağıladığı yer
olarak da hatırlayabilirsiniz.
Bir akşam
buradan geçerken Uzak Doğuluların masaj yaptığına şahit olduk. Yürümekten ve
gezmekten yorulan turistlere meydanın ortasında masaj yapıldığını izlemek tuhaf
bir deneyimdi.
Plaza Mayor'da meraklı bir turist |
Gran Via: Bu uzun caddede genellikle
restoranlar ve alışveriş merkezleri var. Gezi sırasında yemek molası verirseniz
buradaki mekânları tercih edebilirsiniz.
Plaza de Espana: Burada Cervantes ve
kahramanı Don Kişot’un heykelleri bulunuyor.
Plaza de Espana yani İspanya Meydanı |
Plaza de Santa Ana: Şehrin meşhur tapas
barlarının ve Flamenko şovlarının yapıldığı mekânların bulunduğu güzel bir
meydan. Ünlü İspanyol şair Federico Garcia Lorca’nın heykeli de burada. Meydandaki Lateral isimli mekânın yemekleri güzel.
Siz yemeğinizi yerken sokak müzisyenleri de gelip gitar çalıyor, şarkı
söylüyor.
Plaza de Cibeles: Meydan ismini tanrıça Kibele’den alıyor. Madrid’te benim ismimi taşıyan bir meydanla karşılaştığım için mutlu oldum tabii ki J Görkemli binaların olduğu güzel bir meydan olan Plaza de Cibeles, şehrin ünlü müzelerine giden yolun başında bulunuyor. Bu meydandaki Kibele Sarayı ve çeşmesine şöyle bir göz attıktan sonra müzeleri ziyaret etmek için yola koyulabilirsiniz. Madrid’i tanıtan fotoğrafların hemen hepsinde görülebilecek olan Metropolis Binası da bu meydanın yakınında bulunuyor.
Plaza de Cibeles: Meydan ismini tanrıça Kibele’den alıyor. Madrid’te benim ismimi taşıyan bir meydanla karşılaştığım için mutlu oldum tabii ki J Görkemli binaların olduğu güzel bir meydan olan Plaza de Cibeles, şehrin ünlü müzelerine giden yolun başında bulunuyor. Bu meydandaki Kibele Sarayı ve çeşmesine şöyle bir göz attıktan sonra müzeleri ziyaret etmek için yola koyulabilirsiniz. Madrid’i tanıtan fotoğrafların hemen hepsinde görülebilecek olan Metropolis Binası da bu meydanın yakınında bulunuyor.
Madrid’de
sanatseverlerin sıkça ziyaret ettiği üç sanat müzesi var. Bunlar Prado Müzesi,
Arte Reina Sofia ve Thyssen-Bornemisza Müzeleri. Bu müzeleri gezmek bir hayli
zaman alacağı için birini seçmek gerekiyor. Müzelere girişler akşam saatlerinde
ücretsiz oluyor. Hangi müzenin saat kaçtan sonra ve hangi günlerde ücretsiz
olduğu hakkında internetten bilgi almakta fayda var. Ben Arte Reina Müzesi’ne
yarım gün ayırmama rağmen müzenin küçük bir bölümünü gezebildim yalnızca.
Picasso’nun İspanya iç savaşını tasvir ettiği ünlü La Guernica tablosu bu müzede
sergileniyor. Ziyaretçilerin birçoğu bu tabloyu görmek istedikleri için
tablonun önünde uzun bir kuyruk vardı. Bu tablonun yerini bulmak için müzenin
girişinden bir harita almak işinize yarayacaktır. Birbirinin içine geçmiş
odalardan oluşan müzede harita olmadan gezince birçok önemli eseri
kaçırabiliyorsunuz ve ben maalesef haritaları pek okuyamadığım için Guernica’yı
bulana kadar yarım saat kadar uğraştım. Dali’nin eserlerinin de görülebileceği
müzede daha önce duymadığım bir ressam olan Alfonso Ponce de Leon’un eserleri
ilgimi çekti. Müzenin çıkışında hediyelik eşya dükkânı var. Burada sergilenen
eserlerden ilham alınarak yapılmış çantalardan, ayraçlardan veya
kartpostallardan alabilirsiniz.
Goya, Velazquez
ve El Greco gibi birçok ünlü ressamın eserlerinin bulunduğu Prado Müzesi’nin bu
üçlü arasında en çok görmeye değer olanı olduğu söyleniyor; ancak neredeyse
bütün bir gününüzü buraya ayırmanız gerekiyor. Ben Arte Reina Sofia’dan
çıktıktan sonra müze bölgesini gezip binaların fotoğrafını çekmekle yetindim.
Paseo del Prado olarak geçen bu bölgede güzel yapılar, yeşil alanlar ve
hediyelik eşya dükkânları bulunuyor.
Meydanların ismi porselen levhalara yazılmış |
Plaza de los Carros: Burası şehrin
biraz daha gözden uzak bir kısmı. Madrid’in pek de tekin olmayan bir bölgesinde
olmasına rağmen son yıllarda biraz daha gelişmeye başlamış olan bu yerdeki restoranlarda
fiyatlar biraz daha ucuz.
Bu meydanlar dışında Madrid’in diğer turistik noktalarını şöyle sıralayabiliriz:
Retiro Park: Avrupa şehirlerinin
olmazsa olmazı, birçok aktivitenin yapıldığı büyük parklar Madrid’te de
bulunuyor. İçinde birçok heykeli ve insanların basamaklarına oturup gölü
seyrettikleri çeşitli yapıları barındıran bu park, şehrin içindeki bir huzur
kaynağı. Büyükler sohbet ediyor ya da kitap okuyorken çocuklar paten kayıyor
veya göletteki ördeklere yem atıyor. Paten kaymak burada oldukça popüler bir
aktivite. Hocalar yeni başlayanlara paten öğretiyor. Yine Avrupa’da sıkça
rastladığımız gibi yoga vb. grup sporları parklarda eğitmenlerin gözetiminde
yapılıyor. Bizde böyle bir gelenek nerdeyse hiç yok. Biz spor salonlarına
hapsoluyoruz yazın. Parkın içindeki Kristal Saray’ın önündeki basamaklara
oturup etrafı seyretmenizi tavsiye ederim. Sarayın çatısından yansıyan ışık
gölün üzerine düşüyor.
Royal Palace: Madrid Kraliyet Sarayı
halkın ziyaretine açık. Ancak içeriye girmek istemiyorsanız sarayın önündeki
Sabatini Bahçeleri’ni gezebilirsiniz. Sarayın yakınındaki Almudena Katedrali de
ihtişamlı bir yapı. Eğer siz de Madrid’e yazın giderseniz katedralin içini
serinlemek için gezebilirsiniz. Avrupa’daki bütün katedraller birbirine
benzediği için katedral ve kilise görmekten gına geldi bana J
Puerta de Alcala, şehrin giriş kapısı.
Arabayla ya da otobüsle seyahat ederseniz şehrin bu görkemli kapısından geçiş
yapıyorsunuz.
Şehirde
gitmeseniz de bir şey kaybetmeyeceğiniz Casa
de Campo denilen ormanlık bir alan var. Buradaki bir noktadan teleferiğe
binip şehre yukarıdan bakabiliyorsunuz. Teleferik sizi eğlence parkının ve
hayvanat bahçesinin olduğu bir bölgeye bırakıyor. Burada büyükler için pek bir
numara yok, çocuklar eğleniyor. Yine de giderseniz seyir terasından Madrid’i
izleyebilirsiniz. Teleferikle gittiğiniz mesafe 5 dakika falan zaten. Dönüşte
Parque del Oeste’nin içindeki Mısır tapınağını görebilirsiniz. Bu tapınağı
Mısırlılar İspanya’ya hediye etmişler. Lakin burada biraz iğreti duruyor bu
yapı.
Salamanca ve Chueca bölgeleri ile Gran Via’da mağazalar ve butikler var.
Bunların bir kısmı Türkiye’de de olan giyim markalarının mağazaları. Diğer bir
kısmı ise tasarımcılara ait pahalı ürünlerin satıldığı mekânlar. Meşhur
İspanyol markası Zara’nın birçok şubesi bulunuyor şehirde. Fiyat olarak buradan
pek farklı değil. Alışveriş delisi olmadığım için şehrin bu kısmı çok ilgili
çekmiyor. Lakin etrafı dikkatle izlemekte fayda var. Madrid’in ünlü isimleri
Salamanca bölgesinde yaşıyormuş. Belki bi Almodovar’la falan karşılaşırız dedim
ama kader, kısmet bu işler. Olmadı.
Plaza de San
Miguel üzerinde Mercado San Miguel
denilen meşhur bir pazar var. Kapalı olan bu pazarın içindeki küçük tezgâhların
bazılarının önüne birkaç masa ve sandalye de koyulmuş. Burada yer bulursanız
oturup yemeğinizi yiyebilir ya da yiyeceğinizi elinize alıp dışarıya
çıkabilirsiniz. Burada deniz ürünleri, tapaslar, meyve salataları, etler,
tatlılar, kısacası ne ararsanız var. Ben bu tarz yerleri gezmeyi hep
sevmişimdir. Bir şey almasanız bile ülkenin yemek kültürü hakkında bilgi sahibi
olmanıza yarıyor.
Madrid’te
gezmediğim iki önemli turistik nokta kaldı. Birincisi Real Madrid’in maçlarını
oynadığı Santiago Bernabeu Stadyumu, ikincisi ise boğa güreşi arenası olan
Plaza de Toros. Futbolla ilgilenmediğim için stada gitmeye gerek duymadım.
İspanya’nın pek çok farklı bölgesinde bulunan arenaların örneği olan Plaza de
Toros’u ise boğa güreşi geleneğini pek mantıklı bulmadığım için ziyaret
etmedim. Ancak İspanyol kültürüyle özdeşleşmiş bu gelenek hakkında daha
ayrıntılı bir bilgiye sahip olmak için gidilebilirmiş diye düşünüyorum şimdi. Üstelik
Madrid’in adı boğa güreşiyle birlikte anılıyor neredeyse. Okuduğum kadarıyla bu
arenaların müze kısmında güreşte kullanılan malzemeler sergileniyormuş. Boğa
güreşleri ise mayıstan ekime kadar yapılıyor ve birçok kişi tarafından
izleniyormuş.
Biz yemekleri
genellikle evde yediğimiz için Madrid’te ne yenilir-içilir sorusunu pek
yanıtlayamayacağım. Ancak gittiğimiz birkaç mekândan bahsedebilirim. San Gines Chocolateria şehrin en eski
çikolatacılarından. Giriş tabelasında 1894 tarihi okunuyor. Gezi rehberlerinde
sıkça yer aldığı için turistler buraya ilgi gösteriyor. İspanyolların “Churros”
denilen geleneksel tatlılarını burada tadabilirsiniz. Yağda kızartılan ve uzun
bir çubuk şeklinde olan hamur parçaları koyu kıvamlı çikolatalı bir içecekle
birlikte servis ediliyor. Tatlıyı bu içeceğe banıp yiyorsunuz. İçecek, sıcak
çikolatayı andırıyor ama kıvamını pek beğenmedim.
Sobrino de Botin dünyanın en eski
restoranı olarak biliniyor. 1725’te kurulan restoranda geleneksel İspanyol
yemekleri yapılıyor. Gündüz kapalı olan bu mekânda yemek yiyebilmek için
önceden rezervasyon yaptırmak gerekiyor. Biz gündüz mekânın önünden geçerken
görevlilerden izin isteyip içeriye bir bakış atmakla yetindik. Vaktiniz varsa
tabernalardan birinde uzun bir akşam yemeği yiyin derim.
Tommy Mel’s pop-art tasarımıyla dikkat
çeken, şehrin farklı yerlerinde şubeleri olan ve daha çok gençlere hitap eden
bir restoran. Menüsünde fast-food yiyeceklerin bulunduğu bu mekânın eğlenceli
duvar yazılarını, Madrid sıcağında içinizi ferahlatan buzlu içeceklerini ve
hamburgerini sevdim.
İspanya’ya gidip
de Flamenko şovu izlemeden dönülmezdi tabii. Çeşitli mekânlarda neredeyse her
akşam sergilenen bu şovlara katılmak için önceden rezervasyon yaptırmak
gerekiyor. İnternet sitelerine göz atıp bütçenize uygun bir şovu seçebilirsiniz.
Biz Cafefin La Quimera adlı mekânda
uygun bir fiyata keyifli bir gösteri izledik. Mekânın duvarları Flamenko
kültürünü yansıtan çeşitli objelerle süslenmişti. Yaklaşık 15-20 kişilik, küçük
ama şirin bir yerdi. İki erkek, bir kadın dansçı, bir gitarist ve şarkıcıdan
oluşan topluluk yaklaşık bir saat süren gösterilerinde çoğu zaman doğaçlama
yaparak, kendi aralarında konuşarak ve atışarak eğlenceli bir gösteri sundular.
Aralardaki atışmalarda ne söylendiğini tam anlayamasak da belli bir hikâye
anlattıkları, “ale” nidalarıyla ve el çırpmalarıyla birbirlerini gaza
getirdikleri belliydi. Yani neticede flamenkonun yalnızca bir dans türü değil;
dansçıların mimikleri, jestleri, aksesuarları, giysileri ve diyaloglarıyla bir
bütün teşkil eden; müziğin ve hikâyenin ön planda olduğu bir performans sanatı
olduğunu anlamış olduk. Çok profesyonel bir ekip izlenimi vermeseler de
özellikle erkek dansçıların performanslarını beğendim. Kadın dansçı erkeklere
göre biraz daha tutuktu.
Gösteri
başlamadan önce İspanyolların meşhur içeceği sangria ve yanında meze olarak
ikram edilen yeşil zeytinlerimizi yedik. Bu aperitifler ücrete dâhildi. Eğer
yemek de yemek isterseniz ücret artıyor. Gecenin sonunda bana ilginç gelen tek
şey gösteri sonrasında şarkıcının mekânın önünde takı satmaya başlamasıydı.
Sanatını icra eden adam, gecenin sonunda bize küpe satmaya kalkınca
gülümsememize engel olamadık hâliyle.
Son olarak
kısaca Madrid izlenimlerime değinecek olursam Madrid genel olarak
beklentilerimi karşılayan bir şehirdi diyebilirim. Ben Barselona’yı çok merak
ediyordum ve açıkçası çocukluk arkadaşım Belkıs burada yaşamıyor olsaydı Madrid’i
gezi listeme almayabilirdim. Genel olarak soylu bir havası olan şehirde düzenli
bir hayat var. Gece hayatı dışında fazla bir hareketlilik yok. İnsanlar
birbirine saygılı ama biraz mesafeli görünüyorlar. Madrid ile Barselona
arasında Ankara ve İstanbul kıyaslaması yapılabilir. Madrid tıpkı Ankara gibi
başkent ağırlığına sahip bir şehir ama tabii ki şehir planlaması ve kültürel
yaşam açısından Ankara ile Madrid’i kıyaslamak doğru olmaz.
Madrid’e en
sıcak döneminde, ağustos ayında gittim. Sıcak havada gezmek biraz zor olsa da
yeni yerler görüp keşfetmek için her şeye değer diye düşünüyorum. Ama siz
ağustos sıcağında gitmeyin derim yine de.
Madrid’i gezmek
için en fazla üç gün yeter sanıyorum. Şehirde insanların ilgisini çekecek
turistik mekânların ve etkinliklerin sayısı fazla değil. Binaları, meydanları
ve müzeleri ile ihtişamlı bir yapısı olan şehrin biraz kozmopolit ve kaotik bir
yanı da var. Özellikle Sol Meydanı’nda hayat kadınları, işportacılar ve
uyuşturucu satıcıları rahatlıkla gezebiliyor. Üstelik meydanda polisler de dolaşıyor.
Başka şehirlerde yadırganabilecek durumlar ve insanlar Madrid’te günlük hayatın
bir parçası.
Şehirdeki son
durağım Estachion Atocha ve
istikamet Barselona. İstasyon binasının içinde türlü bitkiler ve palmiyeler var.
İstasyona trenin hareket saatinden hemen önce geldiğim için etrafa çok göz
atamıyorum ama farklı atmosferiyle dikkat çeken bu mekân da şehrin turistik
bölgelerinden biri sayılabilir.
Nihayet trene
bindim ve Madrid’te kalanlara el salladım. Bir haftalık Madrid macerası boyunca
Madrid yakınlarındaki başka şehirleri de gezdim. Devamı öbür yazıda J
Teşekkür: Bu
yazıyı bana Madrid’i gezdiren canım arkadaşım Belkıs’a ve eşi Ömer’e armağan
ediyorum. On parmağında on marifet olan Belkıs; bana yemek de yaptı, rehberlik
de etti. Üstelik her yeri arabasıyla gezdirdi. E daha ne olsun? Arkadaşlar iyi
ki var.
Not: Radyocu
Arzu Çağlan’ın gezi anılarını paylaştığı Keyfe
Gezer kitabı hem Madrid hem de Barselona için keyifli bir rehber olabilir,
tavsiye edilir.