Mehmet Eroğlu’nun büyük bir kurgu ustalığıyla
yazdığı romanı Belleğin Kış Uykusu’nda “geçmişi olmayan, anısız bir
güne uyanan” M’nin yaptığı sıradışı bir tren yolculuğu anlatılır. Kim olduğunu,
nerede yaşadığını, hatta adını bile hatırlamayan M, evinde bulduğu bir zarftaki
bileti alır ve birkaç yolcusu olan, son durağı belirsiz bir trene biner. Bir
sirki andıran bu tren gerçek bir mekândan çok fantastik bir mekândır.
Yolculuğun başından sonuna kadar M’ye eşlik eden iki
kişi vardır: Palyaço ve Bay G. Garip tavırları, kılık-kıyafetleri ve
konuşmalarıyla M’yi tedirgin eden bu iki kişi ona geçmişi hatırlaması ve kendi
kişiliğini bulmasında yardımcı olurlar. Yakışıklı, sağlıklı ve kadınların
hayran olduğu bir adam olan Bay G, sürekli olarak mutluluktan, neşeden ve
eğlenceden söz eder. Yaşamın acılarından nasibini almayan Bay G yaşamın
acılardan arınmış yüzünü tanımıştır yalnızca. Bay G, M’nin hayatı boyunca olmak
isteyip de olamadığı kişidir ve onun düşlerini gerçekleştirmiştir. M’nin
birlikte olmak istediği kadınlarla olmuş, gezmek istediği yerleri gezmiştir. Palyaço
ise bilgeliği temsil eden biri olarak yolculuk boyunca hep büyük laflar eder.
Trendeki bir oyunsa eğer oyunu yöneten de Palyaço’dur. Palyaço kimi zaman
sinsiliğiyle şeytanı hatırlatır.
Tren M’nin hayatını simgelerken trenin vagonları M’nin
belleğinin bölümleri olarak düşünülebilir. M’nin hayatına yön vermiş olan
insanlar Palyaço’nun istediği zaman vagonda ortaya çıkarlar. Trenin diğer yolcuları
M’nin hayatında iyi veya kötü iz bırakmış kişilerdir. M’nin bilinçaltında yer
etmiş olan bu kişiler yolculuğu boyunca soluk birer gölge gibi M’nin karşısına çıkarlar ve belleğindeki boşlukları
doldurmasına yardımcı olurlar. Yolculuk karanlık bir atmosferde geçer ve M’nin
belleğindeki boşluklar aydınlandıkça güneş açmaya başlar. Belleğin yolculuğunda
geçmiş ve gelecek birbirine karışırken M geçmişini keşfettikçe gençleşir. M’nin
hayatına giren insanlar birer yolcu olarak trendeki yerlerini aldıkça parçalar tamamlanmaya
ve gerçek kimlikler ortaya çıkmaya başlar. M’nin ilk cinsel fantezilerini
süsleyen oyuncu Sevgi Seval, ilk aşkı Lerzan, konservatuvardaki sevgilisi Gönül
gerçeküstü boyuttan ayrılıp gerçek birer karakter kazanan ilk kişilerdir. Sır
perdesi yavaş yavaş açıldıkça bulmacanın diğer parçaları da tamamlanır ve M’nin
annesi, kardeşi Ahmet, karısı Suzan, ikiz çocukları, hayatının aşkı Nesrin
ortaya çıkarlar.
M’nin kişiliğinin oluşmasında önemli bir rolü olan
annesi romanın ilginç karakterlerinden biridir. M ile annesinin saplantılı bir
ilişkileri olmuştur. Bir nevi Oedipus kompleksine kapılan M, babasının kaybının
annesinin kalbinde açtığı derin boşluğu tamamlamaya çalışmış ve annesi istediği
için keman çalmaya başlamıştır. Keman M için zamanla babasını simgeleyen bir
nesne haline gelir ve M büyük bir müzisyen olma fikrinden uzaklaşır. Annesi
M’nin bilinçaltının karanlık yanıdır ve M ona ait hatıraları biraz da utançla
hatırlar. Romanda çok ayrıntılı bir biçimde işlenmeyen anne-oğul ilişkisi M’nin
hayatının kırılma noktasını oluşturur.
Kitapta kadın karakterlerin ve cinsellik temasının
ön plana çıktığını görmekteyiz. M’nin hayatına giren kadınlar ve onlarla
yaşadıkları olay örgüsünün temelini oluştururken Palyaço, Bay G ve M kadınlar,
aşk, sevgi ve cinsellik konusunda uzun konuşmalar yaparlar. Başta Sevgi Seval
olmak üzere kadın karakterlere romanda
fazlaca yer veren yazar, M’nin hayatında daha önemli yeri olan erkek
karakterleri -örneğin kardeşi Ahmet’i- ihmal etmiştir. Eroğlu’nun diğer
kitaplarında da sıkça rastladığımız cinsellikle ilgili görüşlerinde aşkın kaynağını
yalnızca cinsel dürtülerde arayan Schoupenhauer’ın etkisi vardır.
Yolculuğun sonuna yaklaşılırken M’ye hayatının
kırılma anına geri dönme şansı verilir. M belleğini uykudan uyandırıp bütün
hayatını hatırladığında “ayaklarının
dibinde kırık bir keman duran, kendini asmış çıplak bir kadın; yağmurlu bir
günde boş iki çukura bakan bir adam; morgdaki işkence görmüş cesetler; boş
gözlerle karnına bastırdığı ellerini süzen yorgun bir kadın; onlarca çocuğun
sıkıştırıldığı sınıf, boş bir banka defteri, ilaç ve ter kokan loş hastane
koridorları, çikin bir köpek, aydınlık bir bahçede birbiriyle alt alta üst üste
oynaşan iki erkek çocuk, plaklar…” dan (s.195-196) oluşan bir tabloyla karşılaşır. Palyaço M’ye
yazgısını değiştirmeyi ve acısız bir hayatı teklif eder. Şeytanla pazarlığa
oturan Faust gibidir M. Palyaço ise Faust’a haz ve zevk içinde yaşayabileceği
bir âlemi vadeden Şeytan Mefistofeles. M, acının olmadığı ideal ülkede yani
cennette yaşamayı reddeder; çünkü “Acının
bulunmadığı yerde Tanrı, Tanrı’nın bulunmadığı yerde de zaman yoktu[r].”
(s.233) Acının olmadığı bir yerde kalırsa bütün insanî değerlerinden
uzaklaşacağını ve hayatına anlam kattığını o güne dek fark edemediği
hatıralarını kaybederse daha da mutsuz olacağını düşünen M, yolculuğunun
sonunda “acının değerli, acısız hayat
dileğininse boş ve anlamsız bir hayat olduğunu” (s.246) fark eder. M’nin
yolculuğunun kıssadan çıkarılacak hissesi budur. Hayatta herkesin öğreneceği
şeyler vardır ve M için bu yolculuk hayatının dersi olur. Hayatın anlamını
kavrama dersi.
Romanlarının birçoğunda varoluşçu felsefenin
izlerini gördüğümüz Mehmet Eroğlu bu romanında da varoluş problemi üzerinde
durur ve insanın varoluş nedenlerini sorgular. Palyaço, Bay G ve M’nin uzun
diyalogları hayata, insana ve varoluşa dair çeşitli soruları ve tespitleri
içerir. Anlatıcı bu soruları hem kendine hem okura sorar gibidir. Bu yönüyle
okuru etken kılan, düşünmeye ve sorgulamaya iten bir romandır Belleğin Kış Uykusu. Ancak anlatıcının
sorduğu sorulan cevaplanması kolay sorular değildir: Mutluluk nedir? Hayattaki
en önemli erdem nedir? Geçmişi silerek ya da unutarak geleceği yaşamak mümkün
müdür? Hayat dediğimiz şey nedir? Hayatımızı yaşanmaya değer kılan şeyler nelerdir?
Bizi en çok insan yapan şeyler nelerdir? Acı nedir? Tanrı’ya niçin inanırız?
İnsan neden sevme ihtiyacı hisseder? İnsan acısız bir hayat için anılarından
vazgeçer mi?
Yazar, özellikle “acı” kavramı üzerinde durur, hatta
acıyı kutsallaştırır. Hayatımızı değerli kılan şeylerin başında yaşadığımız
acıların geldiğini söyler Çünkü acılarımız bizi değiştirir, olgunlaştırır,
mutluluğun kıymetini anlamamızı sağlar. Acısız bir dünyada sanat, aşk, vicdan
ve adalet yoktur. Sanatın kaynağında acı vardır. Yazar sevgiyi de yüceltir ve
hayattaki en önemli şeyin sevgi olduğunu vurgular.
Yazar, bu soruların cevaplarını aradığı bölümlerde
aforizmalara ağırlık veren bir dil anlayışı geliştirmiştir. “Yoksulluğa karşı takınılan vurdumduymaz kayıtsızlık,
insanlığa yöneltilmiş bir soykırımdan farksızdır.” (s.230) “Mutluluk dediğimiz bir aldanıştır; yine de
sürekli olmasını isteriz bu aldanışın.” (s. 36) “Hayat mutsuz kişilerin anlamını çözmeye çalıştıkları bir bilmecedir.”
(s.271) gibi kitabî sözlerle konuşur roman kişileri. Konuşmalarında Nietzsche,
Filozof Solon, Oscar Wilde ve Kierkegaard’tan alıntılar yaparlar. Yazarın büyük
bir roman yazmak kadar büyük sözler etmek hevesine de kapıldığı için yer
verdiği uzun diyaloglar neticesinde zaman zaman romanın kurgusal bütünlüğünden
uzaklaşılmış, roman evreni gerçekliğinden ve doğallığından koparılmıştır. Romanın
en büyük teknik zaafı burada ortaya çıkar.
Eroğlu’nun romancılığının başka bir özelliği de
edebiyatın varoluş nedenini bir sorunsal olarak eserine taşımasıdır. Yazar edebiyatın
amacını ve yazarın yazma edimine verdiği anlamı sorgular. Palyaço’ya göre “Edebiyat, hayattan ve insandan söz etmek
demektir. Daha doğrusu, hayat edinirken yazgısını değiştirmeye çalışan insandan”.
(s. 37) M’nin annesi ise edebiyatı şöyla tanımlar: “Edebiyat bize yaşamadığımız, yaşayamadığımız ya da yaşayıp da farkına
varamadığımız hayatlar hediye eder.” (s. 270)
Romanın en başarılı yanı fantastik ve gerçekçi
unsurların bir araya getirilmesiyle oluşan usta işi kurgusudur. Romanın
kurgusunda hiçbir boşluk yoktur. İlk başta anlam veremediğimiz patlama sesleri,
marş söyleyen askerler, öğrencisini arayan bir müzik öğretmeni, işkence
çığlıkları, keman çalan çocuk, çocuğunu emziren bir anne vb. unsurlar belleğin
kapısı aralandıkça yerine oturur ve giz perdesi aralanır. Mekânın ve
karakterlerin tuhaflığı, olayların anlamsızlığı okurda merak uyandırır. Yazarın
sorduğu sorular hayatımızın anlamını sorgulamamıza neden olur. Eğer M’ye
verildiği gibi bize de bir şans verilirse hayatımızı değiştirip
değiştiremeyeceğimizi, anılarımızdan vazgeçip vazgeçemeyeceğimizi düşünürüz.
Mehmet Eroğlu, hepimizin belleğinden geçen düşünceleri kurgusal dünyaya
aktarmış, okurun etkisinden uzun süre kurtulamayacağı özgün ve yaratıcı bir
romana imza atmıştır.
*Yazıda geçen tüm alıntılar şu kitaptan alınmıştır:
Mehmet Eroğlu, Belleğin Kış Uykusu,
Agora Kitaplığı, İstanbul 2006.
Deliler
Teknesi Dergisi'nin Mart-Nisan 2013 tarihli 38. sayısında yayımlanmıştır.