24 Ocak 2015 Cumartesi

Londra Günlükleri 4: Sanatsal Londra


Londra pek çok özelliğinin yanı sıra edebiyatseverler için de cazip mekânlara sahip olan bir şehir. Turizm Londra’da gelişmiş bir sektör olduğu için İngilizler ünlü yazar ve şairlerinin yaşadıkları yerlere  sahip çıkıp onları birer turizm merkezi hâline getirmişler.  Ahmet Hamdi Tanpınar ve Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun yaşadığı Narmanlı Han’ın bugün ne durumda olduğu düşünüldüğünde İngilizlerin bu tavrı hayranlık uyandırıyor.

Ben bu yazıda size Londra’dayken gitmiş olduğum birkaç sanatsal mekândan bahsedeceğim. Bunların ilki Charles Dickens Müzesi. Aslında Dickens Londra’da birçok yerde ikamet etmiş. Bugün müze hâline getirilen bu evinde ise 1837-1839 yılları arasında yaşamış. Yazarın burada kaldığı döneme uygun bir şekilde yeniden düzenlenen evde her şey en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş. Mesela en alt kattaki mutfakta bulunan kirpi ve evin dışındaki mahzende yer alan şarap şişesi size içinde yaşanılan bir evde olduğunuzu hissettiriyor. Dört katlı bu evde mutfak, oturma odası, yatak odaları, çalışma odası gibi bölümler mevcut ve bunların hepsinde yazarın kişisel eşyaları, fotoğrafları ve çeşitli objeler sergileniyor. En üst katta yazarın eserlerinden bazı parçaların duvarlara yazıldığı bir oda ile yazarın hayatıyla ilgili bir belgesel izleyebileceğiniz bir bölüm var. Evin en alt katında bir kafe ve giriş katında da hediyelik eşyalar alabileceğiniz bir yer mevcut. Her ne kadar yazarların turistik bir meta hâline getirilmesinden pek hoşlanmasam da üzerlerinde Dickens’a ait cümlelerin yazdığı kartpostal ve ayraçlardan almadan duramadım.


Dickens müzesine gitmeden önce burada uzun vakitler geçireceğimi düşünmemiştim aslında ama mekânın dekorasyonu o kadar hoşuma gitti ki her bir odada dakikalar geçirdim. Özellikle de ilgi alanıma giren kütüphane bölümü bir hayli cazipti. Gitmek isteyenler için müze Londra’nın Bloomsbury bölgesinde bulunuyor ve –eğer değişmediyse- her gün açık. Giriş ücretli. Müze, Londra’daki diğer turistik merkezlere göre oldukça sakin. Turist kalabalığına karışmak istemeyen edebiyatseverler için ideal.
Londra’da Charles Dickens’in en çok bulunduğu mekânları içeren turlar da yapılıyor. Ben bunlardan birine katılmadım ama katıldığım bazı turlarda Dickens’ın mekânları ile ilgili bilgiler verilmişti. Örneğin Thames nehrindeki tekne turu sırasında yazarın takıldığı publar gösterilmişti. Ben bu publardan yalnızca birine girdim. Greenwich’te bulunan Trafalgar Tavern Dickens’in en çok sevdiği yerlerden biriymiş. Fotoğrafta bu pub'ın önünde çekindiğim, uzaklara dalma temalı fotoğrafı görüyorsunuz.
Londra’da ünlü kişilerin yaşadığı evlerin üzerinde bazı plakalar yer alıyor. Londra’da en çok sevdiğim yerlerden biri olan Notthing Hill’deki Portobello Yolu üzerinde ünlü yazar George Orwell’ın evi var. Bu mütevazı apartman dairesi müzeye dönüştürülmemiş ve bugün hâlen kullanılıyor. Buraya gitmek isterseniz size bir önerim var: Bu evin önündeki kaldırım taşlarına oturun ve Yekta Kopan’ın tam da bu noktada geçen öyküsü “Portobello 22”yi okuyun. Belki de bu öyküdeki gibi bir sürprizle karşılaşabilirsiniz. (Not: Ben karşılaşmadım:)
Londra deyince akla gelen yazarlardan biri Charles Dickens ise diğeri de tabii ki İngiliz edebiyatının babası Shakespeare. Thames nehrinin kıyısında bulunan Shakespeare Globe, yazarın birçok oyununun sergilendiği tiyatro binasıdır. Bu binanın başına gelenler ilginç. Önce yangında kül olmuş, sonra Püritenler tarafından kapatılmış ve bina kullanılmayınca zarar görmüş. 1997 yılında gerçekte bulunduğu yerin biraz ilerisinde aslına uygun olarak tekrar inşa edilmiş. Mimari özellikleri şehrin diğer yapılarından oldukça farklı. Tiyatronun bir kısmının üstü açık olduğu için oyunlar yazın sergileniyor. Ben gitmeden önce araştırmamıştım aslında ama her bütçeye uygun oyun bulunabiliyor. Yani fiyatlarda öyle aşırıya kaçmamışlar; ancak talep fazla olduğu için önceden bilet almak gerekiyor. Tiyatronun girişinde yazarın hayatını ve eserlerini konu alan bir sergi var. Burada Shakespeare’in oyunlarında kullanılan çeşitli objeleri de görebilirsiniz. Serginin sonundaki bir bölüm ilgi çekiciydi. Yarım saatte bir düzenlenen bir seansta orada bulunan görevliler Shakespeare’in oyunlarında kullanılan giysiler hakkında bilgi veriyorlardı. Seyirciler arasından seçtikleri bir kişiye bu giysileri giydirmeleri de o dönemin modası hakkında bizi aydınlattı. Çünkü bir gömleği giymek bile 5 dakikayı buluyordu. Tahmin etmediğimiz bir biçimde burada da çok zaman geçirdik. Sergiyi gezdikten sonra biraz pahalı olsa da tiyatronun içini de gezdiren bir tura katıldık. Rehberin tiyatro ile ilgili pek çok şey anlattığı bu tur sırasında akşam oyunu olan tiyatrocular da ısınma hareketleri yapıyorlardı. Tam tiyatrodan çıkarken Haluk Bilginer’in fotoğrafı gözüme ilişti. Oyun Atölyesi’nin bu tiyatroda sahnelediği bir Shakespeare oyunundan sonra asılmış fotoğraf buraya. O an nedense milli duygularım kabardı J
Kostüm tanıtımlarından bir kare

 
Londra’ya giderseniz görmeden dönmeyin diyeceğim başka bir mekân da Royal Albert Hall. 1871 yılında inşaası tamamlanan bu konser salonu gerçekten müthişti. Tabii gönül orada canlı bir konser izlemek isterdi ama en azından salonu görebildiğimiz bir tura katıldık. Bu turlar tabii belli saatlerde düzenleniyor ve kayıt yaptırmak gerekiyor. Tura ne gerek var diyen Türk turist kafasındaysanız mekânı dışarıdan görebilirsiniz yalnızca. Kraliçe Victoria ve Albert’in aşkı dillere destan. Mekânın adı da Kraliçe tarafından verilmiş. Kraliyet ailesinin üyeleri buradaki konserleri ücretsiz izleyebiliyormuş. Adamlarda zaten para var, adaletin bu mu dünya diye sorduran bir durum. Neyse, konser dışında tenis maçları, sirkler ve çeşitli gösterilerin yapıldığı bu mekânı mutlaka görün. Konser salonundan çıkınca tesadüf bu ya yine bir Türk’ün fotoğrafıyla karşılaştık. Sezen Aksu, Fahir Atakoğlu eşliğinde burada konser verecekti. Tekrar duygulanmalar falan J
Ah canım Mister Darcy
İngiltere’de Londra dışında Bath şehrini de ziyaret ettim ki burası da Jane Austen’ın mekânıdır. Daha çok Londralı aristokratların yaşadığı bu şehirde Jane Austen Centre adı verilen bir müze ev var. Her yıl burada onun adına bir edebiyat festivali de düzenleniyor. Bath’a aslında müzeyi görmek için gitmiştim ama zamanımı iyi planlamayınca müzedeki turu kaçırdım. Çünkü burada Dickens müzesinde olduğu gibi müzeyi kendiniz gezemiyorsunuz. Belli saatlerde düzenlenen turlarda rehberler size eşlik ediyor. Ben yalnızca Austen’ın roman kahramanları gibi giyinmiş garsonların servis yaptığı kafeyi ve girişteki hediyelik eşya bölümünü gezebildim. Ayraç koleksiyonuma yeni bir parça ekledim tabii. Velhasıl kelam, Bath’a Jane Austen için gidip  İtalyan bir arkadaş yüzünden Roma hamamı ve katedrali görüp dönmüş oldum. Neyse bu da yeniden gitmek için bir bahane olsun.
Londra’da sanatsal mekânlar bunlarla sınırlı değil elbet. Göremediğim Freud Müzesi ve şair John Keats’in evi var mesela. Lakin şimdilik gördüğüm bu güzellikler bana yeter.