25 Aralık 2018 Salı

Kerem Işık'tan "Kılçıksız Sanat"


“Kılçıksız Sanat”, Kerem Işık’ın üçüncü öykü kitabı Iskalı Karnaval’da (2015) yer alan sekiz öyküden biridir. Kitabın ilk öyküsü “Kalbi Büyüyen Adam”ı dışarıda bırakırsak Iskalı Karnaval’ın tematik bir bütünlüğe sahip olduğu söylenebilir; çünkü öykülerin hepsi birer distopya şeklinde kurgulanmıştır. Distopyalarda otoriter devletlerin insanlar üzerindeki baskısıyla yaşamsal varlığımızı tehdit edebilecek açlık, susuzluk gibi olası sorunlar, genellikle uzak bir gelecekte anlatılır. Burada ise yakın bir geleceği, hatta bugünü okuyoruz. Öykülerde zaman kavramı çok belirgin bir şekilde verilmese de Kerem Işık, bizi günümüzden çok da uzağa götürmüyor.

“Kılçıksız Sanat”ın olay öyküsü şöyle özetlenebilir: Yazar Yunus Bey, üç senedir üzerinde çalıştığı öykü dosyasını sansür kurulunun beğenisine sunmak için SANKİ tarafından mülakata çağrılır. Öyküde bu mülakat sırasında yaşananlar konu edilir. Sansür Kurulu İdaresi anlamına gelen SANKİ; ülke çapında yayımlanacak bütün dergileri, kaynak kitapları ve edebî metinleri denetimden geçiren bir kurumdur ve beş memur tarafından idare edilir. SANKİ’nin
Kılçıksız sanattır halkın hak ettiği
Sıkı bir denetimle mümkündür SANKİ! (s. 80).[1]

şeklindeki sloganı kurulun varlık amacını açıklar gibidir.

 “Kılçıksız Sanat” öyküsünde karşımıza çıkan “SANKİ, SERÇE” gibi kısaltmalar kitaptaki diğer öykülerde de vardır. Bu kısaltmaların ne anlama geldiği öykünün içinde ya da sayfa altlarındaki dipnotlarda açıklanır. Kerem Işık, George Orwell’ın ünlü distopyası 1984’teki gibi yeni kavramlar üretmiştir. Orwell, 1984’te “yenisöylem”, “çiftdüşün”, “yokkişi”, “yüzsuçu” gibi özgün kelimelerle orijinal bir kurgu dünyası yaratmıştır. Bunlar, distopik metinde kurgulanan hayalî dünyanın nasıl bir sistemle yönetildiğine işaret edecek şekilde tasarlanır.

Sansür kurulunun genel merkezi gösterişli bir binanın yirminci katındadır. Yunus Bey, öncelikle bekleme odasında ilk roman dosyasıyla mülakata gelen; ufak tefek, kumral, çekici bir kadınla konuşur. Bu kadının öyküde önemli bir işlevi yoksa da öykünün sonunda tekrar ortaya çıkacaktır. Anlatıcı, mülakat odasına girdiğinde mekânın tasviri yapılır. Odanın duvarlarına iktidar partisi döneminde gerçekleştirilen çeşitli projelerin posterleri ve reklam ilanları asılıdır. Burada yaratılan soğuk ve kasvetli ortam, mekân-insan ilişkisinin canlandırılmasına yaradığı gibi distopik metinlerdeki mekân tasarımına da uygundur.

Öyküde kahraman anlatıcı konumunda olan Yunus Bey, kitapları yayımlanmış deneyimli bir yazardır ve en son beş yıl önce bir mülakata girmiştir. Mülakat sırasında beş memur, Yunus Bey’e Bir Tuhaf Boşluk isimli öykü dosyasına dair sorular sormaya başlarlar. Her açıdan tuhaf ve rahatsız edici bir konuşma olur aralarında. Öncelikle yazara neden kitap yazdığı sorusu yöneltilir. Ardından kitabın içeriğiyle ilgili yorum ve tespitler yapılır. Örneğin Yunus Bey’in öyküleri biraz karamsar bulunduğu için eleştirilir; çünkü “halkımızın dertlenmeye değil, neşelenmeye ihtiyacı var”dır (s. 84). Ayrıca kitaptaki “Süslü cümleler. Yabancı uyruklu kelimeler. Tanımlanamayan ifadeler. Uzayıp giden ve bir türlü sonuca ulaşmayan fikir salataları…” (s. 85) halkın beğenisine hitap etmez.  Bu noktada anlatıcının ruh hâli üzerinde durmak gerekir. Olay örgüsünün başlangıcında mülakata çağrıldığı için sevinen anlatıcı, olan biteni şaşkınlıkla izler ve ne diyeceğini bilemez. Önceki deneyimlerinden dolayı iyi bir iş çıkartacağını düşünen Yunus Bey, hayal kırıklığına uğrar. Zaman içinde kurumun yapısında değişiklik yapılmış, kitaplara yapılan “müdahale”ler farklı bir noktaya ulaşmıştır. Devlet otoritesinin temsilcisi konumunda olan bu beş memur, düşünce özgürlüğünü baskı altına alırken otoritenin sanata ve sanatçıya bakış açısını da yansıtmış olur.

Kerem Işık, bu öyküde ülkemizde son yıllarda giderek daha da büyük bir sorun hâline gelmeye başlayan sansür konusuna odaklanmıştır. Bu mekanizmanın nasıl işlediği ve yaratıcılığı ne ölçüde etkilediği meselesi, bu hikâyenin yazılma amacıdır denilebilir. Sinemada, televizyonda, internette uygulanan sansür genel bir sorundur; ancak burada kitabın türüne de uygun düşen bir şekilde öykü özelinde işlenmiştir. Iskalı Karnaval’daki diğer öykülerde modern hayatın ve kapitalist sistemin hayatımızı nasıl kısıtladığı günlük hayatın akışı içinde, sıradan olayların aktarımıyla anlatılırken bu öyküde sistem ve çıkmazları, sanatsal üretim ile sanatçının özgürlüğü gibi başlıklar altında ele alınır. Burada okurun üzerinde düşünmesi gereken birkaç soru ortaya çıkabilir: 1) Yazar, yazma edimini gerçekleştirirken ne kadar özgürdür? 2) Sansür ve otosansür yaratıcılığı nasıl etkiler? 3) Editörlük kurumu nasıl işler? Editörün metne müdahale sınırları nereye kadardır?

Kitap sansürü ve yasaklarının tarihi oldukça eski dönemlere uzanır. Devleti yönetenler siyasi, toplumsal, dinî ya da ahlaki gerekçelerle kendi anlayışlarına uygun bulmadıkları kitapları ve yazarları cezalandırmıştır. Örneğin Mahmut Makal’ın Bizim Köy (1950) romanı Anadolu köylerinin yoksulluğunu yansıttığı ve komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle yasaklanırken Harper Lee’nin ırkçılığı eleştiren romanı Bülbülü Öldürmek (1960), Amerika’da bir dönem ırkçı bir roman olarak değerlendirilmiştir. Lewis Carroll’ın Alis Harikalar Diyarında (1865) eseri ise Çin’in bir eyaletinde insanlarla hayvanları eşit gören bir kitap diye nitelendiği için sakıncalı bulunmuştur. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Zira muhalif düşüncelere ve yazılı ürünlere yönelik baskı, devlet mekanizmasının varlığını devam ettirmesine yarar.

“Kılçıksız Sanat”ta kahramanımız uğrunda uykusuz geceler geçirdiği, tek bir kelimesi için saatler harcadığı bir eserin kurul tarafından kabul edip edilmeyeceği kaygısını taşırken, yazar da kendi yazma sürecini düşünmektedir. Dolayısıyla kurguda bir oyun olduğu söylenebilir. Kerem Işık, öyküde bir üst-kurmaca gerçekliği yaratarak öykünün iletisini farklı bir bağlamda da okuyabilmemizi sağlar. Edebiyatta sansür meselesini kendi yaratıcılığının ürünü olan bir kurgu içinde düşünürken bir yandan da o kurguyu yazmaktadır. SANKİ memurlarıyla Yunus arasında geçen diyaloglar da üst-kurmacanın varlığını doğrular niteliktedir.

Yazarın ayrıntılara önem veren dikkatinin ve hayal gücünün etkisiyle ortaya çıkan  fantastik kurgu, giderek absürt bir “gerçeğe” dönüşür. Memurlardan biri olan Ragıp Bey, Yunus Bey’in çabası boşa gitmesin diye kitabın uygun bir editoryal çalışmayla kurulun standartlarına uygun hâle getirilmesini önerir. Standartlara uygunlukla otoritenin beklentisini karşılayan bir kitabın yazılması kastedilir hiç şüphesiz. “SERÇE” yani Serbest Çağrışımlı Editörlük sistemi, öykülerdeki konuların çağrışımlardan hareketle yeni öyküler yazmayı amaçlar.  

Kitaptaki tüm öykülerde kullanılan iki anlatım tekniği “Kılçıksız Sanat”ta da vardır: ironi ve mizah. Memurlar Yunus Bey’in yazdıkları üzerine konuşurken aslında edebiyattan ne kadar anlamadıklarını da açık eder ve komik duruma düşerler. Örneğin memurlardan biri kitaptaki öyküleri okurken dört tane soda içme ihtiyacı hissettiğini söyler. Öykünün sonunda kahramanımız da içinde bulunduğu durumun tuhaflığını kanıksayacak ve öykü yine ironik bir şekilde sona erecektir. Henüz basılmayan kitapların yasaklandığı, “sakıncalı” kitapları çeviren çevirmenlerin gözaltına alındığı, uygun bulunmayan şiir dizelerinin ders kitaplarından atıldığı bir dönemde güncel bir soruna değinen “Kılçıksız Sanat” öyküsü, tekrar tekrar okunmayı ve üzerine düşünmeyi hak eden bir öykü olarak dikkati çeker.



[1] Yazıdaki tüm alıntılar bu kitaptandır: Kerem Işık, Iskalı Karnaval, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2015.

22 Aralık 2018 Cumartesi

DOĞU LONDRA ve SOKAK SANATI

İngiltere’nin çokkültürlü yapıya sahip başkenti Londra, sokak sanatçılarının sanatlarını özgürce icra edebildikleri bir yer. Sokak sanatının çeşitli türlerine Londra’nın hemen hemen her bölgesinde rastlayabilirsiniz; ancak çoğunlukla alt gelir grubunun ve göçmenlerin yaşadığı, kentin doğusunda yer alan Shoreditch ve Brick Lane gibi gettolar, son birkaç yıldır dünyanın çeşitli yerlerinden gelen sokak sanatçılarının uğrak yeri haline gelmiş durumda. Bu bölgelerde duvar resimlerinin ve graffitinin pek çok örneğiyle karşılaşmak mümkün. Binaların farklı yüzeylerini, kapıları, duvarları ve lokanta girişlerini çeşitli boyutlardaki resimlerle dolduran sanatçılar, Shoreditch ve Brick Lane sokaklarını neredeyse bir açık hava galerisine dönüştürmüşler.

Sokak sanatına duyulan ilginin artmasıyla birlikte bu bölgelerde "Street Art London" adı verilen yürüyüş turları düzenlenmeye başlamış. Genellikle sokak sanatçılarından birinin rehberlik ettiği bu turların süresi iki ilâ dört saat arasında değişiyor. Bu sokakları kendiniz de gezebilirsiniz; ancak rehberler graffitiler ve sanatçılar hakkında ayrıntılı bilgiler verdikleri için turlara katılmak daha keyifli. Yürüyüş sırasında katılımcılara Shoreditch’te sanatçıların beraber çalıştıkları atölyeyi ve buradaki graffiti malzemelerini görme imkânı da sunuluyor.

Sanatın kapalı kapıların ardında değil, sokakta yapılması gerektiği fikrinden doğan graffitinin sanat mı yoksa vandalizm mi olduğu tartışılan bir konu olsa da politik sorunlara dikkat çekmek için bir tür protesto biçimi olarak kullanılan sokak sanatının son zamanlarda tekrar itibar kazandığı söylenebilir. Graffiti yapmak yasal olmadığı için sistemle derdi olan ve politik çizimleriyle tanınan sokak sanatçılarının birçoğu isimlerini gizlemeyi tercih ediyor. Sanatçılar resimlerinin altına attıkları imzalarla, motiflerle ya da takma adlarla tanınıyor. Bu tarz sanatçılar genellikle geceleri gizli çalışırken sokak sanatının günlük hayatın bir parçası olarak görüldüğü Londra ve Buenos Aires gibi şehirlerin bazı bölgelerinde ise gündüz de rahatlıkla çalışılabiliyor. Üstelik yanlarından geçen insanlar da onların çalışmalarını izleyebiliyor. Bu bölgelerde sanatçıların çalışmalarını örgütler ya da dernekler destekliyor. Sokak sanatı aynı zamanda kolektif bir çalışma biçimi. Kimi sanatçılar, projelerde veya festivallerde bir araya gelip bir süre birlikte çalışabiliyor. 

Sokak sanatçılarının birçoğu dünya çapında tanınıyor. Bu sanatçıların en ünlüsü İngiliz Banksy. Savaş karşıtı, çevreci çizimleri ve politik sloganlarıyla tanınan Banksy’nin gerçek kimliği bilinmiyor. Banksy’nin çalışmalarına öyle büyük bir ilgi var ki resimleri, kimi zaman bulundukları yerden taşınıp yüksek fiyatlara satılıyor. Banksy’nin bu kadar meşhur olmasını eleştiren ve onun çizimlerinin üzerine kendi resimlerini yapan sanatçılar da var. Shoreditch’te birkaç duvarda Banksy’nin tahrip edilmiş birkaç resmini de görebilirsiniz. Banksy dünyadaki farklı kentlerin duvarlarına yazdığı “This wall is a designated graffiti area” yazısıyla da tanınıyor. Banksy bu yazıyla meslektaşlarını çizim yapmaya davet ediyor. Shoreditch’te çekilen aşağıdaki fotoğrafta Banksy’nin graffitisinin yanına başka graffitiler çizildiğini görebilirsiniz. Bu sokağın tamamı rengarenk çizimlerle dolu ve insanlar bu resimlerin önündeki banklara oturup içkilerini yudumluyorlar.


egoistokur sokak sanati graffiti sibel yilmaz 2

egoistokur sokak sanati graffiti sibel yilmaz 1

Sokak sanatçılarının birçoğu hayatları boyunca dünyanın farklı yerlerine gidip kentlerin sokaklarını sanatla dolduruyor. Düzenli bir hayatı olan sokak sanatçıları olsa da sanatçıların birçoğu evsiz. Bu fotoğrafta görülen evsiz sanatçı John Dolan, bugünlerde Doğu Londra’nın en ünlü sokak sanatçısı. Her gün köpeğiyle birlikte Shoreditch High Street’te gözüne kestirdiği bir köşeye oturan Dolan, özellikle son yıllardaki gelişimiyle Londra’nın yükselen değerlerinden biri haline gelen Shoreditch’in değişen yüzünü çizimlerine yansıtıyor. Eğer bu aralar yolunuz Londra’ya düşerse 19-26 Eylül tarihleri arasında gerçekleştirilecek "George the Dog, John the Artist" isimli proje kapsamında Dolan’ın diğer ünlü sokak sanatçılarıyla birlikte yaptığı eserlere göz atabilir, Dolan’la konuşma imkânı bulabilirsiniz.


egoistokur sokak sanati graffiti sibel yilmaz 8

Bu resim, eserlerinde sürrealist imgeleri kullanan Arjantinli sokak sanatçısı Martin Ron’a ait. Davet üzerine Londra’ya gelen sanatçı, bu çalışmayı sekiz günde tamamlamış. Ron, "David and Goliath" adını verdiği bu çalışmayı tasarlarken İngiltere başbakanı David Cameron’ın porsuklar hakkında yaptığı bir konuşmadan ilham almış. Ağustos ayında çizilen bu duvar resmini birkaç ay sonra göremeyebilirsiniz. Çünkü dünyanın farklı yerlerinden gelen sanatçılar, önceden çizilmiş bir resmin üstüne yenisini yapıyorlar. Böylece duvarlardaki resimler birkaç aylık aralıklarla değişmiş oluyor. Sokak sanatının geleneği bu bir anlamda. Politik içerikli çizimler ise genellikle kent meclislerinin kararıyla siliniyor. Sokak sanatı kendini sürekli yenilediği için buradaki resimleri Shoreditch ve Brick Lane’de göremezseniz sakın şaşırmayın.

Gerçek kimliğini gizlemeyen ve ürünlerini galerilerde satışan sunan sanatçılardan biri de Christiaan Nagel. Nagel, Londra’nın yüksek binalarının ve duvarlarının üzerine yerleştirdiği farklı renkteki mantar tasarımlarıyla tanınıyor. Poliüretan, fiberglas ve paslanmaz çelikten yapılan bu mantarlar, canlı renklere boyanıyor. Londra sokaklarında -özellikle Doğu Londra’da- gezintiye çıktığınızda dikkatlice bakarsanız çok sayıda mantar görebilirsiniz Arzu edenler sanatçının internet sitesinde satışa sunulan mantar desenli gömleklerden satın alabilir. 

egoistokur sokak sanati graffiti sibel yilmaz 7


egoistokur sokak sanati graffiti sibel yilmaz 6


Dscreet isimli Avustralyalı sanatçı ise baykuş çizimleriyle tanınıyor. Dscreet ile birlikte RUN, Thierry Noir, Pablo Delgado, Zomby, Rowdy gibi dünya çapında tanınmış sokak sanatçılarının çalışmalarını Salted Prints adlı bir şirket destekliyor. Bahsi geçen sanatçılar 2012 yılından beri bu şirketin maddi desteğiyle Shoreditch’in duvarlarını boyuyorlar.


egoistokur sokak sanati graffiti sibel yilmaz 4

egoistokur sokak sanati graffiti sibel yilmaz 3

Uzun yıllar boyunca sokaklarda yaşadıktan sonra bir hostele yerleşen Stik takma adlı sanatçı ise yaklaşık on yıldır yukarıda gördüğünüz "Stik people" adını verdiği çizimleriyle tanınıyor. Bu çizimlerin farklı versiyonlarına Londra sokaklarının yanı sıra mağazaların kepenk ve duvarlarında da rastlayabilirsiniz. Son zamanlarda Shoreditch ve Hackney Wick bölgesini bu çizimlerle süsleyen Stik, çift cinsiyetli olan Stik people’ı yaratırken insanların yürürken gösterdikleri davranış biçimlerinden ilham almış. Konuşmadan ve yazıdan önce insanların beden diliyle anlaştıklarını söyleyen sanatçı, basit formlu bedenler çizmekten zevk alıyor. Duvarlardaki resimlerin çeşitli nedenlerle zaman içinde değişime uğradığını söylemiştim. Sanatçılar bazen çizimleri üzerinde de değişiklik yapabiliyor. Stik’in "Art Thief" adını verdiği çalışması buna iyi bir örnek. Stik, çizimi ilk yaptığında camda gözüken küçük Stik people aylar sonraki yeniden çizimde büyük Stik people tarafından çalınıyor. Böylece Stik kendi eserini dönüşüme uğratarak yeniden yaratıyor. Resmin ilk hali için şu linke bakabilirsiniz…

1958 doğumlu Fransız Thierry Noir, 1984 yılında diğer bir sokak sanatçısı Christophe Bouchet ile birlikte her türlü tehlikeyi göze alarak Berlin Duvarı’nı boyamaya başlamış. Berlin Duvarı’nı süslemekten çok, politik bir mesaj vermeyi amaçlayan Noir’in çizimleri Duvar’ın yıkılmasından sonra özgürlükçü hareketlerin simgesi haline gelmiş. Stik gibi tek bir formu çizmeyi tercih eden Noir’in resimlerini bugün dünyanın farklı yerlerinde görebilirsiniz.


egoistokur-sokak-sanati-graffiti-sibel-yilmaz

Sizlere ilk kez Doğu Londra’da karşılaştığım ve daha önce hakkında bilgi sahibi olmadığım sokak sanatı ve sanatçıları hakkında kısaca bilgi vermeye çalıştım. Şüphesiz ki hayatın ve sanatın kaynağı sokaklarda. Sokağa çıkmadan önce Londra’daki sokak sanatı hakkında bilgi edinmek isterseniz aşağıdaki adresi ziyaret edebilirsiniz:

 https://streetartlondon.co.uk/


Bu yazı 2013'te egoistokur.com'da bu hâliyle yayımlanmıştı. Aşağıya çektiğim fotoğraflardan bazılarını da ekliyorum. Bir o kadar daha var albümümde. 







18 Aralık 2018 Salı

Tekinsiz Kentte, Avunamayan Bir Piyanist: Mr. Ryder



Avunamayanlar; Beni Asla Bırakma, Gömülü Dev, Günden Kalanlar ve Değişen Dünyada Bir Sanatçı gibi romanlarıyla tanınan Japon asıllı İngiliz yazar Kazuo Ishiguro’nun 1995’te yayımlanan dördüncü romanıdır. The Guardian’ın yaptığı bir araştırmaya[1] göre okuyucuların bitirmekte en çok zorlandıkları on kitap arasında yer alan Avunamayanlar, yazarın diğer kitapları kadar ilgi görmese de farklı kurgusu ve anlatım teknikleriyle dikkat çeker.

Avunamayanlar, dünyanın en iyi piyanisti olarak nitelenen Mr. Ryder’ın önemli bir konser vermek üzere isimsiz bir Avrupa kentine gitmesiyle başlıyor. Mekânın ismi verilmemiş; ancak Almanca konuşulan, büyük ihtimalle Almanya’da veya Avusturya’da bulunan bir kent olduğu söylenebilir. Ryder, bu kentte yalnızca birkaç gün geçiriyor ve konsere hazırlanıyor. Zaman akışında sıkça geriye dönüş yapıldığı için olay örgüsü kronolojik bir biçimde ilerlemiyor. Olay, Ryder’ın otele gelişiyle başlayıp konserin düzenleneceği Perşembe akşamına kadar geçen üç günlük süreyi kapsıyor. Romanı kurgularken postmodern edebiyatın bazı tekniklerini kullanan Ishiguro, zaman ve mekân sınırlarını aşıp farklı katmanlara sahip bir eser yaratıyor. Bu yüzden kitaptaki olay akışını tam olarak takip edebilmek oldukça güç. Üstelik çeşitli simge ve imgeler aracılığıyla aktarılan kimi durumlar yoruma açık. Yazarın iletisinin ne olduğu da net bir biçimde anlaşılamıyor. Tüm bu özellikleri nedeniyle Avunamayanlar, bir rüya atmosferinde geçiyor ve gerçeküstü unsurları barındırıyor.

İngiliz piyanist Ryder, kente geldiği andan itibaren büyük bir ilgi, hayranlık ve saygıyla karşılanıyor. Kentte tanıştığı birçok kişi Ryder’dan kentin tüm sorunlarını çözebilecek bir “kurtarıcı” olarak bahsediyor. Ryder’ın yalnızca bir müzisyen değil, ne zamandır beklenen bir kurtarıcı gibi görülmesi kent halkının ona farklı misyonlar yüklediğinin göstergesi. Ryder, kentte kaldığı sürece türlü tuhaflıkların içinde buluyor kendini. Sürekli yeni birileriyle tanışıp konuşuyor; ancak bu kentte bulunuş amacının ne olduğunu bir türlü kavrayamıyor. Ryder’ın yeni tanıştığı kişilerle –otel müdürü, bavul taşıyıcısı, kentin ileri gelenleri- yaptığı konuşmalarda Perşembe gecesinin ne kadar önemli olduğu vurgulanıyor. Yaşananlara anlam veremeyen Ryder, sonunda kendini olayların akışına bırakıyor ve karşılaştığı her türlü absürt durumu “olağan” görmeye başlıyor. Bu noktada Ryder’ın kaderi Franz Kafka’nın karakterleriyle örtüşüyor. Bir kısır döngü içinde bulunan kahramanımız, başkalarının peşinden sürüklenip hayatının kontrolünü eline geçiremiyor.

Olay örgüsü ilerledikçe Ryder’ın kentte tanıştığı insanların onun hayatında iz bırakmış kişiler olduğu anlaşılıyor. Bunların arasında anne ve babası, okul arkadaşları ve hatta kendi çocukluğu var. Yukarıda da belirttiğim gibi zaman ve mekân boyutunun aşılmasıyla beraber kitabın tamamının Ryder’ın hayatını anlattığı düşünülebilir. Yazarken sınırları zorlamayı seven ver her kitabında yeni anlatım yolları deneyen Ishiguro, burada da karakter yaratırken farklı bir yol izleyerek bir karaktere ait unsurları başka karakterlere de yüklemiş. Ryder’ın kişiliğinin farklı yönleri romanın diğer karakterleri tarafından temsil ediliyor. Örneğin otelde bavulları taşımakla görevli olan Gustav isimli kişinin kızı Sophie ve torunu Boris, olay örgüsünde önemli bir rol oynuyor. Boris aracılığıyla Ryder’ın çocukluk yıllarına ait kimi anıları hatırlıyoruz. Böylece Boris, kitapta hem Sophie’nin oğlu olarak karşımıza çıkıyor, hem de Ryder’ın çocukluğundan bazı kesitleri aktarmak için bir aracı görevini üstleniyor.

Avunamayanlar’da olay, kahraman anlatıcı Ryder’ın gözünden anlatılsa da tek bir anlatıcının varlığından söz edilemez. Zira Ryder, gözlemlediği bir olayı aktarırken birden yanındaki kişiler kendi aralarında konuşmaya başlar ve anlatıcı değişir. Ishiguro’nun kullandığı bu teknik, kitabın en özgün yanlarından biridir; ancak anlaşılması güç birçok durumun ortaya çıkmasına neden olur. Mekânın değişimi de en az anlatıcının değişimi kadar hızlı olur. Ryder, otel odasındayken bir anda açılan bir kapıdan veya dolaptan geçerek bambaşka bir âleme giriş yapar. Sonu gelmez odalar, koridorlar ve merdivenler, Kafkaesk bir üslupla tasvir edilmiştir. Kitap; karanlık, karamsar ve tedirgin edici bir atmosferde geçer. Ayrıca kitapta uzun diyalogların varlığı dikkat çeker. Karakterler, olayın ana çizgisinden uzaklaşarak birbirinden ilgisiz birçok konu ve kişi hakkında konuşur.



Avunamayanlar’daki karakter senfonisinde Ryder’a en yakın seslerden biri Stephan’dır. Stephan, Ryder’ın kenti ziyareti boyunca kaldığı otelin sahibi olan Mr. Hoffman’ın oğludur. Piyano çalan Stephan, sürekli sözü edilen o Perşembe akşamında Ryder’dan önce küçük bir resital verecektir. Hangi parçayı çalacağına bir türlü karar veremeyen Stephan, piyano için bestelenmiş en zor eserlerden biri olarak gösterilen Kazan’ın Cam Tutkular’ını icra etmek ister. En büyük amacı, sanat ve müzik tutkunu olan anne ve babasını hayal kırıklığına uğratmamaktır. Mr. ve Mrs. Hoffman, oğullarının büyük bir müzisyen olması için çok çaba sarf etmiş; ancak zamanla -istemeden de olsa- onun çok yetenekli olmadığını düşünmeye başlamıştır. Bu yüzden Stephan’ın o akşamki performansı bütün aile için bir umut kaynağı olur. Stephan’ın bu çabalarını, Ryder’ın gençlik yıllarındaki müzisyen olma idealine bağlamak mümkündür. Yani Stephan, iyi bir müzisyen olup olamayacağını düşünen genç Ryder’dır denebilir. Ryder, Stephan’la konuşmalarında onu piyano çalmaya teşvik eder, başkalarının görüşlerini önemsemeden yaptığı işten zevk almasını öğütler.

Kitapta Ryder ve Stephan dışında müzikle ilgilenen başka kişiler de vardır. Bunlardan biri olan Mr. Christoff, yakın bir geçmişe kadar kentin gözde müzisyenidir; ancak bazı eserleri icra ederken gösterdiği farklı teknikten ötürü eleştiri konusu olur. Kent halkı, zamanla Christoff’tan umudu keser. Orkestra şefi Mr. Brodsky ise yine geçmişte kentin önemli simalarından biriyken alkol sorunu nedeniyle işini bırakıp derbeder bir yaşamı tercih eder. Kitaptaki olay halkalarının önemli bir kısmı da Brodsky’nin hayatıyla ilgilidir. Kazuo Ishiguro, kendisiyle yapılan bir röportajda Avunamayanlar’daki olay örgüsünü nasıl tasarladığını şu şekilde açıklar:

“İki olay örgüsü var. İlki, Ryder’ın, boşanmanın eşiğindeki mutsuz ebeveynlerle büyümüş adamın hikayesi. Ryder, ailesinin beklentilerini yerine getirirse uzlaşabileceklerini düşünmektedir. Neticede o, bunu, fantastik bir piyanist olmakla sonlandırır ve bu elzem konseri vermesinin her şeyi iyileştireceğini düşünür. Elbette artık çok geçtir. Ailesiyle arasında geçenler, uzun süre önce olmuş ve bitmiştir. İkincisi, Brodsky’nin, ilişkisini tamamen berbat eden yaşlı bir adamın, aynı ilişkide iyi şeyler yapmaya çalışmasının hikayesi. Orkestra şefi olarak bunu başarabilirse, hayatının aşkını tekrar geri kazanabileceğini düşünür. Her iki hikaye de, tüm hastalıkların, hatalı müzikal değerleri seçmiş olmaktan kaynaklandığına inanan bir topluluk içinde geçmektedir.” [2]

            Saydığımız bu karakterler dışında olay örgüsünün gelişmesinde çeşitli işlevleri bulunan birçok kişi daha vardır romanda. Kitapta isimleri geçen Kazan, Mullery gibi piyanistlerin çoğu kurgu ürünüdür. Avunamayanlar, başkişisi müzisyen olan romanların aksine müziğin ön planda yer aldığı bir roman değildir. Bu da bize müziğin başka şeyleri temsil eden bir simge olarak tasarlandığını düşündürebilir.

            Japonya’da doğup İngiltere’de büyüyen ve eserlerini İngilizce yazan Kazuo Ishiguro’nun kaleminden çıkan Avunamayanlar, sahip olduğu anlam katmanlarıyla birçok soru işareti içerir. Bir müzisyeni merkeze alan kitabın sonunda Ryder’ın neden hayatının konserine hazırlandığı da tam olarak anlaşılamaz ve okurun yorumuna bırakılır. Ishiguro’nun bitmek bilmeyen bir yazma iştahının ürünü olan 540 sayfalık bu hacimli kitap, ilginç bir okuma deneyimi sunarken soru işaretlerine cevap bulması için okurlarını bekliyor.

Kaynakça
Kazuo Ishiguro, Avunamayanlar, Çev: Roza Hakmen, YKY Yayınları, İstanbul, 2015.
Susannah Hunnewell, Kazuo Ishiguro röportajı. Çev: Fulya Kılınçarslan, Paris Review 2008, https://oggito.com/kazuo-ishiguro-yazmaya-oturuyor-dusunuyorsunuz-realistim-ama-sanirim-ayni-zamanda-absurdist-05201729335.

Bu yazı Roman Kahramanları dergisinin Ocak/ Mart 2018 tarihli 33.sayısında yayımlanmıştır.