25 Nisan 2015 Cumartesi

Benim Kitaplarım



Hakkı İnanç’ın Ateş Etme Silahsızım kitabı 2014’ün sonlarında yayımlanmış. Sıkça ismini duyduğum yazarın öykülerini okumamıştım daha önce. 14 Şubat Dünyanın Öyküsü Dergisi’nde yer alan 2014’ün en iyi öykü kitapları listesinde Ateş Etme Silahsızım’a rastlayınca merakım arttı. Bir yazarı ilk kez okumak sonu nereye varacağı belli olmayan bir yolculuğa çıkmak gibi, tedirgin ediyor insanı. Ne yalan söyleyeyim Ateş Etme Silahsızım’ı bu kadar beğeneceğimi tahmin etmemiştim ilk başta.

On yedi öyküden oluşan bu kitabı sevmemin başlıca iki nedeni var. Birincisi yazarın dil kullanımı, ikincisiyse kitaptaki konu ve tema çeşitliliği. Yeni öykücüleri okurken iki farklı eğilim dikkatimi çekiyor: bazı yazarlar sokak diline ağırlık verip dil konusunda özensiz olabiliyorlar, bazıları ise çok fazla metafor kullanıp anlatılmak isteneni geri planda bırakıyorlar. Bahsettiğim çok genel bir yargı tabii ama okuduklarım bana bunu düşündürdü. Hakkı İnanç’ın öykülerini okuyunca yazarın tahkiyeyi ihmal etmeden çağrışımlardan yararlandığını ve okura da okuduklarını yorumlama imkânı verdiğini görüyoruz. Üstelik bunu yaparken dil hassasiyetini koruyor. Yazar, Türkçeyi çok iyi kullanmış; çamaşır suyuyla vicdanını çitilemek, masal yutmak, cücecik zaman, dikiz aynasından bakan hipopotam gibi güzel ve özgün ifadeler bulmuş. Olması gereken bu aslında ama bunu ihmal ettikleri hâlde “iyi yazar” olarak piyasaya sunulanlar var edebiyat ortamında. Bazı öykülerde şiirsel ifadeler dikkat çekerken “Kayık” öyküsünde ise karakterlerin dünyasını daha iyi yansıtabilmek için argo ifadelere başvurulmuş. Kitaptaki argo kullanımı gayet tadındayken birkaç yerde şiirsellik biraz fazla kaçmış. Örneğin “Pinokyo” öyküsündeki “Çocuklar okuyor bunları, mutluluğa şart koşmamalı gamı!” ifadeleri çok hoşuma gitmedi.

Kitaptaki konu ve tema çeşitliliğine gelirsek tekrar sevgilisini gerçekte nasılsa öyle değil de hayalindeki gibi yaşatmak isteyen bir erkeğin, yalnızlığını bir çekirgeyle konuşarak gidermeye çalışan bir kadının, en büyük hayali Şirinler’i görmek olan bir çocuğun öykülerini okuyoruz. İnanç’ın öykülerinde kadınlar, çocuklar ve hayvanlar ayrı bir yerde duruyor. Kitabı bu açıdan da sevdim ben. Daha çok yalnız, kırılgan ve hüzünlü kadınları anlatmış yazar. Birçok yazarın cinsiyetçi bir söylemle erkek hikâyeleri yazdığı bir dönemde kadınların dünyasına daha çok bakan öyküler okumak hoşuma gitti. Kitapta en çok beğendiğim öyküler de “Halının Altı”, “Çekirge”, “Kül ve Kırıntı” gibi kadınların ön planda oldukları öyküler.

Ben tam Hakkı İnanç’ın öykülerini okurken Necip Tosun’un facebook sayfasında şöyle bir ileti gördüm: (İletisini aldığım için affetsin beni sayın Necip Tosun)
“Bir öykü hangi durumu, olayı anlatırsa anlatsın içinde hayata, yaşanmışlıklara ilişkin bir acıyı, bir keşfi aktarmıyorsa o öykünün varoluşu gerçekleşmemiş eksik bir öykü demektir. Bir acıyı, bir dramı, bir duyguyu temsil etmeyen öykünün yazılma gerekçesi de yoktur. Bizi yakalayan öykülere baktığımızda, insanın içinde bir duygu uyandırdığını, bir acı aktardığını görürüz. Bu, bir küçücük cümle, bir fotoğraf, bir diyalog olabilir. Bizde tam da burası kalır, kalıcılığını bu görüntü, diyalog ve cümle aracılığıyla sürdürür. Böylece belleğimizde yer eder.”

Bu cümleler benim bir öyküyü neden sevdiğimi de açıklıyor, o yüzden buraya almak istedim. İyi bir öykü burada da ifade edildiği gibi yaşanmışlıkları yansıtabilmeli ve ne anlatıyorsa anlatsın duygulara hitap etmeli. Okuduğunuz metin, güçlü bir etki uyandırıp bir süre zihninizi işgal ediyorsa iyi bir metindir. Ateş Etme Silahsızım’ı okuduktan sonra “Şingilaylo” öyküsünde babasının elini bırakmayan çocuğu, “Kül ve Kırıntı”daki oğlunu unutamayan anneyi düşünüyorum hâlâ.

Öykü kitaplarını okurken çok sevdiğim öykülerin başına yıldız koyarım. Bu kitaptaki yıldızlı öykülerim şunlar: "Şirinler’i Gören Çocuk, Halının Altı, Çekirge, Şingilaylo, Kayık, Kül ve Kırıntı, Ne Kadar Uzaksın Yakından". Çok sevemediğim bir öykü ise "Kaçak Av". Bu öykü diğerlerinden biraz farklı, anlatıma değil çağrışıma dayandığı için her okur kendine göre bir anlam çıkarabilir. Birkaç kez okumak gerek belki ama ben bu kadar yoğun öyküleri pek sevmiyorum galiba. Kitabın sonunda küçürek öykü var bir de: "Kertenkeleler Suçsuz". Bu öykü türüne pek ısındığım söylenemese de “Bir kızla buluşacaktım ben. Kertenkeleler suçsuz. Burnumda manolya…” gibi güzel cümleleri içeren bu öyküyü sevdim. Yine de bu tarz bir öykü kitaptaki diğer öykülerin yanında biraz ayrıksı duruyor gibi. “Pinokyo” ve “Dıkşın Dıkşın” öykülerinde de masal havası var.

Kitabı bitirince şöyle bir baktım da ne çok yerin altını çizmişim. Tadımlık birkaç cümle yazayım:
“Çocukların kahkahalarını bastırıyorum gözaltlarıma ya, yine de gülmüyor gözlerim. Hiçbir emelime erişemedim hayatta. Çok istersen olur, demişlerdi...” (s. 42)
“İnsanın durduğu yer mühimdir Leyla. Sen bir kuyumcunun önünü seçmişsin”. (s. 52)
“Ne bileyim, belki de böyle hayal etmiştim. Hayaller hemen gerçekleşmiyor ya, geçmişte o hayali kuran insan, gün gelip de hayaline kavuştuğunda artık başka biri oluyor. Başka bir hayali büyütüyor içinde. Senin anlayacağın, gerçekleşmiş hayaller pek mutlu etmiyor insanı.” (s. 70)


“Anlaşmak için ille de konuşmak gerekmez diyor”  “Çekirge” öyküsünde Hakkı İnanç. Ben bu kitaptaki öykü kişileriyle ve yazarla konuşmadan da anlaşabildiğimi düşünüyorum. Bu yüzden İnanç’ı takip edeceğim yazarlar listesine alıyor ve kitabı tavsiye ederek yazımı nihayete erdiriyorum J