“Kılçıksız Sanat”, Kerem
Işık’ın üçüncü öykü kitabı Iskalı
Karnaval’da (2015) yer alan sekiz öyküden biridir. Kitabın ilk öyküsü
“Kalbi Büyüyen Adam”ı dışarıda bırakırsak Iskalı
Karnaval’ın tematik bir bütünlüğe sahip olduğu söylenebilir; çünkü
öykülerin hepsi birer distopya şeklinde kurgulanmıştır. Distopyalarda otoriter
devletlerin insanlar üzerindeki baskısıyla yaşamsal varlığımızı tehdit
edebilecek açlık, susuzluk gibi olası sorunlar, genellikle uzak bir gelecekte
anlatılır. Burada ise yakın bir geleceği, hatta bugünü okuyoruz. Öykülerde
zaman kavramı çok belirgin bir şekilde verilmese de Kerem Işık, bizi günümüzden
çok da uzağa götürmüyor.
“Kılçıksız Sanat”ın olay
öyküsü şöyle özetlenebilir: Yazar Yunus Bey, üç senedir üzerinde çalıştığı öykü
dosyasını sansür kurulunun beğenisine sunmak için SANKİ tarafından mülakata çağrılır.
Öyküde bu mülakat sırasında yaşananlar konu edilir. Sansür Kurulu İdaresi
anlamına gelen SANKİ; ülke çapında yayımlanacak bütün dergileri, kaynak
kitapları ve edebî metinleri denetimden geçiren bir kurumdur ve beş memur
tarafından idare edilir. SANKİ’nin
Kılçıksız sanattır halkın hak ettiği
Sıkı bir denetimle mümkündür SANKİ! (s. 80).[1]
şeklindeki sloganı kurulun varlık
amacını açıklar gibidir.
“Kılçıksız Sanat” öyküsünde karşımıza çıkan “SANKİ,
SERÇE” gibi kısaltmalar kitaptaki diğer öykülerde de vardır. Bu kısaltmaların ne
anlama geldiği öykünün içinde ya da sayfa altlarındaki dipnotlarda açıklanır.
Kerem Işık, George Orwell’ın ünlü distopyası 1984’teki gibi yeni kavramlar üretmiştir. Orwell, 1984’te “yenisöylem”, “çiftdüşün”, “yokkişi”,
“yüzsuçu” gibi özgün kelimelerle orijinal bir kurgu dünyası yaratmıştır. Bunlar,
distopik metinde kurgulanan hayalî dünyanın nasıl bir sistemle yönetildiğine
işaret edecek şekilde tasarlanır.
Sansür kurulunun genel
merkezi gösterişli bir binanın yirminci katındadır. Yunus Bey, öncelikle bekleme
odasında ilk roman dosyasıyla mülakata gelen; ufak tefek, kumral, çekici bir
kadınla konuşur. Bu kadının öyküde önemli bir işlevi yoksa da öykünün sonunda
tekrar ortaya çıkacaktır. Anlatıcı, mülakat odasına girdiğinde mekânın tasviri
yapılır. Odanın duvarlarına iktidar partisi döneminde gerçekleştirilen çeşitli
projelerin posterleri ve reklam ilanları asılıdır. Burada yaratılan soğuk ve
kasvetli ortam, mekân-insan ilişkisinin canlandırılmasına yaradığı gibi
distopik metinlerdeki mekân tasarımına da uygundur.
Öyküde kahraman anlatıcı
konumunda olan Yunus Bey, kitapları yayımlanmış deneyimli bir yazardır ve en
son beş yıl önce bir mülakata girmiştir. Mülakat sırasında beş memur, Yunus
Bey’e Bir Tuhaf Boşluk isimli öykü
dosyasına dair sorular sormaya başlarlar. Her açıdan tuhaf ve rahatsız edici
bir konuşma olur aralarında. Öncelikle yazara neden kitap yazdığı sorusu
yöneltilir. Ardından kitabın içeriğiyle ilgili yorum ve tespitler yapılır.
Örneğin Yunus Bey’in öyküleri biraz karamsar bulunduğu için eleştirilir; çünkü
“halkımızın dertlenmeye değil,
neşelenmeye ihtiyacı var”dır (s. 84). Ayrıca kitaptaki “Süslü cümleler. Yabancı uyruklu kelimeler.
Tanımlanamayan ifadeler. Uzayıp giden ve bir türlü sonuca ulaşmayan fikir salataları…”
(s. 85) halkın beğenisine hitap etmez. Bu
noktada anlatıcının ruh hâli üzerinde durmak gerekir. Olay örgüsünün
başlangıcında mülakata çağrıldığı için sevinen anlatıcı, olan biteni
şaşkınlıkla izler ve ne diyeceğini bilemez. Önceki deneyimlerinden dolayı iyi
bir iş çıkartacağını düşünen Yunus Bey, hayal kırıklığına uğrar. Zaman içinde
kurumun yapısında değişiklik yapılmış, kitaplara yapılan “müdahale”ler farklı
bir noktaya ulaşmıştır. Devlet otoritesinin temsilcisi konumunda olan bu beş
memur, düşünce özgürlüğünü baskı altına alırken otoritenin sanata ve sanatçıya
bakış açısını da yansıtmış olur.
Kerem Işık, bu öyküde
ülkemizde son yıllarda giderek daha da büyük bir sorun hâline gelmeye başlayan
sansür konusuna odaklanmıştır. Bu mekanizmanın nasıl işlediği ve yaratıcılığı
ne ölçüde etkilediği meselesi, bu hikâyenin yazılma amacıdır denilebilir. Sinemada,
televizyonda, internette uygulanan sansür genel bir sorundur; ancak burada
kitabın türüne de uygun düşen bir şekilde öykü özelinde işlenmiştir. Iskalı Karnaval’daki diğer öykülerde
modern hayatın ve kapitalist sistemin hayatımızı nasıl kısıtladığı günlük
hayatın akışı içinde, sıradan olayların aktarımıyla anlatılırken bu öyküde
sistem ve çıkmazları, sanatsal üretim ile sanatçının özgürlüğü gibi başlıklar
altında ele alınır. Burada okurun üzerinde düşünmesi gereken birkaç soru ortaya
çıkabilir: 1) Yazar, yazma edimini gerçekleştirirken ne kadar özgürdür? 2)
Sansür ve otosansür yaratıcılığı nasıl etkiler? 3) Editörlük kurumu nasıl
işler? Editörün metne müdahale sınırları nereye kadardır?
Kitap sansürü ve
yasaklarının tarihi oldukça eski dönemlere uzanır. Devleti yönetenler siyasi,
toplumsal, dinî ya da ahlaki gerekçelerle kendi anlayışlarına uygun bulmadıkları
kitapları ve yazarları cezalandırmıştır. Örneğin Mahmut Makal’ın Bizim Köy (1950) romanı Anadolu
köylerinin yoksulluğunu yansıttığı ve komünizm propagandası yaptığı
gerekçesiyle yasaklanırken Harper Lee’nin ırkçılığı eleştiren romanı Bülbülü Öldürmek (1960), Amerika’da bir
dönem ırkçı bir roman olarak değerlendirilmiştir. Lewis Carroll’ın Alis Harikalar Diyarında (1865) eseri
ise Çin’in bir eyaletinde insanlarla hayvanları eşit gören bir kitap diye
nitelendiği için sakıncalı bulunmuştur. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Zira muhalif
düşüncelere ve yazılı ürünlere yönelik baskı, devlet mekanizmasının varlığını
devam ettirmesine yarar.
“Kılçıksız Sanat”ta kahramanımız
uğrunda uykusuz geceler geçirdiği, tek bir kelimesi için saatler harcadığı bir eserin
kurul tarafından kabul edip edilmeyeceği kaygısını taşırken, yazar da kendi
yazma sürecini düşünmektedir. Dolayısıyla kurguda bir oyun olduğu söylenebilir.
Kerem Işık, öyküde bir üst-kurmaca gerçekliği yaratarak öykünün iletisini
farklı bir bağlamda da okuyabilmemizi sağlar. Edebiyatta sansür meselesini kendi
yaratıcılığının ürünü olan bir kurgu içinde düşünürken bir yandan da o kurguyu
yazmaktadır. SANKİ memurlarıyla Yunus arasında geçen diyaloglar da üst-kurmacanın
varlığını doğrular niteliktedir.
Yazarın ayrıntılara önem
veren dikkatinin ve hayal gücünün etkisiyle ortaya çıkan fantastik kurgu, giderek absürt bir “gerçeğe”
dönüşür. Memurlardan biri olan Ragıp Bey, Yunus Bey’in çabası boşa gitmesin
diye kitabın uygun bir editoryal çalışmayla kurulun standartlarına uygun hâle
getirilmesini önerir. Standartlara uygunlukla otoritenin beklentisini
karşılayan bir kitabın yazılması kastedilir hiç şüphesiz. “SERÇE” yani Serbest
Çağrışımlı Editörlük sistemi, öykülerdeki konuların çağrışımlardan hareketle
yeni öyküler yazmayı amaçlar.
Kitaptaki tüm öykülerde
kullanılan iki anlatım tekniği “Kılçıksız Sanat”ta da vardır: ironi ve mizah. Memurlar
Yunus Bey’in yazdıkları üzerine konuşurken aslında edebiyattan ne kadar
anlamadıklarını da açık eder ve komik duruma düşerler. Örneğin memurlardan biri
kitaptaki öyküleri okurken dört tane soda içme ihtiyacı hissettiğini söyler. Öykünün
sonunda kahramanımız da içinde bulunduğu durumun tuhaflığını kanıksayacak ve
öykü yine ironik bir şekilde sona erecektir. Henüz basılmayan kitapların
yasaklandığı, “sakıncalı” kitapları çeviren çevirmenlerin gözaltına alındığı,
uygun bulunmayan şiir dizelerinin ders kitaplarından atıldığı bir dönemde
güncel bir soruna değinen “Kılçıksız Sanat” öyküsü, tekrar tekrar okunmayı ve
üzerine düşünmeyi hak eden bir öykü olarak dikkati çeker.
[1] Yazıdaki
tüm alıntılar bu kitaptandır: Kerem Işık, Iskalı
Karnaval, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2015.