Benim için en verimli okuma dönemi yaz
tatilleri oluyor ve bu yaz hiç okumadığım yazarları okumayı hedefliyorum. Bu
çerçevede Kerem Işık ve üçüncü öykü kitabı Iskalı
Karnaval'dan bahsedeceğim size. Kitabın adı ve kapağı nedense bol çağrışımlı
ve metafor yüklü öyküler okuyacağımı düşündürdü bana ama gayet kolay okunan ve
akıp giden bir kitapla karşılaştım diyebilirim.
Kitapta sekiz öykü var. Öykü kitaplarını
okurken genelde ya ismini beğendiğim öyküyü okurum ilk önce ya da rastgele
açtığım sayfada çıkanı. Bu kez nedense sırayla gittim. Bunu yapmak iyi oldu
çünkü ikinci öykü "Süper Kahraman Diyeti"ni ayrı tutarsak kitaptaki öyküler
baştan sona bir bütünlük oluşturuyor. Kurgusal bütünlükten bahsetmiyorum ama
tematik bir bütünlük var denebilir. Kitabın açılış öyküsü "Kalbi Büyüyen
Adam", iki sayfadan oluşan kısacık bir öykü. Öykünün ne anlattığından pek
bahsetmek istemiyorum ama kitabı bitirdiğinizde bir insanın kalbinin neden
büyüdüğünü, odalara ve evlere sığamayacak hâle geldiğini anlıyorsunuz. İkinci
öykü "Süper Kahraman Diyeti", bir fastfood zincirinde geçiyor.
Diğerlerine nazaran okuru etkileme gücü zayıf olan bir öykü diye düşünüyorum.
Belki esas kahramanımızın ruh hâli biraz daha ayrıntılı olarak anlatılabilirdi.
Kitaptaki diğer öyküler distopik kurgulara
sahip. Günümüzde yaşanan siyasi ve sosyal olaylar ile yaşam biçimimiz çok fazla
malzeme sunsa da edebiyatımızda distopik eserlere pek rastlanmıyor ne yazık ki.
Ütopik eserler ya da başka roman türleri içinde yaratılan ütopik dünyalar
(Peyami Safa'nın Yalnızız romanındaki Simeranya gibi) distopyalara göre daha
fazla Türk edebiyatında. Kerem Işık'ın bir önceki kitabı Toplum Böceği'nde de
bu tarz öyküler varmış sanırım ama okumadığım için yorum yapamayacağım.
Kerem Işık'ın anlattığı distopyalar klasik
distopyalardan biraz farklı. Distopyalar genelde uzak gelecekte dünyayı ve
insanları bekleyen tehlikeleri anlatırlar ama bu kitapta daha yakın geçmişi
hatta bugünü okuyoruz. "Bana Veri Gerek Veri" 2 Temmuz 2043'te
geçiyor olsa da ben kitaptaki bütün öyküleri yaşadığımız günlerle bağlantı
kurarak okudum. Yazar kapitalist sistemin insanın yaşam biçimini ve insanlar
arasındaki ilişkileri nasıl etkilediğini, sansür mekanizmasının nasıl yok edici
boyutlara gelebileceğini, yabancıların durmadan müdahale ettiği aile yaşamının
nasıl "özel" olmaktan çıktığını ve buna benzer birçok meseleyi hayal
ve gözlem gücünün ürünü olan ayrıntılarla anlatmış. Son zamanlarda güncel konu
deyince genelde Gezi olayları ya da kadın cinayetleri akla geliyor önce ama burada turizm, sansür, medya ve sosyal
medya gibi farklı başlıklar altında bireysel ve toplumsal yaşamımızı
ilgilendiren olaylar ele alınmış.
Kitaptaki distopik öykülere biraz daha
ayrıntılı bakacak olursam;
"HAYDA!", bilinmeyen bir gelecekte
İzmir'de geçiyor. Bu gelecekte kentler sektörlere ayrılmış. Bir sektörde evli
ve bir çocuklu aileler yaşarken başka bir sektör yaşlı çiftlere ait mesela. Bu
sektörlerden birinde yaşayan yeni evli çift Tayfun ve Merve, devletin zorunlu
kıldığı ve yeni evlilere uyguladığı bir danışmanlık sisteminin kobayları
oluyorlar. Yazar burada George Orwell ve Ray Bradbury gibi yazarların eserlerii
hatırlatan bir dünya yaratmış ki distopyaların en önemli özelliklerinden biri
kendi içinde tutarlı ve inandırıcı bir distopya evreni kurmaktır. Kerem Işık'ın
dünyasında Orwell'ın 1984'ünde olduğu gibi televizyon ve çeşitli ekranlardan
yansıtılan reklamların ayrı bir yeri var. Çünkü bu dünyada pazarlama çok
önemli. Tayfun ve Merve kulak-içi hoparlörlerden çeşitli reklamlara maruz
kalıyorlar gün içinde. Yazarın kent yaşamını ve aile kavramını sorguladığı bu
öyküde distopyanın içinden çıkmak isteyen kişi kadın karakterimiz Merve oluyor.
Çünkü öyküde de vurgulandığı gibi baskıcı rejimlerin en büyük tahribatı
kadınlar üzerinde yaratmıştır.
Yukarıda bahsettiğim "Bana Veri Gerek
Veri", mektup biçiminde yazılmış ve her şeyin değerinin rakamlarla ve
verilerle ölçüldüğü bir dönemde geçiyor. Burada olduğu gibi kitaptaki bazı
öykülerde bilim kurgu ve fantastik edebiyata yaklaşan bölümler var.
"Arzulanan Dünya", Spinoza'dan bir
epigrafla başlıyor. Bu öykü de turizm sektörüne ve insanların tatil
anlayışlarına yönelik bir eleştirel bakışı içeriyor. Bu öyküyü okurken aklıma
Murat Uyurkulak'ın yıllar önce Milliyet Sanat'ta yazdığı ve tatil yapmayı
sevmediğini anlattığı yazısı geldi nedense. Yazının adını hatırlamıyorum ama
çok hoşuma gitmişti. Uyurkulak burada yaz gelince insanlarda tatile gitme
baskısı oluştuğunu ve bundan dolayı içlerinden gelmese bile kendilerini çok iyi
eğlenmeleri ya da gezmeleri gerektiği fikrine ikna ettiklerini yazıyordu. Bu
öyküde bu durum var biraz. Turizm şirketinde çalışan, her gün binlerce insanı
dünyanın öbür ucuna uçurduğu halde kendisi tatil yapamayan bir adamın hikâyesini
okuyoruz "Arzulanan Dünya"da.
"O En Güzel Klişe", Klişe Üretim
Merkezi'nde çalışan ve işi klişe üretmek olan Rıfat'ın hikâyesi. Kerem Işık,
kitapta yine distopyaların bir özelliği olarak yeni kavramlar üretmiş. Bunlar
Orwell'ı 1984'te ürettiği "çiftdüşün, yenisöylem, yokkişi, yüzsuçu"
gibi yeni kavramları andırıyor ama Işık'ın kavramları genelde K.Ü.M, SANKİ,
iMTK, MİT gibi kısaltmalardan oluşuyor. Bu kavramların anlamları da kitapta
dipnot olarak verilmiş. Örneğin SANKİ, Sansür Kurulu İdaresi; MİT ise Milli
İrade Tasnifleme demek. Kitapta daha birçok dipnot var. Anlatıcı bazı konular
ve kavramlar hakkında bilgi vermek istediğinde dipnota geçiyor. Ben bu
dipnotları biraz fazla buldum açıkçası. Bunlardan bazıları metinde verilmeliydi
gibi geldi. Bir de bazı dipnotlarda bilgiyi veren anlatıcı mı yazarın kendisi
mi o tam belli olmuyor.
Tekrar "O En Güzel Klişe"ye
dönersek bu öykü, günümüzde insanların mutlu olmak için neleri feda ettiklerine,
kişisel gelişim kitaplarından nasıl medet umduklarına değiniyor. Hayatını iyi
bir kariyer yapmaya adayan insanların, son kertede ellerinde hiçbir şeyleri
kalmayabileceğini gösteriyor. Mutlu olmak için bu kadar çabalamamalı insan
belki de. Mutluluk dediğimiz şey en güzel klişe olabilir neticede.
"Kılçıksız Sanat" benim favori
öykülerimden. Burada kitabını yayınlatmak için Kültür Bakanlığının Sansür
Kurulu İdaresi'ne mülakata giden bir yazar var. Devlet her türlü düşünceyi ve
özgürlüğü baskı altına aldığı gibi yayınlanacak kitaplara da müdahalede
bulunuyor. Çünkü develete göre;
Kılçıksız
sanattır halkın hak ettiği
Sıkı bir
denetimle mümkündür SANKİ"
Sansür idaresinde çalışan memurlarla yazar
Yunus Bey arasındaki diyaloglar öyle tuhaf bir noktaya geliyor ki çalışanlar
kendi standartlarına uygun bir kitap yazılmasını teklif ediyorlar yazara.
Yazarın ülkemizdeki editörlük kurumuna eleştiri getirdiği bu öykü, sanatın
nasıl algılandığına dair bir yansıma olarak da okunabilir.
Kitaptaki en uzun öykü olan "Rıza'nın
İmalatı" robotlara tutkun olan ve hayatını ROMAN adını verdiği projesine
adayan Rıza'nın öyküsü. Yine bolca dipnotun yer aldığı bu öyküde Rıza, İç
Mihrak Tespit Komisyonu'nda Sakıncalı İleti Tespit Memuru olarak çalışıyor. Ben
bu öyküdeki kurum ve meslek isimlerini çok sevdim çünkü doğrudan günümüze
gönderme yapılıyor. Rıza ve ekip arkadaşları, toplumsal huzuru sağlamak adına
sosyal medyada politikacıların çeşitli konu ve kişiler hakkında yazdıkları
"zararlı" iletileri silmekle görevliler. İşe alımlarda bile kişilerin
sosyal medya iletilerine bakıldığı ya da kimilerinin muhalif sözleri nedeniyle
yargılandığı günümüzde sosyal medyanın ne kadar etkili bir mecra olduğu ortada.
Henüz bu öyküdeki gibi bir kurum yok ortada belki ama yakın gelecekte
olmayacağı ne malum? "Rıza'nın İmalatı", yaptığı işten dolayı Rıza'nın
hayatının kabusa dönüşmesiyle sonuçlanıyor. ROMAN kelimesinin en anlama
geldiğini sürprizi kaçırmamak adına söylemeyeceğim ama ilginç bir sonu var
öykünün.
Distopyalar yapıları itibarıyla karamsar ve
karanlık bir atmosfere sahiptirler ama Iskalı
Karnaval'da böyle bir hava yok pek. Mizahi ve ironik bir anlatımı var
yazarın. Burada yazar klasik distopyalardaki gibi siyasi rejime yönelik ayrıntılara
fazla girmediği ve daha çok kişisel öyküler anlattığı için böyle bir üslubu
tercih etmiş olabilir.
Iskalı
Karnaval'ı
sevdim genel olarak. Yazarın önceki kitapları Aslında Cennet de Yok ve Toplum
Böceği'ni de merak ettim. Kitabın bana göre eksik taraflarından biri altı çizilecek
cümlelerin az olmasıydı. Burada aforizma tarzı cümlelerden bahsetmiyorum ama dil
kullanımı biraz daha etkileyici olabilirdi. Bu öykülerin türüyle de alakalı bir
durum tabii. Zaman zaman okuru kurgudan uzaklaştıran ve yabancılaştıran bir
yanı da çünkü distopyaların.
Neticede öykü ve distopya sevenler okuyabilir
Iskalı Karnaval'ı.
Kerem Işık,
Iskalı Karnaval, YKY Yayınları, 2015, 111 sayfa