Belçika'ya turistik amaçlı
gitmemiştim aslında ama oralara kadar gitmişken kısa bir Belçika turu yapayım
istedim. Şubat ayında bir hayli soğuk
olduğu için kış mevsiminde burayı ziyaret etmenizi pek önermem ama bir gün
yolunuz Belçika'ya düşerse size bahsedeceğim dört şehri mutlaka görmelisiniz.
Önce Gent ve Brugge'ü tanıtacağım size, diğer yazımda ise Brüksel ve
Antwepen'i.
Gent: Ben bir hafta boyunca Gent'te (Ghent, Gand diye de
yazılıyor.) yaşayan kuzenimin evinde kaldığım için seyahat sırasında en çok kanalları
ve mimari yapılarıyla öne çıkan bu küçük Avrupa kentini gezme imkânı buldum.
Gent, Belçika'nın üçüncü büyük kenti. Bilmeyenler için söyleyeyim Flaman,
Fransız ve Almanların yaşadığı bir ülke olan Belçika, federal bir ülke yapısına
sahip. Ülke; Flaman, Valon (Fransız) ve Başkent Brüksel Bölgesi olarak üç
bölgeye ayrılmış durumda. Üniversite şehri olarak da ön plana çıkan Gent,
Flaman bölgesinde bulunuyor.
Şehrin gezilmesi gereken yerlerine
şöyle bir göz atarsak öncelikli olarak kanal boyunda yer alan Graslei ve Korenlei rıhtımlarını ve tarihi yürüyüş yolunu gezmek
gerek. Şehrin merkezi olan bu nokta, Ortaçağ mimarisinin ürünü olan görkemli
binalar, restoranlar ve barlarla dolu. Aynı yerde yer alan Aziz Michael
Köprüsü'nün ihtişamlı bir güzelliği var. Önünde fotoğraf çekmemek olmaz. Bu yürüyüş yolunu hem gündüz hem de gece
ziyaret etmenizi öneririm. Şehir çok güzel ışıklandırılmış, hatta bununla
ilgili bir ödül bile almış. 2004'te Uluslararası şehir-insan-ışık ödülüne layık
görülen kentte ışık festivali de yapılıyor. Gent'e yazın giderseniz kanalda
tekne turu mutlaka yapılmalı. Kışın kanal etrafında pek hareketlilik olmasa da
yazın kanal bölgesi bir hayli kalabalık oluyor ve burada çeşitli etkinlikler,
festivaller yapılıyormuş. Gent tam bir festival şehri zaten. Yılın her mevsiminde
yapılan bu etkinliklere ayrıca göz atılabilir.
Aziz Michael Köprüsü |
Gent'in Unesco Dünya Mirası
Listesi'nde de yer alan üç görkemli kulesi var. Bu üç kule (St. Nicolas,
Beffroi, St. Bavon) şehrin her yerinden görülebiliyor. İsteyenler bu kulelere
çıkıp Gent'e tepeden bakabilir. Aziz Michael Köprüsü'ne çıktığınızda da bu üç
kuleyi aynı anda görebiliyorsunuz, işte başka bir fotoğraf noktası daha.
Gent'e yukarıdan bakmak
istiyorsanız Gravensteen Kalesi'ne (Kontlar Şatosu da deniyor.) çıkabilirsiniz.
Giriş 10 euro idi ama görevli beni genç görmüş olacak ki bana "young
adult" bileti verdi. Bu biletin fiyatı ise 6 euro. Yukarıya çıkmak için
asansör yok ama merdiven sayısı da fazla değildi. Ben direkt kalenin en
tepesine çıkıp manzarayı seyrettim, içerideki işkence müzesi ilgimi çekmedi ama
bir ara gözüm kaydı, acayip işkence aletleri gördüm. Gent'te birkaç müze de var
ama ben kısa süreli ziyaretlerde müze gezmeyi pek sevmiyorum.
Gent'in gece görünüşü |
Gent çok büyük bir şehir olmadığı
için bir gün içinde rahatlıkla gezilebilir. Yukarıda kısaca bahsettiğim yerleri
gezdikten sonra şehrin sokaklarında rastgele gezmeye ve kaybolmaya
başlayabilirsiniz artık. Zira ben klasik turistik mekânları gezdikten sonra ara
sokaklara dalıp kaybolmayı ve ilginç şeylerle karşılaşmayı çok seviyorum. Bu
biraz yorucu bir uğraş aslında, ama risk almaya değer. Gent ara sokaklarında gezdiğinizde
güzel binalarla, restoranlarla ve sokak sanatıyla karşılaşabileceğiniz bir
şehir. Ben binaların süslemelerine bayıldım mesela.
Gent'in en güzel sokaklarından
biri Patershol Sokağı. Burada Flaman yemekleri yapan restoranlar var. Bunların
çoğu akşam saatlerinde açılıyor. Gözlemlediğim kadarıyla Flamanların çoğu akşam
yemeklerini dışarıda yemeyi tercih ediyor. Gündüz saatlerinde boş ya da kapalı
olan pek çok mekân akşamları tıklık tıklım dolu. Belçika'da çok sayıda bar da
var. Meşhur Belçika biralarını buralarda tadabilirsiniz. Kafelerin müdavlerinin yaş ortalaması oldukça yüksek. Bunun bir nedeni Avrupa'daki genç nüfusun azlığı
ise bir diğer nedeni de gençlerin marketlerden
aldıkları yiyecekleri kanal boyuna oturup
yemeyi tercih etmeleri olsa gerek. Örneğin kahve içmek için oturduğum kafede
benim dışımda genç biri yoktu. Müşterilerin hepsi Haneke'nin Aşk (Amour)
filmindeki çifti andırıyordu.
Belçika'da çok sayıda Türk
yaşadığı için Gent'te de pek çok Türk lokantası var. Oudburg Caddesi 42
numarada yer alan Ankara restoranı oldukça popüler bir mekân ve Flamanların da
sıkça uğradıkları bir yer. Ancak ben gittiği her ülkede Türk lokantası arayan turist
kafasını bir türlü anlayamadığım için Türk restoranlarına uğramadım.
Brugge: Belçika'ya gitmeden önce okuduğum blog yazılarında oldukça
övülen bu kenti çok merak etmiştim. Unesco'nun Dünya Mirası Listesi'nde yer
alan bu şehir görülmeli elbette ama Gent'e çok benzediği için bana pek ilginç
gelmedi. Brugge'e oldukça soğuk bir günde gitmemin ve ziyaretimi biraz kısa
kesmemin de etkisi vardır bunda ama pek çok
gezginin aksine Brugge ile karşılaştırdığımda Gent'i daha çok sevdiğimi
söyleyebilirim. Brugge küçük bir kanallar şehri olduğu için aşıklar şehri
olarak da tanımlanıyor. Bu şehrin romantik havasının büyüsüne kapılmak için
ilkbahar ve sonbaharda tekrar gitmeli belki de.
Küçük bir şehir olan Brugge'ün (Fransızca Bruges) gezilmesi gereken noktaları
ise şöyle: Kentin tam merkezi çeşitli binaların, kiliselerin ve restoranların
olduğu açık ve geniş bir alan. Buraya The Markt, Burg, Belfry and Market Halls
gibi isimler veriliyor. Burada pek çok fayton var. Brugge'de yapılacak en iyi
şeylerden biri bir fayton turuna katılmak. Bunun dışında kanal turları yine çok
meşhur. Brugge'de de Ortaçağ'dan kalma eski binalar var. II. Dünya Savaşı
sırasında da zarar görmemiş bu binalar. Bu şehrin sokaklarında yürürken
kendinizi 2000'li yıllarda hissetmeyeceğiniz kesin. Benim Brugge'deki favorim
Bruges Art Route adı verilen, yel değirmenlerinin sıralandığı yeşil bir yol. Burası
-henüz görmesem de- Hollanda'yı hatırlattı bana.
Belki Unesco nedeniyledir Brugge
biraz pahalı bir kent. O yüzden buradaki restoranları pek tavsiye etmiyorum.
Bizim oturduğumuz bir mekânda kahve 2 euro, su 6 euroydu mesela. Avrupa'da su
kahveden pahalı oluyor genellikle.
Sağır sultan bile duymuştur ama
Belçika; çikolatası, birası, patatesi, midyesi ve waffle'ı ile meşhur.
Brugge'de her yer çikolata dükkânıyla dolu. O kadar çok çeşit var ki insan
hangisini alacağını şaşırıyor. Diğer yazımda çikolata ve waffledan biraz daha
ayrıntılı bahsedeceğim ama çikolata alacaksanız Brugge'den almayın derim. Ben
Brugge'den aldığım çikolataların çok daha ucuzuna Brüksel'de rastlayınca biraz üzülmüştüm
çünkü. Brugge'de merak ettiğim mekânların başında çikolata ve patates
müzeleleri geliyordu ama vakit darlığı nedeniyle burada da müzeleleri
gezemedim.
Brugge'de dolaşırken dantel
dükkanlarına da bir göz atın. Burası dantel (rahibe işi deniyor) ve goblen
işlemeli ürünleriyle de bir hayli meşhur çünkü. Ben gittiğim şehirlerden magnet
ve kitap ayracı alırım mutlaka. Brugge'de de dantelden yapılmış kitap ayraçları
buldum.
Bence bir yeri güzelleştiren
şeylerin başında yeşil ve mavilin uyumu gelir ki bu özellik hem Gent'te hem de
Brugge'de var. Bu iki şehir mimari yapıları, kuleleri, her biri ayrı bir renge
boyanmış masal evleriyle de öne çıkıyor. Üstelik oldukça temiz, sessiz ve
huzurlu bir ortama sahipler. Ahh tabii ki bir de o muhteşem çikolata kokusu.
Ayrıntılar 2. yazımda :)