28 Kasım 2010 Pazar

İncilâ'nın Küçük Dünyasını Anlatır Karalamalardır : 2. Yaprak



Bizim İncilâ'nın kusurlarından biri de sık sık aşık olmasıdır. Eli yüzü düzgün, birtakım iyi niteliklere haiz her delikanlının, hayatının beyaz atlı prensi olabileceğine inanan İncilâ'nın karşısına çıkan çoğu erkeğin hayırsız, vefasız, kadir kıymet bilmez takımından oluşu kaderin garip bir cilvesidir. Ne olurdu İncilâ da evlendirme programlarında eş arayanların dile getirdiği tabirle "namazında niyazında, oturmasını kalkmasını bilen" birileriyle karşılaşsaydı. 

Heyhat, İncilâ'nın ilk aşklarından biri ayrıldığı her limanda yaralı bir kalp bırakan gemiciler gibi ülkenin muhtelif şehirlerinde ve o şehirlerin muhtelif semtlerinde gözü yaşlı, elinde çeyiz için hazırladığı masa örtüsü takımıyla kalakalmış kızlar bırakan bir çapkındır. Dillere destan olmuştur çocuğun çapkınlığı. Mahalleliler onun çapkınlık öykülerini anlatmaya bayılırlar. İncilâ gibi kırılgan bir kızın bu çapkın çocuğa kendini neden kaptırdığı bilinmez ama çocuk da aşık olunmayacak gibi değildir canım. Çok yakışıklıdır.  

İncila'nın ağabeyinin arkadaşı olan bu çocuk da beğenmiştir İncilâ'yı ama arkadaşının kız kardeşine yan gözle bakmak, delikanlılık anayasasında en ağır şekilde cezalandırılan suçlardan biri olduğu için kıza açılamamıştır. Yine de birbirine karşı meyli olan insanlar arasında kimsenin anlayamayacağı sözsüz bir iletişimin gerçekleştiği bilinir ki İncilâ ile bizim çapkın çocuğumuz böyle anlarda neler neler konuşmuşlardır birbirleriyle. 

İncilâ'nın çocuğu sevmeye başlamasından bir süre sonra çapkın delikanlının ağabeyle her zamankinden fazla sıkı fıkı olmaya başladığı görülür. İncilâ da pencerenin başında saatler geçirerek çocukla ilgili düşüncelere dalar, bir fırsatını yaratıp ağabeyine arkadaşıyla ilgili sorular sorar. İncilâ kendini kaptırmıştır artık iyice. Öyle hayaller kurar, kafasında öyle dünyalar yaratır ki yazma yeteneği olsa romantik sanatkârlara taş çıkartır. 

İncilâ küçük dünya tarihinde malesef çok az karşılıklı aşk yaşamıştır. Bu çocukla birbirlerini tanımak için fazla fırsat yakalayamamışlardır. Nedeni bilinmez. Yarım kalmış bir öyküdür işte bu. Çocukla İncilâ arasındaki en yakın temas, ev ziyaretinde çay ikramı yapılırken iki kolun birbirine değmesi suretiyle gerçekleşir. Bir keresinde de İncilâ ağabeyinin arkadaşlarıyla birlikte gezintiye çıkmış ve en arkada hiç konuşmadan yürüyen İncilâ ile çocuğun omuzları dar sokaklara girerken birbirine değmiştir. ( Bilinçli bir hareket midir bu, yoksa yolların çok dar olmasından kaynaklanan bir tesadüf mü bilinmez.) 

Çapkın erkeklerin ikiye ayrıldığı rivayet edilir. Birinci gruba girenler, gerçek aşkı bulamadıkları için tensel hazzı farklı kadınların bedenlerinde tatmaya çalışan ve sürekli arayış içinde olan erkeklerdir. İyimser bir bakış açısıyla bu erkeklerin gerçekten aşık olduklarında bu arayışı bırakıp sadece bir kadına bağlı olacakları düşünülebilir. İkinci gruptakiler ise mizaçlarının en temel özelliği olarak her kadına bir cinsel obje gözüyle bakarlar. Bu erkekler kesinlikle iflah olmaz. Aşka falan da inanmazlar.

Bizim saf İncilâ, aşık olduğu çocuğun birinci gruptan olduğuna inanmak istemiştir. Çocuk, gerçek aşkı onda bulacak, günah çıkartır gibi önceki kaçamakları için af dileyecek ve bundan sonra sadece ve sadece İncilâ'ya bağlı kalacaktır. Zaman zaman İncilâ'nın yüreği hiçbir çapkının iflah olamayacağı düşüncesiyle çalkalansa da İncilâ için aşk varsa her zaman umut da vardır. Bu çocuğun kurtuluşu onun elinden olacaktır.

İncilâ hayâl dünyasını büyütedursun, bu iki gencin yüreğine aşk tohumları atıldıktan fakat  iki taraf da herhangi bir adım atmadığı için tohumlar kurumaya yüz tuttuktan sonra çocuk, her Türk evladının yaşı geldiği zaman yapması gereken şeyi yapar ve askere gider.

Bizim çapkın askerden döndükten sonra ....

Buradan sonra yazının kötülüğünden dolayı karalamalar okunmuyor. 

24 Kasım 2010 Çarşamba

Yaşadıklarımı Değerlendirme Kılavuzum

Yekta Kopan'ın "Fil Uçuşu" isimli bloğunda Günden Kalanlar başlığı altında günlük niteliğinde yazdığı yazılardan oluşan bir bölüm var. Yekta Kopan'ı ve yazdıklarını çok sevdiğim için bu bölümü zevkle okuyorum. Aslında eskiden günlük yazmayı sevmezdim ama son yıllarda edebiyatçıların ve bazı ünlü isimlerin günlüklerini ya da özel mektuplarını okumaktan büyük keyif alıyorum. Bu keyif, beni de bloğum içinde günlük yazmaya niyetlendirdi. Ayrıca Yekta Kopan'ın yazdıklarından da etkilendim. Kim bilir belki ilerde ben de büyük adam olurum ve benden sonra benimle ilgili bir şeyler merak edenler bu yazdıklarımı okurlar ve beni daha yakından tanırlar :) 

Bu işin esprisi tabi ki. Bazen insan konuşacak ve anlatacak o kadar çok şey biriktiriyor ki bunları yakınlarıyla paylaşmaya zamanı kalmıyor. Ya da herkesle her şey paylaşılamıyor. Yazmak en iyisi. Böylece yükler hafifler bir nebze de olsa. 

Eee başlayalım o zaman. 

* Sonunda Taylan Biraderlerin filmi Vavien'i izleyebildim. Etkileyici ve farklı bir filmdi. Filmde Binnur Kaya'nın canlandırdığı kadının -ismini hatırlayamıyorum şimdi- bir cümlesi vardı ki beni sarstı. Kendisini sevmeyen hatta öldürme teşebbüsünde bulunan kocasına "Benim her yerlerimde sen varsın." diyordu.  İşte bu cümle, bir yumruk gibi oturdu yüreğime. Ağırlığını hâlâ hissediyorum. 

Ah biz kadınlar! Ne zaman akıllanacağız acaba? 

* Çağımızı en güzel anlatan kelime nekrofilya bence. Bu kelimeyle -aslında kavram olarak da kullanılıyor- ilk kez Alev Alatlı'nın Viva La Muerte! romanında karşılaşmıştım. Kelimenin mânâsı, "ölüsevicilik". Bir ara bu kavramla ilgili bir şeyler yazmak istiyorum ama şimdilik bayramda meydana gelen trafik kazalarına değinmekle yetineceğim. Her bayramda olduğu gibi birçok kişi hayatını kaybetti. Bazıları bu durumu kaderle açıklıyor. Tabii ki insanoğlunun bir kaderi var ama hangi ülkede bir haftada sadece trafik kazaları yüzünden yüz altmış kişi ölüyor? 

Televizyonlar; ölümler, cinayetler ve katliamlarla ilgili haberleri tüm ayrıntılarıyla göstermeye bayılıyorlar. Çünkü artık dünyada ölüsevicilik diye bir şey var. Kan, vahşet ve şiddet; reyting getiriyor. İşte bu anlayışın bir sonucu olarak haberlerde trafik kazalarını ayrıntılı olarak gösteriyorlar. Cnn ya da başka bir haber kanalında bu tarz haberlere hiç rastlamadığım halde bizde ölüm sahneleri tüm çıplaklığıyla yansıtılıyor. 

Dediğim gibi bu ölüsevicilik meselesine bayağı bir kafayı taktım ama şimdilik uzatmıyorum. Artık bayramların gelmesinden de korkuyoruz zaten. Kaç kişi ölecek diye bekler hale geldik. 

* Bu aralar tembelliğe övgüler düzüyorum. Kendimi çok tembel hissettiğim bir dönemdeyim. Pek bir şey yapasım yok. İçimde yarım kalmışlıkların acısı da var. Yarım bırakılmış beş kitap beni bekliyor ve yapılmayan ödevler. Çok beklersiniz daha. Tembellik gibisi var mı ya? 

 Bu bölüm içinde Çemkirmelerim ya da Sövmelerim başlığını taşıyan bir bölüm daha olmalı. Postmodernizmdeki alt kurmacalar gibi. Çünkü ben sinirli bir insanım ve gün içinde sayıp sövdüğüm pek çok şeyle karşılaşıyorum. ( Aile bireylerimin dediği gibi biraz kabayım galiba ve genlerimde erkeklik genlerinden de var:)  

Mesela sinirlendiğim bir şey:  Sadece hal hatır sormak için aradığım insanların defalarca çaldırmama rağmen telefonlarını açmamaları ya da mesajlarıma bilmem kaç gün sonra dönmeleri. 

Abartıyor muyum yoksa haklı mıyım? 


20 Kasım 2010 Cumartesi

Öylesine



Kalbim, buruşturulup atılmış kağıt parçaları gibi. Öylesine unutulmuş duruyor atıldığı yerde.