8 Şubat 2016 Pazartesi

Bavyera-Alsace-Alpler Gezi Notları III: Strasbourg-Colmar-Zürih-Meersburg

Baden Baden’den ayrıldıktan sonra Fransa topraklarına girip Brüksel’le birlikte Avrupa başkenti unvanını taşıyan Strasbourg’a (Almancası Strazburg) ulaşıyoruz. Gerçi Almanya’da mıyız yoksa Fransa’da mı, pek belli olmuyor; çünkü Strasbourg tarih kitaplarında ismini sıkça duyduğumuz ve iki ülke arasında anlaşmazlıklara neden olan Alsas- Loren bölgesinde bulunuyor. I. Dünya Savaşı’ndan sonra çoğu Alman olan bölge halkı Fransa’nın idaresi altına girmek istemiş. Hem Almanca hem de Fransızcanın konuşulduğu şehirde iki kültürün izlerine de rastlamak mümkün. İsimler Almancayken soy isimler Fransızca olabiliyor örneğin. Ya da Almanca bir şey sorduğunuzda cevap Fransızca gelebiliyor.

Şehre akşam saatlerinde giriş yapıyoruz. Şehrin yeni kısmında birçok inşaat alanı var. Avrupa Birliği ve Avrupa Parlamentosu’na ait yeni yeni binalar yapılıyor. Şehrin bu yüzü oldukça ciddi. Sokaklarda takım elbiseleriyle yürüyen insanlar görüyoruz. İnsan Hakları Mahkemesi de yine bu şehirde bulunuyor. Meraklıları bu binaları dışarıdan görebilir. Strasbourg aynı zamanda en büyük ve en güzel Noel pazarlarından birinin kurulduğu yermiş. Noel zamanında şehir daha da renkleniyormuş.


Bavulları otele bırakıp kısa bir şehir turu yapıyoruz. Şehrin eski merkezi çok büyük bir yer değil Meydandaki Notre Dame Katedrali turistik noktaların başlangıcı. Birçok kişi geceleyin ışıklandırılmış olan katedralin fotoğrafını çekiyor. Yalnız katedral oldukça uzun olduğu için yere eğilip çekmek gerekiyor. Katedralin mimarisi gerçekten göz kamaştırıcı. Katedralin yakınında bulunan ve iri cüsseli insanların tasvir edildiği heykellerin benzerleri şehrin farklı yerlerinde karşımıza çıktı. Bunlar katedralin yapılışının bilmem kaçıncı yılını kutlamak için Alman bir sanatçı tarafından hazırlanmış. Daima burada duracaklar mı bilmiyorum ama oldukça şirin görünüyorlardı.

Ertesi günün tamamını Strasbourg’da geçiriyoruz. Burada en beğendiğim yer Petite France. Yani Küçük Fransa bölgesi. Adından da anlaşılabileceği gibi oldukça küçük bir alanı kapsıyor. L’ill nehrinin etrafına dizilmiş ve ahşap malzeme kullanılarak yapılmış evler oldukça güzel. Evlerin hepsi rengârenk çiçeklerle kaplı. Biz bu bölgeyi birkaç defa turlayıp birbirinden güzel fotoğraflar çektik. Eskiden bu evlerin bir kısmı dericilere bir kısmı da değirmencilere aitmiş; çünkü suya ihtiyacı olan bu meslek grupları nehrin suyundan yararlanıyorlarmış. Evlerin birçoğu restoran olarak kullanılıyor. Gündüz saatlerinde kapalı olan bu mekânlar akşamüzeri yavaş yavaş açılmaya başlıyor. İçlerinde oldukça otantik görünümlü olanlar var. Buranın soğan çorbası ve ördek eti meşhurmuş. Bizde pek bulunmayan ördek etinin fiyatı  makul. Denemekte yarar var. Biz Petit France’ın tam ortasındaki köprünün kenarında bulunan merkezî bir lokantada ördek eti yedik. Ördek eti haşlanmış patatesle servis ediliyor. Meşhur soğan çorbasını ise tadamadık. Çünkü Avrupa’da istediğiniz her saatte gidip restorana oturamıyorsunuz. Öğle ve akşam yemeklerinin belli saatleri var. Biz öğlen soğan çorbası zamanını kaçırmışız maalesef, sonradan öğrendik. Şehirdeki pastanelerin vitrinlerinde birbirinden güzel tatlılar sergileniyor. Tabii ki meşhur Fransız tatlılarından yiyoruz J


Strasbourg’da hem katedral bölgesinde hem de Petite France’ta çeşitli mağazalar ve hediyelik eşyalar satan dükkânlar bulunuyor. Birçok yerde Alsas-Loren bölgesinin simgesi olan leylek motifli ürünlerle karşılaşmak mümkün. Le Petit France’taki evlerin tepelerinde de leylek yuvaları görebilirsiniz. Bunun için öncelikle kafanızı kaldırmanız gerek. Katedral Meydanı’nda yer alan Kammerzell Evi, şehrin en eski binası diye biliniyor. Gutenberg Meydanı’nda matbaayı icat eden Gutenberg’in heykeli ile güzel bir atlıkarınca var.Strasbourg’un sokakları ile caddelerinde çok sayıda lüks mağazayla da karşılaşıyorsunuz. Giyimden, aksesuara kadar birçok ünlü markanın mağazasına girip alışveriş yapabilirsiniz.

Strasbourg’da nehir üzerinde tekne turu yapmak şart değil ama şehri bir de nehir üzerinde görmek isterseniz tercih edilebilir. Biz yaklaşık 45 dakika süren bir tura katıldık. Yukarıda bahsettiğim ciddi binalar nehir turunda daha iyi görülüyor. Bazı yerlerde suyun alçalması için beklenirken bazen de tam tersi suyun yükselmesi için teknenin ilerleyişine ara veriliyor.

Petit France’ın romantik havası haricinde Strasbourg’da fazla bir şey yok bence. Bir gün içinde rahatlıkla gezilebilir. Şehirde birçok Türk’le de karşılaştık. Türklerin ilgi gösterdiği bir şehir burası. Kürt nüfusu da bir hayli fazla. Köprülerin üzerinde Kürtçe yazılar vardı kimi yerlerde. Burada dikkatimi çeken başka bir şey de köprü altlarında yaşayan birçok evsiz olması. Bürokrasinin şehri olan Strasbourg’un öbür yüzünde başka başka hayat hikâyeleri var. Yoksulluk her yerde karşınıza çıkabiliyor. Görkemli binalarla köprü altlarını bir arada düşünmek bu dünyanın adaletsizliğine sövmenize neden oluyor.

Alsas, şaraplarıyla ünlü ve Şarap Yolu olarak adlandırılan bir bölgede yer alıyor. Burada Michelin yıldızına sahip birçok lokanta varmış ve kendi çiftliklerinde yetiştirilen ürünleri kullanıyorlarmış. Bilindiği gibi Fransızlar yeme-içme mevzusuna oldukça düşkünler. Yöre halkı da doğal besinleri tercih ettiği için peynirini çiftlikten, şarabını bağdan alıyormuş. Bizim için biraz lüks sayılabilecek bir durum. 

Strasbourg’dan sonra Şarap Yolu üzerinde ilerleyip meşhur Colmar kasabasına uğruyoruz. Colmar programımıza sonradan dâhil edildiği için mutluyum. Colmar’la ilgili bir belgesel izlediğimden beri burayı çok merak ediyordum. Kasabaya çok erken bir saatte vardığımız için ortalık sessiz. Kasabanın girişine Özgürlük Heykeli’nin küçük bir benzerini koymuşlar. Heykeli yapan Bartholdi, Colmarlı’ymış. Colmar oldukça küçük bir kasaba ama gerçekten göz kamaştırıyor. O kadar muhteşem bir görselliği var ki gerçek değilmiş gibi duruyor. Yani ya bir film setindesiniz ya da bir kartpostalın içinde. Strasbourg’un küçük bir benzeri sanki ama ondan daha ihtişamlı. Burada da tablo; nehir, köprüler, ahşap desenli evler ve her yerden sarkan çiçekler ile tamamlanıyor. Strasbourg’un Küçük Fransa’sı varsa Colmar’ın da Küçük Venedik’i var. Burada kanal turu yapabilir, etraftaki kafe ve lokantalara oturabilirsiniz. Bizim çok zamanımız olmadığı için ben sürekli fotoğraf çekmekle uğraştım ve Petit Venice’i birkaç kez turladım. Benim gibi fotoğraf meraklısı biriyseniz buranın her köşesinde bir fotoğrafınız olsun isteyebilirsiniz. Bir ara etrafımıza bakarken balkonlardan birinde kahve içen bir teyze gördük. Biz manzaranın güzelliği karşısında şaşkına dönmüşken o, bu güzelliği görmeye alışkın gözlerle sakin sakin etrafı izliyordu. Bir an için hepimiz onun yerinde olmak istedik galiba.

Colmar’daki bir pazardan Fransız peynirleri ile şarap aldık. Buradan ayrılırken kasabanın dışındaki bir alışveriş bölgesine uğradık. Fransızlar büyük alışveriş merkezlerinin şehrin ortasına kurulmasına izin vermiyormuş. Bu alışveriş ve mobilya mağazaları için ticaret merkezi denilen ayrı bir bölge oluşturuluyormuş. Benim gibi Avrupa’nın en çok alışveriş merkezine sahip şehrinde yaşıyorsanız bu durum pek hoşunuza gitmeyebilir tabii!!

Colmar’a konaklamalı olarak gelmeyi aklıma koymuşken Şarap Yolu’nu takiben yola devam ediyoruz. Şarap tadımı turlarının yapıldığı bu bölgede birçok kasaba bulunuyor. Biz İsviçre’ye doğru gittiğimiz için bağlara bakmakla yetiniyoruz. İsviçre’deki durağımız Zürih; ancak burada bir günümüz var yalnızca. Bilindiği gibi İsviçre Avrupa’da hayat standartlarının en yüksek olduğu şehir. İnsan buraya dair daha çok bilgi edinmek istiyor ama şimdilik kısa bir şehir turuyla idare edelim.
Zürih, Limmat nehri ile Zürih Gölü’nün birleştiği bir noktada kurulmuş. Şehre girdiğinizde göle mi nehir manzarasına mı bakacağınızı şaşırıyorsunuz. Zürih’te dünyanın her yerinden insanlar var. Çekik gözlülerin fazla olması dikkatimi çekmişti. Rehber İsviçreli erkeklerin son yıllarda Asyalı kadınlarla, özellikle Taylandlılarla evlendiklerini söyledi. İsviçre’nin refah içinde yaşayan insanları güneşsiz günlerden bunalıp “ay ne yapsak acaba” diye düşünürlerken çareyi gönüllerini Tayland’ın egzotik güzellerine kaptırmakta bulmuşlar. İsviçreliler o kadar zengin ki yılın farklı dönemlerini istedikleri ülkelerde geçirebiliyorlar. Her zaman çalışmak zorunda değiller. Savaşlara katılmayan ve politik meselerle ilgilenmeyen İsviçre, zenginliğini kendisini diğer ülkelerden izole etmesine borçlu. Paralarının kendi ülkelerinde kalmasını isteyen İsviçreliler başka ülkelere gidip alışveriş yapmaktansa paralarını ülkelerinde harcamayı tercih ediyorlarmış. İsviçre, AB üyesi değil. Ülkenin para birimi İsviçre frangı. Birçok yerde Euro da kabul ediliyor ama frank kullanmak daha kârlı.

İsviçre’de en çok hoşuma giden şeylerden biri bireye önem veriyor olmaları. Bu bireycilik onları zaman zaman yalnızlığa ve bunalıma sürüklese de başkalarının hayatlarına müdahalede bulunmuyorlar. İsviçreliler herkesle samimi olup muhabbet eder ama özel hayatlarından bahsetmezlermiş çoğunlukla. Sakin, kendi hâllerinde bir hayat sürmekten hoşlanırlarmış. Hayatlarında en çok zaman ayırdıkları şeylerden biri kayak. Hafta sonlarını genellikle Alplerdeki kayak merkezlerinde geçiriyorlarmış. Limmat Nehri’nde yüzmek de popüler bir faaliyetmiş.

Zürih’e vardığımızda hava soğuk ve rüzgarlı. Üstelik gezimizin sonralarına geldiğimiz için ayaklarımı zor sürüklüyorum yorgunluktan. Şehrin merkezini şöyle bir geziyoruz. Banhoffstrasse caddesinde lüks dükkânlar var. Buranın sosyetik havasını sevmiyorum. Hem o meşhuuur İsviçre saatlerine o kadar para vermeye değer mi hiç! Buradan ayrılıp gölü takip ederek eski şehri geziyoruz. Buradaki meşhur binaların ve kiliselerin önünde fotoğraf çekiyoruz. Birçok yerde inşaat var. Bazı sokaklara girilmiyor. Yemek yiyecek doğru düzgün bir yer bulamıyoruz. Fiyatlar oldukça pahalı. Bir yerden atıştırmalık sandviç alıyorum. İçine turp ve kabak gibi sebzeler de koymuşlar, gayet lezzetli. Göl kenarındaki bir kafede kahve içiyoruz. Sonra kısa süreli bir merkez turu daha. Zaten şehirde pek gezecek bir yer yok. Bir tepedeki parka oturup Zürih’e yukarıdan bakıyoruz. İsviçre deyince niye çikolatadan bahsetmedin diyenler olabilir. Ben Belçika çikolatalarından ziyade İsviçre çikolatalarını severim ama yol üstündeki bir benzincide daha ucuza Lindt bulmak varken burada alışveriş yapmaya hiç gerek yok.

İsviçre’nin havası, suyu çok güzel ama Zürih bana biraz soğuk ve kasıntı bir şehir gibi geldi. Ertesi gün Schaffhausen’e doğru yola çıktığımızda daha mutlu oluyorum çünkü inanılmaz doğa manzaralarıyla karşılaşıyoruz. Şehirden uzaklaşıp doğaya sığınmak daha mutlu ediyor insanı bazen. Al sana kaçış teması!

Biz artık dönüş yolundayız. Ne görsek kârdır diye düşünüp etrafımı dikkatle izliyorum. Gezme-görme konusunda son derece tutkulu biri olduğum için “tüh bu gölü göremedik”, “vah şu manzaranın tadını çıkaramadık” diye içimden söyleniyorum. Zürih’e gelme planınız varsa mutlaka yakınlarındaki şehirlere de zaman ayırın. Trenle kısa sürede gelinebilecek bu şehirler oldukça güzel. Zürih’e yaklaşıp bir saat mesafede olan Schaffhausen’e vardığımızda Avrupa’nın en büyük şelalesi olarak geçen Rhein Şelalesi’ni görüyoruz. Şelalenin döküldüğü yeri tam göremiyoruz ama küçük bir bölümünde gezinti yapıyoruz. Güneş ışınları şelaleyi aydınlatsa da hava soğuk. Sular gürültüyle akıyor, etraftaki diğer sesler duyulmuyor. Burada yarım saatimiz vardı. O yüzden ben hızlı bir tur attım. Suların etrafında yürümek çok eğlenceliydi.

Ardından Almanya’ya doğru devam ettik. Konstanz (Bodensee de deniyor) Gölü yol boyunca bize eşlik etti. Burada her yerde bir göl ya da nehir var zaten. Konstanz Gölü hem Almanya hem de İsviçre’den geçiyor. Sanırım biz yine ülke değiştiriyoruz ve yine anlaşılmıyor J Havaalanına gitmeden önce bu göle daha yakından bakabilmek için Friedrichschafen şehri yakınlarındaki Meersburg kasabasına uğruyoruz. Küçük, hoş bir Ortaçağ kasabası. Kasabanın sırtlarında üzüm bağları var. Meyveleriyle ünlü bu bölgede buraya özgü bir elma yetiştiriliyormuş bir de. Bölgede kaplıcalar da var. Yani kısacası tarih, doğa, sağlık, ne ararsanız var bu küçük kasabada. Şehrin meydanı Marktplatz oldukça şirin. Bu meydanda ve göl kenarında yürüyoruz.


Veee son durak Almanya’daki Friedrichschafen Havaalanı. Küçük ve sakin bir yer. Zürih’e giderseniz buradan dönüş yapabilirsiniz. Fiyat da daha uygun tabii. Almancılarımız da burayı kullanıyormuş ucuz olduğu için.

“Başlayan her şey biter” demiş Seneca. Ben Alsas, Alpler ve Bavyera temalı turumuzu çok sevdim. Çok güzel yerler gördüm, ilk defa annemi tek başıma bir yerlere götürdüm ve güzel insanlarla tanıştım. Rehberimiz Gülay Hanım hem çok bilgili hem de eğlenceli biriydi. Burada paylaştığım bazı şeyleri ondan öğrendim. Strasbourg’da gezi sırasında tanıştığımız Filiz ve Hatice Hanımlar ile oldukça keyifli vakit geçirdik, bol bol güldük. Hatta imkânsızı başarıp Petit France’ı ararken kaybolduk. Zürih’te de aynı ekiple gittiğimiz bir restoranda milliyetçi duygularımız kabardığı için neredeyse olay çıkarıyorduk J Bu yazı dizisini bitirmeden bu kısa anektodları paylaşmadan edemedim.

İnsan ömrü öyle pek de uzun değil. Her istediğimizi gerçekleştirmeye zaman bulamayabiliriz yolun sonuna geldiğimizde. Ben bu gezim sırasında da birçok hayal kurdum yine. İnsan hayal kurmadan edemiyor neticede.

Bir sonraki rota neresi? Ben de merak ediyorum…








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder