2 Ekim 2015 Cuma

Bavyera-Alsace-Alpler Gezi Notları II: Münih-Füssen-Rothenburg-Baden Baden

Salzburg’dan Bavyera eyaletinin başkenti olan Münih’e geçiyoruz. Bavyera, efsane ve masallara kaynaklık eden köklü bir geçmişe sahip. Meşhur Grimm kardeşler masallarının çoğunu burada derlemişler. Tarihleriyle övünen Bavyeralılar bu bölgeyi Almanya’dan ayrı bir yer gibi görüyorlarmış. Yol boyunca birçok yerde mavi beyaz Bavyera bayraklarıyla karşılaşıyoruz. Yolculuk yaklaşık bir buçuk saat sürüyor ve birçok yerde güneş panellerini görüyoruz. Çok güneş almayan bir bölge olmasına rağmen yollara paneller koyulmuş. Ahşap evlerde yaşayan yerli halk da evlerinin çatılarını panellerle döşemiş. Alplerde bile güneş enerjisinden yararlanılırken bizim ülkemizde bu teknolojinin hâlâ yeterince kullanılmıyor oluşu can sıkıcı. Burada karşılaştığımız manzaralar doğaya zarar vermeden de teknolojiden üst düzeyde yararlanılabileceğini gösteriyor. Öyle geniş geniş yollar yapmaya, koca koca binalar dikmeye de hiç gerek yok. Almanlar eğitimle elde ettikleri bilgiyi hayatlarını kolaylaştıracak ve zenginleştirecek şekilde kullanmayı öğrenmişler. Bu açıdan onları takdir etmek gerekiyor. Öyle bir sistem oturtmuşlar ki her şey tıkır tıkır işliyor. Yol kenarlarına ses geçirmeyen koruma bariyerleri de koyulmuş. Böylece ormanlık ve dağlık arazilerdeki hayvanların otoyoldaki seslerden etkilenmesinin önüne geçiliyor.

Yol boyunca uğradığımız dinlenme tesisleri ve lokantalar oldukça temiz. Buradaki tuvaletlere girerken bozuk para atıyorsunuz. Makineden çıkan bileti saklarsanız tesisten aldığınız bir şeyin parasının belli bir miktarını kasada düşüyorlar. Tuvaletlerin oldukça temiz olması da dikkatimi çeken şeylerden biriydi. “Temizlik imandan gelir” anlayışımıza rağmen biz böyle yerleri temiz tutmayı beceremiyoruz maalesef. Gezi yazısında tuvalet muhabbeti yapmam pek hoş karşılanmayabilir belki ama insanların bulundukları ve yaşadıkları mekânları en iyi şekilde kullanması da bence sistemin bir parçası. Bir de hiçbir düğmeye basmanıza gerek kalmadan tuvaletler kendi kendini temizliyor siz çıkarken, son derece teknolojik yani J

Seyahatimiz boyunca ülkeler arasında geçiş yapıyoruz ama çoğu noktada sınırlar belli olmuyor. Bazı yerlerde AB’nin bayrağı var ama çoğu zaman Almanya’da mıyız Avusturya’da mıyız tam çıkartamıyoruz. Gittiğimiz dört ülkede de yalnızca Münih’e girerken pasaport kontrolü yapıldı. Suriyelilerin kara veya tren yoluyla ülkeye girmelerinden korktukları için son zamanlarda kontrollerini artırmış Almanlar.


II. Dünya Savaşı sırasında oldukça zarar görmesine rağmen kısa sürede yeniden inşa edilen Münih’te fazla zamanımız yok. O yüzden şehri gezdik demek yerine şehir hakkında bilgi edindik demek daha doğru olur. Önce şehrin kalbi olan ve bana Brüksel’in Grand Place’ini hatırlatan Marienplatz’a ulaşıyoruz çünkü öğlen saat tam 12’de saat gösterisi var. Rathouse binasının içinden çıkan ve Bavyera kültürüne ait figürlerin tasvir edildiği küçük heykellerin hareket etmesiyle oluşan kısa bir şov izliyoruz. Çok da bir numarası yok aslında ama bir yerle özdeşleşmiş turistik aktiviteleri de merak ediyor insan. Meydan çok kalabalık. Gösteri sona erdikten sonra herkes ara sokaklara dağılıyor. 

Münih’te bulunduğumuz gün meşhur Octoberfest’e denk geldiği için şehir her zamankinden daha kalabalık. İki hafta süren ve dünyadaki en önemli festivallerden biri olan Octoberfest’e farklı ülkelerden yaklaşık altı milyon kişi katılıyormuş. Bu yüzden Münih’te trafik yoğun ve otellerin hepsi dolu. Avusturya’nın sakinliğinden sonra bu kalabalık beni biraz yoruyor açıkçası. Neyse etrafta ilgi çekici şey çok. Örneğin festivale katılanların çoğu Bavyera’nın yerel kıyafetlerini giymiş. Bazı turistler de bu geleneğe uymuşlar. Münih sokaklarında renkli kıyafetleriyle kadın, erkek, çoluk çocuk hep birlikte geziyorlar. Avusturya sokaklarında da yerel kıyafetlerle gezen insanlar görmüştük tek tük. Biz bu tarz giysilerle sokağa çıksak herkes dönüp bakar herhalde ama burada gayet doğal karşılanıyor. Gezimiz boyunca birçok yerde bu kıyafetleri satan mağazalar gördüm. Bazılarında oldukça uçuk fiyatlar vardı. Münih’teki bir mağazadan indirimli fiyata  (ki o bile 50 euro) yeşil bir Bavyera ceketi aldım. Keçe kumaşından yapılan bu ceketler uzun süre giyilebiliyormuş. Ankara’da Bavyera ceketimle dolaşırım artık.

Almanya’da biranın su gibi içildiğini söylemeye gerek yok sanırım. Hatta Bavyeralılar biraya sulu ekmek diyorlarmış. Saat gösterisinden sonra Hofbrauhaus adlı oldukça büyük bir birahaneye giriyoruz. İçerisi çok gürültülü. Herkes bira içiyor. Birahanenin girişinde ve Münih’in pek çok noktasında bira bardakları ve kupalar satılıyor, sevdiklerinize alabilirsiniz. Birahaneden sonra Marienplatz’ın arkasında kalan bir yerde peynir, sebze, meyve, çiçek vb. şeyler satan küçük tezgâhlara bakıyoruz.

Münih alışveriş açısından da farklı seçenekler sunan bir şehir. Birçok ünlü markanın mağazası var; ancak fiyatlar biraz pahalı. Yine de birkaç mağazaya bakmadan edemiyoruz. Akşam Octoberfest’e şöyle bir uğruyoruz. Festivalin yapıldığı alan şehrin merkezine çok uzak değil zaten. Festival alanında birçok bira markasının çadırları ve değişik yiyecekler alabileceğiniz büfeler var. Bira çadırlarında yer bulmak çok zor. Birçok kişi önceden rezervasyon yaptırıyormuş. Çadırlarda biralar yine yerel kıyafetler giymiş kadınlar tarafından sunuluyor ve oldukça büyük bardaklarda getiriliyor. Festival için özel olarak bira mayalanıyormuş. Ben festivallerin kalabalığını ve gürültüsünü pek sevmiyorum ya da erken yaşlandım galiba J Çadırları çok kalabalık görünce bira almak için kuyruğa girmek istemiyorum ve sokağa çıkıp festivale gelen insanları seyrediyorum. Yukarıda bahsettiğim Bavyera kıyafetleri çok hoşuma gidiyor. Erkeklerin kıyafetleri kahverengi ya da yeşilken kadınlar değişik renklerdeki elbiseleri giyiyorlar. Yaşı ilerlemiş birçok kişi de süslenip püslenip bira içmeye gelmiş. Kadınlar boyunlarına festivalin sembolü olan ve kolye gibi duran tarçınlı kurabiyelerden asmışlar.

Münih’i bu şekilde noktaladıktan sonra ertesi sabah yağmur altında Romantik Yol olarak adlandırılan güzergâha doğru yola çıkıyoruz. Almanya’daki belirli şehirleri içeren bu güzergâh, 2. Dünya Savaşı sırasında Amerikan askerleri tarafından keşfedilmiş. O yüzden bu bölgede Amerikan etkisini görebiliyorsunuz. Romantik Yol, araç kiralayarak uzun bir zaman diliminde gezilebilir. Biz burada yalnızca birkaç noktaya uğrayacağız. İlk durağımız Füssen’e gelmeden yine çok güzel yerlerden geçiyoruz. Alplerin müthiş manzarası eşliğinde giderken bazı yerlerde kara da rastladık. Münih-Füssen arasında mola veremedik; çünkü Avrupa’da otobüsler her yerde duramıyor ve genellikle şehir merkezlerine giremiyor. Ancak bu yolu takip ederken göremediğimiz için çok üzüldüğüm bir yer var: Garmisch- Partenkirchen. Eurosport’ta kış sporlarını izleyenlere bu isim tanıdık gelecektir. Burası kayakla atlama sporunun önemli merkezlerinden biri. Eskiden Garmisch ve Partenkirchen diye iki ayrı kasaba varmış. Bu iki kasaba Hitler döneminde birleştirilmiş ve kış olimpiyatları burada yapılmış (1936). Bu birleşmeden sonra bölge zenginleşmiş. Buradaki evlerin duvarlarında resimler ve süslemeler var. Termal sularıyla da ünlü olan kasaba kış mevsiminde oldukça kalabalık oluyormuş. Kış sporları müsabakalarının yapıldığı dönemde otellerde yer bulmak zor. Ama buraya bir kış mevsiminde kesinlikle geleceğim, listeye ekliyorum.
Garmisch’ten Füssen’e giden güzergâh boyunca kayak merkezleri var. Bu bölgede yaşayan herkes kayak sporuyla ilgileniyor ve kışın hafta sonları kayak yapmaya gidiyorlar. Buradaki çiftlik ve kasaba evlerinin üzerinde de süslemeler var. Kışın kar yağdığında yollar kapanmıyormuş, her yeri kısa sürede temizliyorlarmış. Almanlar pek çok konuda sistematik hareket ediyorlar zaten. Buna hayran olmamak mümkün değil.
Hohenschwangau
Neuschwanstein

Füssen’e vardığımızda şehrin içine girmeden meşhur Neuschwanstein ve Hohenschwangau şatolarının bulunduğu Schwansee gölü kıyısındaki Schwangau’ya gidiyoruz. Bu iki şato Romantik Yol’da görülecek en önemli yerlerden. Romantik Yol bölgesi şatolarla dolu. Ancak bizim tur programımızda yalnızca Hohenschwangau var maalesef. Bavyera Kralı Maximillian tarafından yaptırılan bu şato daha alçakta olduğu için ulaşımı kolay. Şatoya giriş yapmak için biletler önceden alınmalı; çünkü gün içinde belli sayıdaki ziyaretçiyi kabul ediyorlar. Şato, Romantik mimarinin etkilerini taşıyor. Hohenschwangau’nun içi bana çok cazip gelmedi açıkçası. İçerideki en ilginç detay Türk odası adı verilen bir odanın duvarlarına resmedilmiş Beylerbeyi, Boğaziçi ve Truva tasvirlerini görmekti. Buradan çıktıktan sonra aklım dünyadaki en görkemli şatolardan biri olarak görülen Neuschwanstein’da kaldı. Ancak buraya çıkmak biraz zahmetli. Üstelik yağmur yağıyor ve oraya gitmek için zamanımız yok. Neyse ki şato her yerden görülüyor, fotoğraflarını çekiyoruz en azından. Maximillian’in oğlu II. Ludwig tarafından yaptırılan şatoyla ilgili birçok hikâye anlatılıyor. Biraz gel git akıllı olan Ludwig, şatoyu kendi zevkine göre inşa ettirmek istiyor ve sürekli karar değiştiriyor. Bu yüzden buraya oldukça fazla para harcamış. Dört yıl boyunca on iki usta yalnızca yatağını yapmakla görevlendirilmiş mesela. Genç yaşta tahta çıkan Ludwig’le ilgili pek çok rivayet var, ilgilenen araştırabilir. Ölümü şaibeli olan Ludwig’in paraları saraylara harcadığı için aç bıraktığı halkı tarafından gölde boğdurulduğu da söyleniyor. Onun ölümünden sonra saraylar halka açılmış ve ziyaretçi akınına uğramış. Bugün de oldukça popüler bir yer burası. Hava soğuk ve yağmurlu olmasına rağmen birçok turist vardı etrafta.

Füssen’den çıktıktan sonra biraz heyecanlıyım çünkü Rothenburg ob der Tauber’e gidiyoruz. Rothenburg’un fotoğraflarını gördüğümde buraya bayılmıştım ki gerçeği daha da güzel. Adeta bir masal diyarı. Romantik Yol’un en beğenilen noktalarından biri olan Rothenburg, Ortaçağ’da dindar insanların yaşadığı bir yermiş. Bugün de burada birçok kilise bulunuyor. Küçücük bir yer aslında ama şehrin içinde birçok kapı var (Ankara’daki kapılar gibi değil tabii ki) ve etrafı surlarla çevrilmiş. Şehri çok iyi korumuşlar. Bu yüzden de doğal yapısı bozulmamış. Binaların çoğu gotik mimarinin izlerini taşıyor. Meydanda tıpkı Münih’te olduğu gibi saat başı tekrarlanan bir kukla gösterisi var. Buradaki gösteri kasabanın tarihiyle ilgili. 1600’lerde belediye başkanı litrelerce şarabı içebilmeye dayanan iddiayı kazanınca kasabasını istiladan korumuş. Bu olay canlandırılıyor böylece.  Akşamları ise gece bekçisi şovu izlenebilir. Night watchmen denilen bir adam özel kostümünü (siyah pelerin) giyip meydana toplanan insanlara Rothenburg’un tarihi hakkında bilgi veriyor, sokakları gezdiriyor. Bizim saat sekiz sularında denk geldiğimiz bu etkinliği yirmi yıldır aynı kişi yapıyormuş. Bu şovu izlemek paralı ama bekçiyi uzaktan takip eden insanların birçoğu para vermiyormuş. Almanya’da her şehrin, kasabanın geleneklerini yansıtan gösteriler, etkinlikler var. Bu yolla hem kültürlerine ve tarihlerine sahip çıkıyorlar hem de turizmden bir hayli gelir elde etmiş oluyorlar. Çok küçük bir kasaba olmasına rağmen Rothenburg’da çok sayıda turist vardı. Özellikle Japonlar burayı çok seviyormuş. Sabah saat yedide sokaklarda gezip fotoğraf çekiyorlardı.

Almanya’da restoranların birçoğu erken saatte kapanıyor. Rothenburg’da saat sekizde yemek yemek için açık olan bir yeri zar zor bulabildik. Buradaki oteller de ilginçti. Genellikle lobide kimse bulunmuyor. Bizim kaldığımız Goldener Hirsch de kasabadaki diğer binalar gibi oldukça eski bir binadaydı. Binanın kapısını açmak için bir anahtar verdiler ve akşam otele geldiğimizde eve girer gibi olduk. Otel odası da tuhaftı. Yeterli alan olmadığı için lavaboyu tuvalete değil de odaya eklemişler. Telefon yerine de eski model bir cep telefonu koymuşlar. Bunu yanınızda taşıyıp acil bir durumda otele ulaşabiliyormuşsunuz. Lakin ben bunu görünce biri telefonunu otelde unutmuş zannettim. Otelin restoran kısmı da çok güzeldi ve üzüm bağlarının olduğu Tauber vadisine bakıyordu. Zaten bu bölgenin geneli oldukça yeşil ve toprakları verimli.

Oyuncakçıların vitrinleri birbirinden güzel.
Rothenburg’da çok sayıda oyuncak mağazası vardı. Ahşap oyuncaklar, pelüş bebekler, teddy denilen meşhur ayılar… Çok orijinal oyuncaklar gördüm. Hatta kendime bile bir tane aldım. İnsan bu mağazalarda kendini kaybedebilir. Vitrinleri de çok güzel süslenmiş ve gece ışıklandırılıyor. Birkaç tane de Noel süsleri satan dükkân var. Bunlardan birinin önünde bir araba duruyor. Japonlar bu mağazalardan alışveriş yapmaya geliyorlarmış. Rothenburg’da oyuncak müzesi ve Christmas Müzesi de varmış ama biz ziyaret edemedik.

Rothenburg kurabiyeleri
Rothenburg’un oyuncakçıları kadar kurabiyecileri de meşhur. Buraya özgü kurabiyeler yapıyorlar. Mağazalardan birinin içine bir ekran koymuşlardı. Kurabiyelerin nasıl yapıldığına dair bir video izleyebiliyorsunuz. Yağda kızartılan hamurların farklı soslara bulanmasıyla yapılan bu kurabiyelerin bazıları oldukça büyük. Biz gaza gelip bunlardan birkaç paket aldık ama pakette satılanlarla açıkta olanların tadı arasında bayağı fark vardı. İlla bir şey alınacaksa Hussen marka çikolataları tavsiye ederim. Almanya’nın başka yerlerinde de bulunabilecek bu çikolatalar oldukça lezzetli.

Rothnburg'da evcil hayvanlara ayrılmış tuvalet

Rothenburg kendinizi başka bir zamanda yaşıyormuş gibi hissedeceğiniz bir yer. Ben çok sevdim. Biraz araştırma yapınca Romantik Yol boyunca birçok güzel yer olduğunu gördüm. Araç kiralayarak Romantik Yol turu kesinlikle yapılmalı, ancak bunun için bir yol arkadaşı bulmak gerekiyor öncelikle J Rothenburg’dan ayrılmak istemiyorum ama önce Baden Baden’e, ardında da Fransa’ya geçeceğiz.
Karaorman bölgesinde yer alan Baden Baden şehri kaplıcaları ve kumarhanesi ile ünlü. Baden, Almancada banyo anlamına geliyormuş ve aynı isimli şehirden Avusturya ve İsviçre’de de bulunduğu için buraya Baden Baden demişler. Şehrin aristokrat bir havası var, sokaklardan ağır bir parfüm kokusu geliyor girer girmez. Vaktimizi Rothenburg’da geçirmeyi tercih ettiğimiz için burada çok vakit yok. O yüzden tıpkı Münih’teki gibi şehir hakkında bir izlenim edindik diyebiliyorum. Sonradan yaptığım araştırmalarda gördüm ki şehre “milyarderler şehri” deniyormuş ve Dostoyevski, Gogol, Turgenyev gibi yazarların yolu buradan geçmiş. Gezi yazılarını çok sevdiğim Mehmet Yaşin bu şehirle ilgili bir yazı yazmış. Meğer Dostoyevski Kumarbaz romanında bir hayli para kaybettiği bu kumarhaneyi anlatmış. Bu yazıyı daha önce okusaydım gider kesin kumarhaneyi bulurdum J Demek ki gezmeye gitmeden önceki araştırmalar artırılmalı, kulağıma küpe olsun bu.
Baden Baden'in mağazaları

Baden Baden ormanlık bölgede yer aldığı için yemyeşil bir yer ve çok sayıda ağacı barındırıyor. Biz ormanlık bölgeye girmeden pahalı butiklerin, alışveriş merkezlerinin ve çikolatacıların olduğu ana caddeyi gezdik. Güzel binalar ve zevkle döşenmiş restoranlar vardı. Lakin ben fazla zenginlik kokan şehirleri pek sevmiyorum bu yüzden bana pek hitap etmedi burası. Bir de aklımda Fransa vardı açıkçası. Baden Baden’den ayrılıp Strasbourg’a geçiş vakti geldi.