Hakkı İnanç’ın Ateş Etme
Silahsızım kitabı 2014’ün sonlarında yayımlanmış. Sıkça ismini duyduğum yazarın öykülerini okumamıştım daha önce. 14 Şubat Dünyanın Öyküsü Dergisi’nde yer alan 2014’ün en iyi
öykü kitapları listesinde Ateş Etme Silahsızım’a rastlayınca merakım arttı. Bir
yazarı ilk kez okumak sonu nereye varacağı belli olmayan bir yolculuğa çıkmak
gibi, tedirgin ediyor insanı. Ne yalan söyleyeyim Ateş Etme Silahsızım’ı bu kadar
beğeneceğimi tahmin etmemiştim ilk başta.
On yedi öyküden oluşan bu kitabı sevmemin başlıca iki nedeni var. Birincisi yazarın dil kullanımı,
ikincisiyse kitaptaki konu ve tema çeşitliliği. Yeni öykücüleri okurken iki
farklı eğilim dikkatimi çekiyor: bazı yazarlar sokak diline ağırlık verip dil
konusunda özensiz olabiliyorlar, bazıları ise çok fazla metafor kullanıp
anlatılmak isteneni geri planda bırakıyorlar. Bahsettiğim çok genel bir yargı
tabii ama okuduklarım bana bunu düşündürdü. Hakkı İnanç’ın öykülerini okuyunca
yazarın tahkiyeyi ihmal etmeden çağrışımlardan yararlandığını ve okura da
okuduklarını yorumlama imkânı verdiğini görüyoruz. Üstelik bunu yaparken dil hassasiyetini
koruyor. Yazar, Türkçeyi çok iyi kullanmış; çamaşır suyuyla vicdanını
çitilemek, masal yutmak, cücecik zaman, dikiz aynasından bakan hipopotam gibi güzel
ve özgün ifadeler bulmuş. Olması gereken bu aslında ama bunu ihmal ettikleri
hâlde “iyi yazar” olarak piyasaya sunulanlar var edebiyat ortamında. Bazı
öykülerde şiirsel ifadeler dikkat çekerken “Kayık” öyküsünde ise karakterlerin
dünyasını daha iyi yansıtabilmek için argo ifadelere başvurulmuş. Kitaptaki
argo kullanımı gayet tadındayken birkaç yerde şiirsellik biraz fazla kaçmış.
Örneğin “Pinokyo” öyküsündeki “Çocuklar okuyor bunları, mutluluğa şart
koşmamalı gamı!” ifadeleri çok hoşuma gitmedi.
Kitaptaki konu ve tema
çeşitliliğine gelirsek tekrar sevgilisini gerçekte nasılsa öyle değil de
hayalindeki gibi yaşatmak isteyen bir erkeğin, yalnızlığını bir çekirgeyle
konuşarak gidermeye çalışan bir kadının, en büyük hayali Şirinler’i görmek olan
bir çocuğun öykülerini okuyoruz. İnanç’ın öykülerinde kadınlar,
çocuklar ve hayvanlar ayrı bir yerde duruyor. Kitabı bu açıdan da sevdim ben.
Daha çok yalnız, kırılgan ve hüzünlü kadınları anlatmış yazar. Birçok yazarın
cinsiyetçi bir söylemle erkek hikâyeleri yazdığı bir dönemde kadınların
dünyasına daha çok bakan öyküler okumak hoşuma gitti. Kitapta en çok beğendiğim
öyküler de “Halının Altı”, “Çekirge”, “Kül ve Kırıntı” gibi kadınların ön
planda oldukları öyküler.
Ben tam Hakkı İnanç’ın öykülerini
okurken Necip Tosun’un facebook sayfasında şöyle bir ileti gördüm: (İletisini
aldığım için affetsin beni sayın Necip Tosun)
“Bir öykü hangi
durumu, olayı anlatırsa anlatsın içinde hayata, yaşanmışlıklara ilişkin bir
acıyı, bir keşfi aktarmıyorsa o öykünün varoluşu gerçekleşmemiş eksik bir öykü
demektir. Bir acıyı, bir dramı, bir duyguyu temsil etmeyen öykünün yazılma
gerekçesi de yoktur. Bizi yakalayan öykülere baktığımızda, insanın içinde bir
duygu uyandırdığını, bir acı aktardığını görürüz. Bu, bir küçücük cümle, bir
fotoğraf, bir diyalog olabilir. Bizde tam da burası kalır, kalıcılığını bu
görüntü, diyalog ve cümle aracılığıyla sürdürür. Böylece belleğimizde yer eder.”
Bu cümleler benim bir öyküyü neden sevdiğimi de
açıklıyor, o yüzden buraya almak istedim. İyi bir öykü burada da ifade edildiği
gibi yaşanmışlıkları yansıtabilmeli ve ne anlatıyorsa anlatsın duygulara hitap etmeli. Okuduğunuz metin, güçlü bir etki uyandırıp bir süre zihninizi işgal ediyorsa iyi bir metindir. Ateş Etme Silahsızım’ı okuduktan sonra “Şingilaylo” öyküsünde
babasının elini bırakmayan çocuğu, “Kül ve Kırıntı”daki oğlunu unutamayan
anneyi düşünüyorum hâlâ.
Öykü kitaplarını okurken çok sevdiğim öykülerin başına yıldız koyarım. Bu kitaptaki yıldızlı
öykülerim şunlar: "Şirinler’i Gören Çocuk, Halının Altı, Çekirge, Şingilaylo,
Kayık, Kül ve Kırıntı, Ne Kadar Uzaksın Yakından". Çok sevemediğim bir öykü ise "Kaçak Av". Bu öykü diğerlerinden biraz farklı, anlatıma değil çağrışıma
dayandığı için her okur kendine göre bir anlam çıkarabilir. Birkaç kez okumak gerek belki ama ben bu kadar
yoğun öyküleri pek sevmiyorum galiba. Kitabın sonunda küçürek öykü var bir de: "Kertenkeleler Suçsuz". Bu öykü türüne pek ısındığım söylenemese de “Bir kızla
buluşacaktım ben. Kertenkeleler suçsuz. Burnumda manolya…” gibi güzel cümleleri
içeren bu öyküyü sevdim. Yine de bu tarz bir öykü kitaptaki diğer öykülerin
yanında biraz ayrıksı duruyor gibi. “Pinokyo” ve “Dıkşın Dıkşın” öykülerinde de
masal havası var.
Kitabı bitirince şöyle bir baktım da ne çok
yerin altını çizmişim. Tadımlık birkaç cümle yazayım:
“Çocukların kahkahalarını bastırıyorum
gözaltlarıma ya, yine de gülmüyor gözlerim. Hiçbir emelime erişemedim hayatta.
Çok istersen olur, demişlerdi...” (s. 42)
“İnsanın durduğu yer mühimdir Leyla. Sen bir
kuyumcunun önünü seçmişsin”. (s. 52)
“Ne bileyim, belki de böyle hayal etmiştim.
Hayaller hemen gerçekleşmiyor ya, geçmişte o hayali kuran insan, gün gelip de
hayaline kavuştuğunda artık başka biri oluyor. Başka bir hayali büyütüyor
içinde. Senin anlayacağın, gerçekleşmiş hayaller pek mutlu etmiyor insanı.” (s.
70)
“Anlaşmak için ille de konuşmak gerekmez
diyor” “Çekirge” öyküsünde Hakkı İnanç.
Ben bu kitaptaki öykü kişileriyle ve yazarla konuşmadan da anlaşabildiğimi düşünüyorum. Bu
yüzden İnanç’ı takip edeceğim yazarlar listesine alıyor ve kitabı tavsiye
ederek yazımı nihayete erdiriyorum J