Karanlık günler yaşıyoruz.
Aslında uzun zamandır ruh durumumuz fırtınalı. Sakin suları unuttuk. Ama bu
seferki karanlık dipsiz. Karanlığa battık hepimiz. Kömür karasına bulanmıştı ak
mı ak alınlarıyla çalışan işçiler. Onların yaşamına bu düzenin muktedirleri, vicdanları
ve yürekleri kararmış sahipleri son verdi. Kimse şehit olmadı anlayacağınız,
onlar öl-dü-rül-dü-ler.
19. yüzyıl vahşi kapitalizminin
ortasında yaşıyorduk 2014'ün Türkiye'sinde. Farkındaydık elbet her şeyin. Bizler
ortalama bir yaşam standardına sahipken bir yerlerde birilerinin insanlık dışı
şartlarda çalıştıklarını, tek dertlerinin evlerine ekmek götürmek olduğunu ve
fena halde sömürüldüklerini duymuştuk ya da görmüştük. Ama bu olay bize günlük
yaşamın hayhuyu içinde çok da dikkate almadığımız başka dünyaları ve insanları
tekrar hatırlattı. Sanki bu dünyanın bütün pisliğini ortaya çıkarmak için can
vermişti bu insanlar. Onlar ölmese alınacak önlemleri nasıl konuşurduk yoksa?
İlla ki bedel ödeyen birileri olmalıydı. Bunu defalarca yaşadık "yalnız ve
güzel ülkemiz"de. Her işimizi "Hallederiz abi"lerle, "Bir
şey olmaz, salla"larla yapan bir milletiz biz çünkü.
Bazı insanların onlara insan
vasfını kazandıran bütün değerlerden ne kadar uzaklaştığını da gördük bu
süreçte. Muktedirlere yaranmaya çalışan, her devrin adamı olan kişilerin kendi
çıkarları uğruna başkalarının haklarını nasıl gasp ettiklerini, lüks
gökdelenlerinde caka satarken binlerce ailenin yıllarca sürecek travmalar
yaşamasına neden olan para babalarının pişkinliğini, sırtlarından para
kazandığı işçileri köle gibi gören paragöz iş sahiplerini, ölümleri
meşrulaştırmak için dilin bütün imkânlarını kendi lehlerine kullanmaya çalışan
siyasetçileri de gördük.
Korku imparatorluğunda nefes
almaya çalışan insancıklarız hepimiz. Günden güne biraz daha boğuluyoruz ve
durumun da farkındayız. Ne ki bir araya gelemiyoruz, gelsek de korkuyoruz ya da
susturuluyoruz. İşini kaybetme korkusuyla her şeyi sineye çekmek zorunda kalan
insanların ülkesi çünkü burası. Hayatta kalmak için çalışmak gerek. Uzaktan
ahkam kesmek kolay ama yalnız bırakılmış ve korkutulmuş emekçileri anlayabilmek
zor.
Aslında uzun zamandır kara
haberlere uyanıyoruz biz. Bugün bir şey olmadı, hayırdır inşallah dediğimiz
bile oluyor ama bu seferki durum bambaşka. Artık iyice anladık ki bu düzen
değişmeli. Tanrı'nın adaleti varsa eğer -ki
olmalı diye düşünüyorum- bir kez geldiğimiz bu dünyada en azından insanca
yaşamalı. Düzenin birbirinin içine geçmiş tüm köhne yapıları değiştirilmeli.
Babalarının mezarları başında "babam beni canım kızım diye severdi"
diyerek ağlayan kız çocuklarına adil bir dünya bırakmalı.
Kaç gündür hepimize aldığımız
nefes bile fazla geliyor. Göğüs kafesimizi sıkıştıran bir ağrıyla geziyoruz.
Yaşadıklarımızı unutan olacağını sanmam. Elbette acımız hafifleyecek, başkalarının
acılarını değil kendi kişisel tarihimizdeki
mutsuzlukları düşüneceğiz daha çok. Saçma sapan şeylere ağlayıp, küçük
mutsuzluklardan anti-depresan mutsuzlukları yaratacağız.
Ama eminim ki şunu unutmayacağız:
Gerçekten de kahrolsun "bağzı
şeyler". Bu sömürü düzeni, bu adaletsizlik, bu vicdansızlık.
Başkaları rahat yaşasın diye can
verenler;
Sizi unutursak kalbimiz kurusun.