"O güzel insanlar o güzel atlara binip gittiler."
Ben Şerif Hoca'yı yüksek lisans derslerinde tanıdım. Lisansın son senesinde onun verdiği dersi yaz okulunda almıştım çünkü. Üst sınıflardakilerin hoca hakkında anlattıklarını duyduğum için biraz korkarak girmiştim ilk dersine. Bir de dakika bir, gol bir hoca kitabını almadığım ve dersini de yaz okulunda aldığım için kızmıştı bana. Dönem boyunca da çekindik genellikle hocadan. Dersleri 09.00'da odasında yapardık. Bize çay ısmarlardı dersin başında ve hemen içmemizi isterdi. Ben de çay sevmediğim için zorla içmeye çalışırdım. Hoca durumu fark etti bir gün. "Kızım bu kadar yavaş çay içeni kimse almaz. Bizim köyde kızın çay içmesine bakarlar. Çayı yavaş içerse işleri de yavaş yapar diye düşünürler." demişti.
Hocayla yakın bir ilişki kurmamız tez döneminde oldu. Yüksek lisans tezini birlikte hazırladık. Bana çok yardımcı oldu ve beni hep destekledi. Tez savunmasından sonra da hocadan çekinmemeye başladım. Ne zaman istesem arar ya da odasına giderdim. Hocanın biraz sert olduğu doğrudur. Beni de azarlamıştır ara sıra ama çok da espiri yapardı hoca. Aramızda geçen konuşmaları ya da dersteki bazı tartışmaları hatırladığımda gülerim hâlâ.
Bana öykü ve roman tahlil etmeyi Şerif Hoca öğretti. Benim yazdıklarımı beğenir, eksikleri söyler ve iyi yapılmış bir çalışmanın hakkını her zaman verirdi. Kendine özgü bir tarzı vardı. Yürüyüşü, söze "efendim" kelimesini uzatarak başlayışı, şiir okuyuşu kendine özgüydü.
Hoca anlattığı her şeyi not almamızı isterdi. Bu yüzden derste sürekli yazardık. Bir an kafamızı kaldıracak olsak "Sen anlattıklarımı biliyorsun galiba. Niye yazmıyorsun?" diye sorardı. Doktora derslerinin çıkışında da hep aynı soruları sorardı bana: "Kızım bu aralar ne okuyorsun?, Rusça öğrenmeye başladın mı?..." Ders çıkışında muhabbet ederdik az da olsa. Zaten odasında uzun süre kaldık mı "Git artık hadi sen." derdi.
Hocanın çalışma masasının üstünde her zaman birçok kitap olurdu. Öğrencilerinden çok daha fazla okur ve çalışırdı. Hastalığının son dönemlerinde evinde ziyaret ettiğimde kütüphanesinde konuşmuştuk. O zaman bile masanın üstü doluydu, yeni yazacağı kitaplardan bahsetmişti bana. O gün de bir çay muhabbeti olmuştu aramızda. "Sen çay sevmezsin, kahve yapsın sana eşim." demişti. Sıradan, basit şeyleri bile hatırlardı hoca. Aklına bir şey takılırsa geç bir saatte de olsa arardı. Bir akşam 11'e doğru aradığında telaşlanmıştım bir şey mi oldu diye de hoca benden kitap tahlil etmemi istemişti.
Doktora tezinde de birlikte çalışacaktık hocayla ama nasip olmadı işte. Hayatta her istediğimiz olmuyor maalesef. Bir süre birlikte çalıştık yine ama sonunda hocanın hastalığı el vermedi. Bana artık danışmanlık yapamayacağını söylediğinde uzun uzun konuşmuş ve helallik istemişti benden hoca. Bir daha arayamadım ben de onu. Bana veda ettiğini anlamıştım çünkü.
Şerif Hoca aramızdan ayrıldıktan sonra kendimi çok yalnız hissettim. Bu hayatta beni gerçekten seven az sayıdaki insandan biriydi çünkü. Dertlerimi ve sorunlarımı da paylaşırdım hocayla. Bu yüzden sadece bir hoca değildi benim için. Şerif Hoca bütün öğrencileri için çok değerlidir eminim. Ama benim için de yeri ayrı. Hoca bana olan sevgisini de hissettirdiği için ayrıca mutluyum. Bu yakınlığa rağmen cenazesine gidemedim üzülürüm, kaldıramam diye.
Hocam hakkında söylenecek daha çok şey var ama fazlasını yüreğim kaldırmayacak şimdi. Ölümün bütün kırgınlıkları, kızgınlıkları unutturan bir yanı var. Ben hocamı her zaman kendi gözümle gördüğüm gibi hatırlayacağım, başkalarının anlattığı şekilde değil. Ve ileride hocanın istediği gibi iyi bir akademisyen olabilirsem çok mutlu olacağım.