Aylık Okuma Notları (Aralık)
1. Fakir Baykurt, Irazca’nın Dirliği:
1954 yılında yayımlanan Yılanların Öcü romanının devamı olan Irazca’nın Dirliği’nde
olay örgüsü bir önceki kitabın kaldığı yerden ilerliyor. Toplumcu gerçekçi
edebiyatımızın tipik örneklerinden biri olan Yılanların Öcü’nde Burdur’un
seksen haneli Karataş köyünde Kara Bayram ve Haceli arasında geçen iktidar mücadelesi
konu ediliyor. İki yıldır derste de işlediğimiz bu roman, hem dili ve üslubu
hem de temalarıyla üzerinde çok konuşulmayı hak eden değerli bir dönem malzemesi
sunuyor. Bayram’ın annesi Irazca karakterinin daha çok ön planda kaldığı Irazca'nın Dirliği ise anlatım tarzı bakımından Yılanların Öcü’nden farklı değil; ancak bazı
yerlerde akış çok aksıyor bence. Bu yüzden ilk kitabı daha başarılı buldum ben.
Bir de sanırım bu tarz romanların daha erken yaşlarda okunması gerekiyor. Bir
süre sonra artık bitse de rahatlasam hissi oluştu. Kitaptaki dil kullanımı için
ayrı bir parantez açmalıyım yine de. Çok zengin bir Türkçe var. Burada geçen
bazı yerel kelimeleri hiç duymamıştım daha önce. Kadınları aşağılayan çok fazla
atasözü, deyim ve ifadeyi de unutmamak gerek tabii. Hatta bunun için ayrı bir
çalışma yapılmalı. Bu ay, romandaki Irazca karakteriyle Necati Cumalı’nın Zeliş karakteri
arasında benzerlik kurarak Us Atölyesi’nde bir konuşma yaptığımı da ekleyerek
Fakirt Baykurt bahsini kapatabilirim sanırım. Üçlemenin son kitabı Kara Ahmet
Destanı’nı da bir ara okurum umarım.
2. Aslı Serin, Değil: 160. Kilometre’nin şiir kitaplarını yakın markaja almaya karar vermiştim ama 2018’de çok fazla şiir okuyamadım. Tezde şiir çalışınca kurmacaya hasret kalmama bağlıyorum bunu. Neyse konumuza dönersek Değil, Serin’in üçüncü şiir kitabı. Dans Etmesek de Olur isimli ikinci kitaptan başlayacaktım ama baskısı tükenmiş, yayınevi duysun bunu lütfen 😊 Serin’in değişik bir şiir tarzı var. Başta çok yadırgasam da okudukça sevdim, postmodern diye tanımladığım bu şiirleri. Yeni şiire çok aşina değilim, ama güncel şiiri takip etmek gerek. Sanırım bu çağın getirdiklerinden belki de götürdüklerinden demeli, en çok şiir etkilendi. Bunun sonuçlarını bu şiirlerde görebiliyoruz. Serin’in diğer kitaplarını da okuyup bir şeyler yazacağım etraflıca (ne çok şey yazacağım Allah’ım 😊) Şunu söyleyeyim ilk elden: Bazı yerlerde klişeye düşse de ölüme “naber lan” diyen, hayata ve sisteme kafa tutan amma velakin en çok da feminist söylemi ön plana çıkaran bu şiir, beni etkiledi. Özellikle “Gayret Kuşağı” çok iyiydi. “Aa aynı ben dediğim” dizelerden kısa bir alıntı ise “Aslı Taksimi”nden olsun:
kendimi üzecek şeyler bulmakta üstüme tanımam
sevdiğim bütün şarkıların beni ağlatmasından
sevdiğim bütün filmlerin sonunda mutlaka bir ölü
ve çoğaltıp abartabileceğim bütün örnekler…
3. Alper Beşe, Kırılgan: Bu sene daha
az çağdaş öykücü okusam da özellikle genç öykücülerin eserlerini takip etmeye
çalışıyorum. Geçen ay bahsettiğim Melisa Kesmez’den sonra okuduğum Kırılgan’ı dil
ve biçim hassasiyeti taşıyan bir kitap olarak Kesmez’in yazdıklarından net
çizgilerle ayırabilirim. Bir de Kesmez’in öyküleri çoğunlukla okurda belli
duygulanımlar yaratmak üzerine kurgulanmışken Beşe’nin öykülerinde ise
edebiyatın ve yazma sürecinin kendisinin temel bir kaygı olarak gözetildiği, “metin”
olarak adlandırabilecek öykülerin okurun yorumlarıyla birçok farklı anlam alanlarına
çekilebileceği söylenebilir. Bu yüzden hemen kendini açmayan, dikkatle
okunması, hatta bir kere daha okunması ve üzerinde düşünülmesi gereken metinler
bunlar. Şiirlere, felsefi eserlere, tiyatro metinlerine yapılan göndermeler de
mevcut. Okuru da işin içine katan metinler, onu okuyanı geliştiriyor, eleştirel bir okur olmasını da sağlıyor böylece. Ben kitapta en çok “Kırmızı Şemsiye”, “Sarı Yağmurluk”, “Yeşil Perde” ve
“Gri Kravat”ı sevdim. Bu sene daha çok öykü okumak ve üzerine yazmak
niyetindeyim. Umarım tembellik etmem.
4. İsmail Aslan, Eksikten, Oradan: Yine
160. Kilometre’den bir kitap. Bu kitabı Haydar Ergülen’in genç şairlerle ilgili
bir yazısında görüp not etmiştim yanılmıyorsam. Kitabı okuduktan sonra
yayınevinin şiir tercihleri ile ilgili de belirgin tespitler oluşmaya başladı
kafamda aslında ama daha okunacak çok şair var. Bu kitaba bakarsak, bazı güzel dizeler içermesine rağmen genel olarak buradaki şiirleri sevemedim. Kimi yerlerde yüzümüzü güldüren bir mizahi
dil veya ironi varsa da çoğunlukla ölüm ve zaman üzerine düşünmenin getirdiği bir karamsarlık göze çarpıyor dizelerde. Politik göndermeleri olan daha sert dizeler de mevcut. Aslı Serin’de
olduğu gibi şiiri yapısal ve biçimsel olarak kalıpların dışına atma, hiper
metin yaratma çabası seziliyor. Görsel şiirler de var. ”Korkunun ecele bir şeyi keşke.”de “anlamı
anlamıyorum. Kalsın” diyerek okurunu “anlam” konusunda uyarıyor olsa da “Toparlanmanın Şiyiri Dir”de “aşırı postmodern” diye not düşmüşüm😊 Neticede benim için kitabın mısra-ı bercestesi şudur,
hatta duvarıma falan asabilirim:
Ben hepinizden çok sıkıldım baktığınızda
aslında
Son şiir “Dereotu ve
Kaplumbağaların Evhamı”nda da şöyle bitiriyor şiiri Aslan: “Mutlu olmak diye bir şey
yoktur.” Ben de not düşmüşüm: YOKTUR. Sonra gel de karamsar olma.
5. Çiğdem Sezer, Küçük Şeyler
Mevsimi: 2016 Fazıl Hüsnü Dağlarca Şiir Ödülü’nü kazanan Sezer, kendi sesini
bulabilmiş bir şair. Derdi, duyarlığı, imgeleri ve “küçük şeylere” ince dokunuşuyla
kendine tekrar tekrar döndüren şiirler üretmiş. “Yalnızlığın Allahını” duyan
kadınlar, masum olmayan çocuklar, herkesin herkesi tanıdığı kasabalar, öğüt
veren anneler, hep susan babalar var bu şiirde. “aramızdan
hayat geçti”, “küçük şeyler mevsimi” ve “Dina” isimli üç bölümden oluşan
kitabın üçüncü bölümünde kutsal kitaplara, başka şiirlere ve tarihi olaylara
gönderme yapılan ve bütünlük oluşturan 48 tane şiir var. Sezer’in şiir geleneğini çok iyi bildiği ve
özümsediği de belli. Necatigil ve Asaf Hâlet göndermeleri vardı örneğin. Ben
kitaptaki birçok şiiri sevdim ama “Girdap”’tan bir alıntı yapacağım:
kalbimde bir şey var o günlerden
kalma
unutup unutup hatırlıyorum
ya herkesten geçiyorum ya hiç
kimseden
geçmeyen bir yol gibi kendime
çıkıyorum
ani fren yapıyor hayat
harflerle çarpışıyorum
6. Pablo Neruda, Yirmi Aşk Şiiri ve
Umutsuz Bir Şarkı: Neruda’nın henüz yirmi yaşındayken yazdığı ve onu hızlı bir
biçimde şöhrete ulaştıran bu kitabı, ODTÜ’deki Öykücü’de gezinirken aldım ve
hemen okumaya başladım. Her ne kadar Neruda bugünlerde cinsel istismar suçuyla
gündemde olsa da aşkı bu şiirlerinde en saf ve erotik hâliyle, kendine özgü
eğretilemelerle anlatmış denebilir. 14 Şubat’larda falan aşk mesajı olarak
atılası 😊 Ancak ben biraz kederli dizeler paylaşacağım;
çünkü Neruda da giderek kavramış aşkın insanı mutsuz ettiğini. Bakın neler de
diyor 10. Parçada:
Seni anımsıyordum yüreğim
sıkışarak
o bende bildiğin kederle.
Nerdeydin o zaman sen?
Kimlerin arasında?
Neler konuşuyordun?
Apansız niye gelir bilmem bunca
aşk bana
Kendimi böyle üzgün, seni uzak
bulurken?
7. Marc Augé, Evsiz Bir Adamın
Güncesi: Bu senenin beğenilen kitaplarından olan ve “anlatı” türü adı altında
yayımlanan Evsiz Bir Adamın Güncesi, yazarın ön sözde belirttiği üzere “etnik-kurmaca”
olarak da değerlendiriliyor. Aynı zamanda bir etnolog olan yazar, evsizlik
kavramını sorguladığı bu kurmacayı bizzat yaşayarak ve deneyimleyerek yazıyor. Kolayca
okunan ve sizi de yerleşik olma fikri üzerine düşündüren bir kitap. Bir anda
bitmiş gibi geldi bana ama daha ne anlatabilirdi, o da var tabii 😊
Burada evsizlik bir yaşam felsefesi olarak düşünülüyor. Gelin görün ki ben öyle
her şeyimi satıp arabada falan yaşayamam. Ev iyidir. Kendine ait bir oda
daha da iyidir. Elin Fransız’ına yakışıyor tabii bu hâller, o ayrı. Onlar
otursun uzun uzun hayatın anlamı üzerine düşünsün. Biz daha oraya gelemedik zihnen:
“Kesin olan bir şey varsa o da hayatımın
dönüm noktasında olduğumdu. Hayatımın dönüm noktası, kalbimi yerinden
oynatıyordu ve bu beni mutlu mu ediyordu yoksa umutsuzluğa mı sürüklüyordu,
bilmiyordum”. (s. 69)
8. Mercé Rodoreda, Güvercinler
Gittiğinde: Latin Amerikalı kadın yazarları okumayı seviyorum. Onların kadınlık
hâllerini ve sorunlarını anlatma biçimlerini bizim kültürümüze yakın buluyorum.
Özellikle Meksikalıları. Bu mevzuları Katalanlar nasıl ele alıyor biraz da ona bakalım. Güvercinler Gittiğinde’yi kim olduğunu hatırlayamadığım
birinin twitter paylaşımında görmüştüm. Kitabı bayağı övmüştü. Arka kapakta da
Marquez üstadın “İç savaştan bugüne İspanya’da yayımlanan en güzel roman” gibi iddialı
bir sözünü görünce Alef’ten basılan bu kitabı hemen alıverdim. Başta beni pek
sarmadı hikâye açıkçası. Natalia ya da diğer adıyla Colometa’nın (güvercin
demek) kocası olacak Quimet’le tanışmasıyla açılan olay örgüsü, belli bir süre
dingin bir atmosferde ilerledi. İspanya İç Savaşı’nın başlamasıyla birlikte
yaşananların anlatıldığı kısma gelince kurgu hız kazandı. Buradan itibaren Quimet’in askere gitmesi, güvercin yuvasına dönen evi iki çocuğuyla paylaşan
ve erkeksiz bir ortamda hayata tutunmaya çalışan Natalia’nın mücadele dolu
hayat öyküsü etkileyici bir biçimde anlatılıyor. Natalia adına üzülüyorsunuz
ama bence yine kitabın arka kapağında ifade edildiği üzere bir Anna Karenina ya
da Madam Bovary kadar güçlü bir edebi figür olamıyor Natalia. Kitabın en güzel yanı Natalia’nın
ruh dünyasıyla güvercinler arasında kurulan paralellik. Sonuç: iyi lakin bayılmadım.
9. Valeria Luiselli, Kalabalıkta
Yüzler: Çok iyi kitaplar basan Siren’le çok iyi kitaplar çeviren Seda Ersavcı işbirliğinin sonucu bu şahane kitap, 2018’in de son kitabıydı benim için. Yurt dışında çok okunan ve ödüller kazanan -yine bir Meksikalı- Luiselli’nin bu romanı bizde de çok
beğenildi. Ne zamandır kitaplığımda duruyordu; ama yılı güzel bitirmeme vesile
olduğu için doğru zamanda okumuşum. Romanda iç içe geçen iki kurgusal zemin
var. Birinde iki çocuklu kadın yazarımız, bütün uğraşları içinde her şeye
karşın yazı tutkusunun peşinden gidip romanını yazmaya çalışıyor. Kocası da
okuyor yazdıklarını, “şurayı değiştir, burada benden şöyle bahsetmişsin olmamış falan”
diyor. Kadının yazdığı roman Gilberto Owen adlı bir şairin hayatını anlatan bir
roman ancak belli bir noktadan sonra Owen sözü devralmasıyla başka bir romanın
yazımına geçiliyor orada. Biraz karışık gibi görünen bu kurmacaları çözmek için
bir anda başlayıp bitirin derim, ki zaten çok eğlenceli, elinizden
bırakamıyorsunuz. Hayatı edebiyattan yola çıkarak anlayanlar için güzel bir kılavuz bence.
Keyifli bir okuma deneyimi. Zihin oradan oraya sürüklenirken siz de oyunun bir
parçası oluyorsunuz. Bir de postmodernlere laf atarlar. Alın işte oyun, kurgu,
zekâ; hepsi bir arada. Anlayana 😊 Ha bir de kitapta canım Ludwig (Wittgenstein)
yine karşıma çıktı. Edebi karşılaşmaları seviyorum.
Nasıl bir romanla
karşılaşacağınıza dair ön bilgi olsun:
“Philadelphia’ya ne zaman
gidiyorsun?
“Önümüzdeki
hafta.”
“Öyleyse
niye şimdi toplanıyorsun?”
“Çünkü
öyle yazdın. Bilgisayarını açık bıraktın, ben de yazdıklarını okudum.
“İyi
de sadece bir roman o, yazılanların hiçbiri gerçek değil.” (s. 82).