Salzburg’dan
Bavyera eyaletinin başkenti olan Münih’e
geçiyoruz. Bavyera, efsane ve masallara kaynaklık eden köklü bir geçmişe sahip.
Meşhur Grimm kardeşler masallarının çoğunu burada derlemişler. Tarihleriyle
övünen Bavyeralılar bu bölgeyi Almanya’dan ayrı bir yer gibi görüyorlarmış. Yol
boyunca birçok yerde mavi beyaz Bavyera bayraklarıyla karşılaşıyoruz. Yolculuk
yaklaşık bir buçuk saat sürüyor ve birçok yerde güneş panellerini görüyoruz.
Çok güneş almayan bir bölge olmasına rağmen yollara paneller koyulmuş. Ahşap
evlerde yaşayan yerli halk da evlerinin çatılarını panellerle döşemiş. Alplerde
bile güneş enerjisinden yararlanılırken bizim ülkemizde bu teknolojinin hâlâ
yeterince kullanılmıyor oluşu can sıkıcı. Burada karşılaştığımız manzaralar
doğaya zarar vermeden de teknolojiden üst düzeyde yararlanılabileceğini
gösteriyor. Öyle geniş geniş yollar yapmaya, koca koca binalar dikmeye de hiç
gerek yok. Almanlar eğitimle elde ettikleri bilgiyi hayatlarını kolaylaştıracak
ve zenginleştirecek şekilde kullanmayı öğrenmişler. Bu açıdan onları takdir
etmek gerekiyor. Öyle bir sistem oturtmuşlar ki her şey tıkır tıkır işliyor. Yol
kenarlarına ses geçirmeyen koruma bariyerleri de koyulmuş. Böylece ormanlık ve
dağlık arazilerdeki hayvanların otoyoldaki seslerden etkilenmesinin önüne
geçiliyor.
Yol boyunca
uğradığımız dinlenme tesisleri ve lokantalar oldukça temiz. Buradaki
tuvaletlere girerken bozuk para atıyorsunuz. Makineden çıkan bileti saklarsanız
tesisten aldığınız bir şeyin parasının belli bir miktarını kasada düşüyorlar. Tuvaletlerin
oldukça temiz olması da dikkatimi çeken şeylerden biriydi. “Temizlik imandan
gelir” anlayışımıza rağmen biz böyle yerleri temiz tutmayı beceremiyoruz
maalesef. Gezi yazısında tuvalet muhabbeti yapmam pek hoş karşılanmayabilir
belki ama insanların bulundukları ve yaşadıkları mekânları en iyi şekilde
kullanması da bence sistemin bir parçası. Bir de hiçbir düğmeye basmanıza gerek
kalmadan tuvaletler kendi kendini temizliyor siz çıkarken, son derece
teknolojik yani J
Seyahatimiz
boyunca ülkeler arasında geçiş yapıyoruz ama çoğu noktada sınırlar belli
olmuyor. Bazı yerlerde AB’nin bayrağı var ama çoğu zaman Almanya’da mıyız Avusturya’da
mıyız tam çıkartamıyoruz. Gittiğimiz dört ülkede de yalnızca Münih’e girerken
pasaport kontrolü yapıldı. Suriyelilerin kara veya tren yoluyla ülkeye
girmelerinden korktukları için son zamanlarda kontrollerini artırmış Almanlar.
II. Dünya Savaşı
sırasında oldukça zarar görmesine rağmen kısa sürede yeniden inşa edilen Münih’te
fazla zamanımız yok. O yüzden şehri gezdik demek yerine şehir hakkında bilgi
edindik demek daha doğru olur. Önce şehrin kalbi olan ve bana Brüksel’in Grand
Place’ini hatırlatan Marienplatz’a ulaşıyoruz çünkü öğlen saat tam 12’de saat
gösterisi var. Rathouse binasının içinden çıkan ve Bavyera kültürüne ait
figürlerin tasvir edildiği küçük heykellerin hareket etmesiyle oluşan kısa bir
şov izliyoruz. Çok da bir numarası yok aslında ama bir yerle özdeşleşmiş
turistik aktiviteleri de merak ediyor insan. Meydan çok kalabalık. Gösteri sona
erdikten sonra herkes ara sokaklara dağılıyor.
Münih’te
bulunduğumuz gün meşhur Octoberfest’e
denk geldiği için şehir her zamankinden daha kalabalık. İki hafta süren ve dünyadaki
en önemli festivallerden biri olan Octoberfest’e farklı ülkelerden yaklaşık
altı milyon kişi katılıyormuş. Bu yüzden Münih’te trafik yoğun ve otellerin
hepsi dolu. Avusturya’nın sakinliğinden sonra bu kalabalık beni biraz yoruyor
açıkçası. Neyse etrafta ilgi çekici şey çok. Örneğin festivale katılanların
çoğu Bavyera’nın yerel kıyafetlerini giymiş. Bazı turistler de bu geleneğe
uymuşlar. Münih sokaklarında renkli kıyafetleriyle kadın, erkek, çoluk çocuk hep
birlikte geziyorlar. Avusturya sokaklarında da yerel kıyafetlerle gezen
insanlar görmüştük tek tük. Biz bu tarz giysilerle sokağa çıksak herkes dönüp
bakar herhalde ama burada gayet doğal karşılanıyor. Gezimiz boyunca birçok
yerde bu kıyafetleri satan mağazalar gördüm. Bazılarında oldukça uçuk fiyatlar
vardı. Münih’teki bir mağazadan indirimli fiyata (ki o bile 50 euro) yeşil bir Bavyera ceketi
aldım. Keçe kumaşından yapılan bu ceketler uzun süre giyilebiliyormuş.
Ankara’da Bavyera ceketimle dolaşırım artık.
Almanya’da
biranın su gibi içildiğini söylemeye gerek yok sanırım. Hatta Bavyeralılar
biraya sulu ekmek diyorlarmış. Saat gösterisinden sonra Hofbrauhaus adlı
oldukça büyük bir birahaneye giriyoruz. İçerisi çok gürültülü. Herkes bira
içiyor. Birahanenin girişinde ve Münih’in pek çok noktasında bira bardakları ve
kupalar satılıyor, sevdiklerinize alabilirsiniz. Birahaneden sonra
Marienplatz’ın arkasında kalan bir yerde peynir, sebze, meyve, çiçek vb. şeyler
satan küçük tezgâhlara bakıyoruz.
Münih alışveriş
açısından da farklı seçenekler sunan bir şehir. Birçok ünlü markanın mağazası
var; ancak fiyatlar biraz pahalı. Yine de birkaç mağazaya bakmadan edemiyoruz.
Akşam Octoberfest’e şöyle bir uğruyoruz. Festivalin yapıldığı alan şehrin
merkezine çok uzak değil zaten. Festival alanında birçok bira markasının
çadırları ve değişik yiyecekler alabileceğiniz büfeler var. Bira çadırlarında
yer bulmak çok zor. Birçok kişi önceden rezervasyon yaptırıyormuş. Çadırlarda
biralar yine yerel kıyafetler giymiş kadınlar tarafından sunuluyor ve oldukça
büyük bardaklarda getiriliyor. Festival için özel olarak bira mayalanıyormuş. Ben
festivallerin kalabalığını ve gürültüsünü pek sevmiyorum ya da erken yaşlandım galiba
J Çadırları çok
kalabalık görünce bira almak için kuyruğa girmek istemiyorum ve sokağa çıkıp
festivale gelen insanları seyrediyorum. Yukarıda bahsettiğim Bavyera
kıyafetleri çok hoşuma gidiyor. Erkeklerin kıyafetleri kahverengi ya da
yeşilken kadınlar değişik renklerdeki elbiseleri giyiyorlar. Yaşı ilerlemiş
birçok kişi de süslenip püslenip bira içmeye gelmiş. Kadınlar boyunlarına
festivalin sembolü olan ve kolye gibi duran tarçınlı kurabiyelerden asmışlar.
Münih’i bu
şekilde noktaladıktan sonra ertesi sabah yağmur altında Romantik Yol olarak adlandırılan güzergâha doğru yola çıkıyoruz. Almanya’daki
belirli şehirleri içeren bu güzergâh, 2. Dünya Savaşı sırasında Amerikan
askerleri tarafından keşfedilmiş. O yüzden bu bölgede Amerikan etkisini
görebiliyorsunuz. Romantik Yol, araç kiralayarak uzun bir zaman diliminde
gezilebilir. Biz burada yalnızca birkaç noktaya uğrayacağız. İlk durağımız Füssen’e gelmeden yine çok güzel
yerlerden geçiyoruz. Alplerin müthiş manzarası eşliğinde giderken bazı yerlerde
kara da rastladık. Münih-Füssen arasında mola veremedik; çünkü Avrupa’da
otobüsler her yerde duramıyor ve genellikle şehir merkezlerine giremiyor. Ancak
bu yolu takip ederken göremediğimiz için çok üzüldüğüm bir yer var: Garmisch- Partenkirchen. Eurosport’ta
kış sporlarını izleyenlere bu isim tanıdık gelecektir. Burası kayakla atlama
sporunun önemli merkezlerinden biri. Eskiden Garmisch ve Partenkirchen diye iki
ayrı kasaba varmış. Bu iki kasaba Hitler döneminde birleştirilmiş ve kış
olimpiyatları burada yapılmış (1936). Bu birleşmeden sonra bölge zenginleşmiş.
Buradaki evlerin duvarlarında resimler ve süslemeler var. Termal sularıyla da
ünlü olan kasaba kış mevsiminde oldukça kalabalık oluyormuş. Kış sporları
müsabakalarının yapıldığı dönemde otellerde yer bulmak zor. Ama buraya bir kış
mevsiminde kesinlikle geleceğim, listeye ekliyorum.
Garmisch’ten
Füssen’e giden güzergâh boyunca kayak merkezleri var. Bu bölgede yaşayan herkes
kayak sporuyla ilgileniyor ve kışın hafta sonları kayak yapmaya gidiyorlar.
Buradaki çiftlik ve kasaba evlerinin üzerinde de süslemeler var. Kışın kar
yağdığında yollar kapanmıyormuş, her yeri kısa sürede temizliyorlarmış.
Almanlar pek çok konuda sistematik hareket ediyorlar zaten. Buna hayran olmamak
mümkün değil.
Hohenschwangau |
Neuschwanstein |
Füssen’e
vardığımızda şehrin içine girmeden meşhur Neuschwanstein ve Hohenschwangau
şatolarının bulunduğu Schwansee gölü kıyısındaki Schwangau’ya gidiyoruz. Bu iki şato Romantik Yol’da görülecek en
önemli yerlerden. Romantik Yol bölgesi şatolarla dolu. Ancak bizim tur
programımızda yalnızca Hohenschwangau var maalesef. Bavyera Kralı Maximillian
tarafından yaptırılan bu şato daha alçakta olduğu için ulaşımı kolay. Şatoya
giriş yapmak için biletler önceden alınmalı; çünkü gün içinde belli sayıdaki
ziyaretçiyi kabul ediyorlar. Şato, Romantik mimarinin etkilerini taşıyor. Hohenschwangau’nun
içi bana çok cazip gelmedi açıkçası. İçerideki en ilginç detay Türk odası adı
verilen bir odanın duvarlarına resmedilmiş Beylerbeyi, Boğaziçi ve Truva
tasvirlerini görmekti. Buradan çıktıktan sonra aklım dünyadaki en görkemli
şatolardan biri olarak görülen Neuschwanstein’da kaldı. Ancak buraya çıkmak
biraz zahmetli. Üstelik yağmur yağıyor ve oraya gitmek için zamanımız yok.
Neyse ki şato her yerden görülüyor, fotoğraflarını çekiyoruz en azından. Maximillian’in
oğlu II. Ludwig tarafından yaptırılan şatoyla ilgili birçok hikâye anlatılıyor.
Biraz gel git akıllı olan Ludwig, şatoyu kendi zevkine göre inşa ettirmek
istiyor ve sürekli karar değiştiriyor. Bu yüzden buraya oldukça fazla para harcamış.
Dört yıl boyunca on iki usta yalnızca yatağını yapmakla görevlendirilmiş
mesela. Genç yaşta tahta çıkan Ludwig’le ilgili pek çok rivayet var, ilgilenen
araştırabilir. Ölümü şaibeli olan Ludwig’in paraları saraylara harcadığı için aç
bıraktığı halkı tarafından gölde boğdurulduğu da söyleniyor. Onun ölümünden
sonra saraylar halka açılmış ve ziyaretçi akınına uğramış. Bugün de oldukça
popüler bir yer burası. Hava soğuk ve yağmurlu olmasına rağmen birçok turist
vardı etrafta.
Füssen’den
çıktıktan sonra biraz heyecanlıyım çünkü Rothenburg
ob der Tauber’e gidiyoruz. Rothenburg’un fotoğraflarını gördüğümde buraya
bayılmıştım ki gerçeği daha da güzel. Adeta bir masal diyarı. Romantik Yol’un en
beğenilen noktalarından biri olan Rothenburg, Ortaçağ’da dindar insanların
yaşadığı bir yermiş. Bugün de burada birçok kilise bulunuyor. Küçücük bir yer
aslında ama şehrin içinde birçok kapı var (Ankara’daki kapılar gibi değil tabii
ki) ve etrafı surlarla çevrilmiş. Şehri çok iyi korumuşlar. Bu yüzden de doğal
yapısı bozulmamış. Binaların çoğu gotik mimarinin izlerini taşıyor. Meydanda
tıpkı Münih’te olduğu gibi saat başı tekrarlanan bir kukla gösterisi var.
Buradaki gösteri kasabanın tarihiyle ilgili. 1600’lerde belediye başkanı
litrelerce şarabı içebilmeye dayanan iddiayı kazanınca kasabasını istiladan
korumuş. Bu olay canlandırılıyor böylece. Akşamları ise gece bekçisi şovu izlenebilir. Night
watchmen denilen bir adam özel kostümünü (siyah pelerin) giyip meydana toplanan
insanlara Rothenburg’un tarihi hakkında bilgi veriyor, sokakları gezdiriyor.
Bizim saat sekiz sularında denk geldiğimiz bu etkinliği yirmi yıldır aynı kişi
yapıyormuş. Bu şovu izlemek paralı ama bekçiyi uzaktan takip eden insanların
birçoğu para vermiyormuş. Almanya’da her şehrin, kasabanın geleneklerini
yansıtan gösteriler, etkinlikler var. Bu yolla hem kültürlerine ve tarihlerine
sahip çıkıyorlar hem de turizmden bir hayli gelir elde etmiş oluyorlar. Çok
küçük bir kasaba olmasına rağmen Rothenburg’da çok sayıda turist vardı.
Özellikle Japonlar burayı çok seviyormuş. Sabah saat yedide sokaklarda gezip
fotoğraf çekiyorlardı.
Almanya’da
restoranların birçoğu erken saatte kapanıyor. Rothenburg’da saat sekizde yemek
yemek için açık olan bir yeri zar zor bulabildik. Buradaki oteller de ilginçti.
Genellikle lobide kimse bulunmuyor. Bizim kaldığımız Goldener Hirsch de
kasabadaki diğer binalar gibi oldukça eski bir binadaydı. Binanın kapısını
açmak için bir anahtar verdiler ve akşam otele geldiğimizde eve girer gibi
olduk. Otel odası da tuhaftı. Yeterli alan olmadığı için lavaboyu tuvalete
değil de odaya eklemişler. Telefon yerine de eski model bir cep telefonu koymuşlar.
Bunu yanınızda taşıyıp acil bir durumda otele ulaşabiliyormuşsunuz. Lakin ben
bunu görünce biri telefonunu otelde unutmuş zannettim. Otelin restoran kısmı da
çok güzeldi ve üzüm bağlarının olduğu Tauber vadisine bakıyordu. Zaten bu
bölgenin geneli oldukça yeşil ve toprakları verimli.
Oyuncakçıların vitrinleri birbirinden güzel. |
Rothenburg’da
çok sayıda oyuncak mağazası vardı. Ahşap oyuncaklar, pelüş bebekler, teddy
denilen meşhur ayılar… Çok orijinal oyuncaklar gördüm. Hatta kendime bile bir
tane aldım. İnsan bu mağazalarda kendini kaybedebilir. Vitrinleri de çok güzel
süslenmiş ve gece ışıklandırılıyor. Birkaç tane de Noel süsleri satan dükkân
var. Bunlardan birinin önünde bir araba duruyor. Japonlar bu mağazalardan
alışveriş yapmaya geliyorlarmış. Rothenburg’da oyuncak müzesi ve Christmas
Müzesi de varmış ama biz ziyaret edemedik.
Rothenburg kurabiyeleri |
Rothenburg’un
oyuncakçıları kadar kurabiyecileri de meşhur. Buraya özgü kurabiyeler yapıyorlar.
Mağazalardan birinin içine bir ekran koymuşlardı. Kurabiyelerin nasıl
yapıldığına dair bir video izleyebiliyorsunuz. Yağda kızartılan hamurların
farklı soslara bulanmasıyla yapılan bu kurabiyelerin bazıları oldukça büyük.
Biz gaza gelip bunlardan birkaç paket aldık ama pakette satılanlarla açıkta
olanların tadı arasında bayağı fark vardı. İlla bir şey alınacaksa Hussen marka
çikolataları tavsiye ederim. Almanya’nın başka yerlerinde de bulunabilecek bu
çikolatalar oldukça lezzetli.
Rothnburg'da evcil hayvanlara ayrılmış tuvalet |
Rothenburg
kendinizi başka bir zamanda yaşıyormuş gibi hissedeceğiniz bir yer. Ben çok
sevdim. Biraz araştırma yapınca Romantik Yol boyunca birçok güzel yer olduğunu
gördüm. Araç kiralayarak Romantik Yol turu kesinlikle yapılmalı, ancak bunun
için bir yol arkadaşı bulmak gerekiyor öncelikle J
Rothenburg’dan ayrılmak istemiyorum ama önce Baden Baden’e, ardında da Fransa’ya
geçeceğiz.
Karaorman
bölgesinde yer alan Baden Baden
şehri kaplıcaları ve kumarhanesi ile ünlü. Baden, Almancada banyo anlamına
geliyormuş ve aynı isimli şehirden Avusturya ve İsviçre’de de bulunduğu için
buraya Baden Baden demişler. Şehrin aristokrat bir havası var, sokaklardan ağır
bir parfüm kokusu geliyor girer girmez. Vaktimizi Rothenburg’da geçirmeyi
tercih ettiğimiz için burada çok vakit yok. O yüzden tıpkı Münih’teki gibi
şehir hakkında bir izlenim edindik diyebiliyorum. Sonradan yaptığım
araştırmalarda gördüm ki şehre “milyarderler şehri” deniyormuş ve Dostoyevski,
Gogol, Turgenyev gibi yazarların yolu buradan geçmiş. Gezi yazılarını çok
sevdiğim Mehmet Yaşin bu şehirle ilgili bir yazı yazmış. Meğer Dostoyevski
Kumarbaz romanında bir hayli para kaybettiği bu kumarhaneyi anlatmış. Bu yazıyı daha önce okusaydım gider kesin kumarhaneyi bulurdum J Demek ki gezmeye
gitmeden önceki araştırmalar artırılmalı, kulağıma küpe olsun bu.
Baden Baden'in mağazaları |
Baden Baden
ormanlık bölgede yer aldığı için yemyeşil bir yer ve çok sayıda ağacı
barındırıyor. Biz ormanlık bölgeye girmeden pahalı butiklerin, alışveriş
merkezlerinin ve çikolatacıların olduğu ana caddeyi gezdik. Güzel binalar ve
zevkle döşenmiş restoranlar vardı. Lakin ben fazla zenginlik kokan şehirleri
pek sevmiyorum bu yüzden bana pek hitap etmedi burası. Bir de aklımda Fransa
vardı açıkçası. Baden Baden’den ayrılıp Strasbourg’a geçiş vakti geldi.