10 Nisan 2016 Pazar

İspanya Gezi Notları I: Madrid

İspanya deyince Türk gezginlerin aklına genellikle Barselona ya da Endülüs bölgesi gelir ancak başkent Madrid de renkli meydanları, büyük müzeleri ve ünlü alışveriş merkezleri ile görülmeye değer bir şehir. Madrid’i keşfetmeye önce meydanları ile başlayalım:

Puerto del Sol: Şehirdeki en büyük birkaç caddenin birbirine bağlandığı bu meydan, en önemli turistik noktalardan biri olduğu için Madrid’in kalbi burada atıyor. Meydan hem gece hem de gündüz çok kalabalık. İnsanlar burada buluşuyor, sokak şarkıcıları şarkı söylüyor, hayat kadınları müşteri bekliyor. Meydandaki hareketlilik başınızı döndürebilir; çünkü farklı yaşlardan ve ülkeden birçok insanla karşılaşıyorsunuz. Hem gündüz hem de gece gittiğimiz bu meydanda en çok hoşuma giden şey insanları gözlemlemek oldu. Eğer siz de gözlem yapmayı seviyorsanız meydandaki su havuzlarından birinin kenarına oturun ve etrafı izleyin. Mutlaka dikkatinizi çekecek bir şeyler bulacaksınız.

Şehrin simgesi olan ayı heykeli de bu meydanda bulunuyor. Bu ayı, çilek ağacını yerken tasvir edilmiş. Heykelin önünde fotoğraf çektirmeyeni dövüyorlar L Sürekli fotoğrafı çekilen bir başka nokta da İspanyol karayollarının başlangıcını oluşturan 0 km. tabelası.  Turistik bir hareket yapmak amacıyla tabelaya ayak basabilirsiniz.

Meydandaki binalardan birinin çatısında bulunan “Tio Pepe” markasının reklam panosu da artık bu meydanla özdeşleşmiş bir figür. Sevimli duruyor ve gece aydınlatılıyor.

Madrid'in simgesi çilek ağacı ve ayı heykeli

Plaza Mayor: Şehrin en keyifli yerlerinden biri olan ve içine kemerli bir kapıdan girilen bu meydan, geniş ve uzun bir avludan ibaret. Meydandaki binalardan biri restore edildiği için üzeri renkli bir naylonla kaplanmıştı.

Meydan şimdilerde keyifli anlara tanıklık etse de geçmişte insanlar burada idam edilmiş. Hem Ortaçağ’da kurulan engizisyon mahkemelerinde hem de Franco döneminde binlerce kişinin asıldığı bu meydandaki binalarda bulunan 237 balkon, idam sahnelerini izlemek isteyenler tarafından kiralanırmış. Ayrıca burada çeşitli kutlamalar ve törenler de yapılırmış. Tarihin izleri meydana sinmiş gibi duruyor.

Bu meydanda birkaç restoran da var. İnsanlar içkilerini içip etrafı seyrediyorlar. Tıpkı Puerto del Sol gibi hareketli bir yer. Plaza Mayor’u geçtiğimiz günlerde PSV taraftarlarının bir insanlık ayıbına imza atarak çingeneleri aşağıladığı yer olarak da hatırlayabilirsiniz.

Bir akşam buradan geçerken Uzak Doğuluların masaj yaptığına şahit olduk. Yürümekten ve gezmekten yorulan turistlere meydanın ortasında masaj yapıldığını izlemek tuhaf bir deneyimdi. 
Plaza Mayor'da meraklı bir turist

Gran Via: Bu uzun caddede genellikle restoranlar ve alışveriş merkezleri var. Gezi sırasında yemek molası verirseniz buradaki mekânları tercih edebilirsiniz.

Plaza de Espana: Burada Cervantes ve kahramanı Don Kişot’un heykelleri bulunuyor.

Plaza de Espana yani İspanya Meydanı
Plaza de Santa Ana: Şehrin meşhur tapas barlarının ve Flamenko şovlarının yapıldığı mekânların bulunduğu güzel bir meydan. Ünlü İspanyol şair Federico Garcia Lorca’nın heykeli de burada. Meydandaki Lateral isimli mekânın yemekleri güzel. Siz yemeğinizi yerken sokak müzisyenleri de gelip gitar çalıyor, şarkı söylüyor.  

Plaza de Cibeles: Meydan ismini tanrıça Kibele’den alıyor. Madrid’te benim ismimi taşıyan bir meydanla karşılaştığım için mutlu oldum tabii ki J Görkemli binaların olduğu güzel bir meydan olan Plaza de Cibeles, şehrin ünlü müzelerine giden yolun başında bulunuyor. Bu meydandaki Kibele Sarayı ve çeşmesine şöyle bir göz attıktan sonra müzeleri ziyaret etmek için yola koyulabilirsiniz. Madrid’i tanıtan fotoğrafların hemen hepsinde görülebilecek olan Metropolis Binası da bu meydanın yakınında bulunuyor.

Madrid’de sanatseverlerin sıkça ziyaret ettiği üç sanat müzesi var. Bunlar Prado Müzesi, Arte Reina Sofia ve Thyssen-Bornemisza Müzeleri. Bu müzeleri gezmek bir hayli zaman alacağı için birini seçmek gerekiyor. Müzelere girişler akşam saatlerinde ücretsiz oluyor. Hangi müzenin saat kaçtan sonra ve hangi günlerde ücretsiz olduğu hakkında internetten bilgi almakta fayda var. Ben Arte Reina Müzesi’ne yarım gün ayırmama rağmen müzenin küçük bir bölümünü gezebildim yalnızca. Picasso’nun İspanya iç savaşını tasvir ettiği ünlü La Guernica tablosu bu müzede sergileniyor. Ziyaretçilerin birçoğu bu tabloyu görmek istedikleri için tablonun önünde uzun bir kuyruk vardı. Bu tablonun yerini bulmak için müzenin girişinden bir harita almak işinize yarayacaktır. Birbirinin içine geçmiş odalardan oluşan müzede harita olmadan gezince birçok önemli eseri kaçırabiliyorsunuz ve ben maalesef haritaları pek okuyamadığım için Guernica’yı bulana kadar yarım saat kadar uğraştım. Dali’nin eserlerinin de görülebileceği müzede daha önce duymadığım bir ressam olan Alfonso Ponce de Leon’un eserleri ilgimi çekti. Müzenin çıkışında hediyelik eşya dükkânı var. Burada sergilenen eserlerden ilham alınarak yapılmış çantalardan, ayraçlardan veya kartpostallardan alabilirsiniz.
Goya, Velazquez ve El Greco gibi birçok ünlü ressamın eserlerinin bulunduğu Prado Müzesi’nin bu üçlü arasında en çok görmeye değer olanı olduğu söyleniyor; ancak neredeyse bütün bir gününüzü buraya ayırmanız gerekiyor. Ben Arte Reina Sofia’dan çıktıktan sonra müze bölgesini gezip binaların fotoğrafını çekmekle yetindim. Paseo del Prado olarak geçen bu bölgede güzel yapılar, yeşil alanlar ve hediyelik eşya dükkânları bulunuyor.

Meydanların ismi porselen levhalara yazılmış
Plaza de los Carros: Burası şehrin biraz daha gözden uzak bir kısmı. Madrid’in pek de tekin olmayan bir bölgesinde olmasına rağmen son yıllarda biraz daha gelişmeye başlamış olan bu yerdeki restoranlarda fiyatlar biraz daha ucuz.

Bu meydanlar dışında Madrid’in diğer turistik noktalarını şöyle sıralayabiliriz:

Retiro Park: Avrupa şehirlerinin olmazsa olmazı, birçok aktivitenin yapıldığı büyük parklar Madrid’te de bulunuyor. İçinde birçok heykeli ve insanların basamaklarına oturup gölü seyrettikleri çeşitli yapıları barındıran bu park, şehrin içindeki bir huzur kaynağı. Büyükler sohbet ediyor ya da kitap okuyorken çocuklar paten kayıyor veya göletteki ördeklere yem atıyor. Paten kaymak burada oldukça popüler bir aktivite. Hocalar yeni başlayanlara paten öğretiyor. Yine Avrupa’da sıkça rastladığımız gibi yoga vb. grup sporları parklarda eğitmenlerin gözetiminde yapılıyor. Bizde böyle bir gelenek nerdeyse hiç yok. Biz spor salonlarına hapsoluyoruz yazın. Parkın içindeki Kristal Saray’ın önündeki basamaklara oturup etrafı seyretmenizi tavsiye ederim. Sarayın çatısından yansıyan ışık gölün üzerine düşüyor.



Royal Palace: Madrid Kraliyet Sarayı halkın ziyaretine açık. Ancak içeriye girmek istemiyorsanız sarayın önündeki Sabatini Bahçeleri’ni gezebilirsiniz. Sarayın yakınındaki Almudena Katedrali de ihtişamlı bir yapı. Eğer siz de Madrid’e yazın giderseniz katedralin içini serinlemek için gezebilirsiniz. Avrupa’daki bütün katedraller birbirine benzediği için katedral ve kilise görmekten gına geldi bana J

Puerta de Alcala, şehrin giriş kapısı. Arabayla ya da otobüsle seyahat ederseniz şehrin bu görkemli kapısından geçiş yapıyorsunuz.

Şehirde gitmeseniz de bir şey kaybetmeyeceğiniz Casa de Campo denilen ormanlık bir alan var. Buradaki bir noktadan teleferiğe binip şehre yukarıdan bakabiliyorsunuz. Teleferik sizi eğlence parkının ve hayvanat bahçesinin olduğu bir bölgeye bırakıyor. Burada büyükler için pek bir numara yok, çocuklar eğleniyor. Yine de giderseniz seyir terasından Madrid’i izleyebilirsiniz. Teleferikle gittiğiniz mesafe 5 dakika falan zaten. Dönüşte Parque del Oeste’nin içindeki Mısır tapınağını görebilirsiniz. Bu tapınağı Mısırlılar İspanya’ya hediye etmişler. Lakin burada biraz iğreti duruyor bu yapı.

Salamanca ve Chueca bölgeleri ile Gran Via’da mağazalar ve butikler var. Bunların bir kısmı Türkiye’de de olan giyim markalarının mağazaları. Diğer bir kısmı ise tasarımcılara ait pahalı ürünlerin satıldığı mekânlar. Meşhur İspanyol markası Zara’nın birçok şubesi bulunuyor şehirde. Fiyat olarak buradan pek farklı değil. Alışveriş delisi olmadığım için şehrin bu kısmı çok ilgili çekmiyor. Lakin etrafı dikkatle izlemekte fayda var. Madrid’in ünlü isimleri Salamanca bölgesinde yaşıyormuş. Belki bi Almodovar’la falan karşılaşırız dedim ama kader, kısmet bu işler. Olmadı.

Plaza de San Miguel üzerinde Mercado San Miguel denilen meşhur bir pazar var. Kapalı olan bu pazarın içindeki küçük tezgâhların bazılarının önüne birkaç masa ve sandalye de koyulmuş. Burada yer bulursanız oturup yemeğinizi yiyebilir ya da yiyeceğinizi elinize alıp dışarıya çıkabilirsiniz. Burada deniz ürünleri, tapaslar, meyve salataları, etler, tatlılar, kısacası ne ararsanız var. Ben bu tarz yerleri gezmeyi hep sevmişimdir. Bir şey almasanız bile ülkenin yemek kültürü hakkında bilgi sahibi olmanıza yarıyor.


Madrid’te gezmediğim iki önemli turistik nokta kaldı. Birincisi Real Madrid’in maçlarını oynadığı Santiago Bernabeu Stadyumu, ikincisi ise boğa güreşi arenası olan Plaza de Toros. Futbolla ilgilenmediğim için stada gitmeye gerek duymadım. İspanya’nın pek çok farklı bölgesinde bulunan arenaların örneği olan Plaza de Toros’u ise boğa güreşi geleneğini pek mantıklı bulmadığım için ziyaret etmedim. Ancak İspanyol kültürüyle özdeşleşmiş bu gelenek hakkında daha ayrıntılı bir bilgiye sahip olmak için gidilebilirmiş diye düşünüyorum şimdi. Üstelik Madrid’in adı boğa güreşiyle birlikte anılıyor neredeyse. Okuduğum kadarıyla bu arenaların müze kısmında güreşte kullanılan malzemeler sergileniyormuş. Boğa güreşleri ise mayıstan ekime kadar yapılıyor ve birçok kişi tarafından izleniyormuş.

Biz yemekleri genellikle evde yediğimiz için Madrid’te ne yenilir-içilir sorusunu pek yanıtlayamayacağım. Ancak gittiğimiz birkaç mekândan bahsedebilirim. San Gines Chocolateria şehrin en eski çikolatacılarından. Giriş tabelasında 1894 tarihi okunuyor. Gezi rehberlerinde sıkça yer aldığı için turistler buraya ilgi gösteriyor. İspanyolların “Churros” denilen geleneksel tatlılarını burada tadabilirsiniz. Yağda kızartılan ve uzun bir çubuk şeklinde olan hamur parçaları koyu kıvamlı çikolatalı bir içecekle birlikte servis ediliyor. Tatlıyı bu içeceğe banıp yiyorsunuz. İçecek, sıcak çikolatayı andırıyor ama kıvamını pek beğenmedim.

Sobrino de Botin dünyanın en eski restoranı olarak biliniyor. 1725’te kurulan restoranda geleneksel İspanyol yemekleri yapılıyor. Gündüz kapalı olan bu mekânda yemek yiyebilmek için önceden rezervasyon yaptırmak gerekiyor. Biz gündüz mekânın önünden geçerken görevlilerden izin isteyip içeriye bir bakış atmakla yetindik. Vaktiniz varsa tabernalardan birinde uzun bir akşam yemeği yiyin derim.

Tommy Mel’s pop-art tasarımıyla dikkat çeken, şehrin farklı yerlerinde şubeleri olan ve daha çok gençlere hitap eden bir restoran. Menüsünde fast-food yiyeceklerin bulunduğu bu mekânın eğlenceli duvar yazılarını, Madrid sıcağında içinizi ferahlatan buzlu içeceklerini ve hamburgerini sevdim.

İspanya’ya gidip de Flamenko şovu izlemeden dönülmezdi tabii. Çeşitli mekânlarda neredeyse her akşam sergilenen bu şovlara katılmak için önceden rezervasyon yaptırmak gerekiyor. İnternet sitelerine göz atıp bütçenize uygun bir şovu seçebilirsiniz. Biz Cafefin La Quimera adlı mekânda uygun bir fiyata keyifli bir gösteri izledik. Mekânın duvarları Flamenko kültürünü yansıtan çeşitli objelerle süslenmişti. Yaklaşık 15-20 kişilik, küçük ama şirin bir yerdi. İki erkek, bir kadın dansçı, bir gitarist ve şarkıcıdan oluşan topluluk yaklaşık bir saat süren gösterilerinde çoğu zaman doğaçlama yaparak, kendi aralarında konuşarak ve atışarak eğlenceli bir gösteri sundular. Aralardaki atışmalarda ne söylendiğini tam anlayamasak da belli bir hikâye anlattıkları, “ale” nidalarıyla ve el çırpmalarıyla birbirlerini gaza getirdikleri belliydi. Yani neticede flamenkonun yalnızca bir dans türü değil; dansçıların mimikleri, jestleri, aksesuarları, giysileri ve diyaloglarıyla bir bütün teşkil eden; müziğin ve hikâyenin ön planda olduğu bir performans sanatı olduğunu anlamış olduk. Çok profesyonel bir ekip izlenimi vermeseler de özellikle erkek dansçıların performanslarını beğendim. Kadın dansçı erkeklere göre biraz daha tutuktu.

Gösteri başlamadan önce İspanyolların meşhur içeceği sangria ve yanında meze olarak ikram edilen yeşil zeytinlerimizi yedik. Bu aperitifler ücrete dâhildi. Eğer yemek de yemek isterseniz ücret artıyor. Gecenin sonunda bana ilginç gelen tek şey gösteri sonrasında şarkıcının mekânın önünde takı satmaya başlamasıydı. Sanatını icra eden adam, gecenin sonunda bize küpe satmaya kalkınca gülümsememize engel olamadık hâliyle.


Son olarak kısaca Madrid izlenimlerime değinecek olursam Madrid genel olarak beklentilerimi karşılayan bir şehirdi diyebilirim. Ben Barselona’yı çok merak ediyordum ve açıkçası çocukluk arkadaşım Belkıs burada yaşamıyor olsaydı Madrid’i gezi listeme almayabilirdim. Genel olarak soylu bir havası olan şehirde düzenli bir hayat var. Gece hayatı dışında fazla bir hareketlilik yok. İnsanlar birbirine saygılı ama biraz mesafeli görünüyorlar. Madrid ile Barselona arasında Ankara ve İstanbul kıyaslaması yapılabilir. Madrid tıpkı Ankara gibi başkent ağırlığına sahip bir şehir ama tabii ki şehir planlaması ve kültürel yaşam açısından Ankara ile Madrid’i kıyaslamak doğru olmaz.
Madrid’e en sıcak döneminde, ağustos ayında gittim. Sıcak havada gezmek biraz zor olsa da yeni yerler görüp keşfetmek için her şeye değer diye düşünüyorum. Ama siz ağustos sıcağında gitmeyin derim yine de.

Madrid’i gezmek için en fazla üç gün yeter sanıyorum. Şehirde insanların ilgisini çekecek turistik mekânların ve etkinliklerin sayısı fazla değil. Binaları, meydanları ve müzeleri ile ihtişamlı bir yapısı olan şehrin biraz kozmopolit ve kaotik bir yanı da var. Özellikle Sol Meydanı’nda hayat kadınları, işportacılar ve uyuşturucu satıcıları rahatlıkla gezebiliyor. Üstelik meydanda polisler de dolaşıyor. Başka şehirlerde yadırganabilecek durumlar ve insanlar Madrid’te günlük hayatın bir parçası.

Şehirdeki son durağım Estachion Atocha ve istikamet Barselona. İstasyon binasının içinde türlü bitkiler ve palmiyeler var. İstasyona trenin hareket saatinden hemen önce geldiğim için etrafa çok göz atamıyorum ama farklı atmosferiyle dikkat çeken bu mekân da şehrin turistik bölgelerinden biri sayılabilir.

Nihayet trene bindim ve Madrid’te kalanlara el salladım. Bir haftalık Madrid macerası boyunca Madrid yakınlarındaki başka şehirleri de gezdim. Devamı öbür yazıda J

Teşekkür: Bu yazıyı bana Madrid’i gezdiren canım arkadaşım Belkıs’a ve eşi Ömer’e armağan ediyorum. On parmağında on marifet olan Belkıs; bana yemek de yaptı, rehberlik de etti. Üstelik her yeri arabasıyla gezdirdi. E daha ne olsun? Arkadaşlar iyi ki var.

Not: Radyocu Arzu Çağlan’ın gezi anılarını paylaştığı Keyfe Gezer kitabı hem Madrid hem de Barselona için keyifli bir rehber olabilir, tavsiye edilir.