25 Ocak 2014 Cumartesi

Teoman'a Güzelleme

Teoman benim gençlik idolümdü, hâlâ da en sevdiğim müzisyendir. Lise ve üniversite yıllarımda konserlerine gider, tüm röportajlarını okur, fotoğraflarını odamın duvarına asardım. Bu fotoğrafların bazıları halen dolabımın üzerini süslüyor, kaldırıp atmaya kıyamıyorum. Teoman müziğe ara verip geri döndükten sonra eskisi gibi başarılı olamayacağını düşünürken geçen haftaki Ankara konserinde bir kez daha anladım ki Teoman bir efsane ve bundan sonra tek bir şarkı bile yazmasa dahi hep öyle kalacak. Bu konserden sonra Teoman'ı ne kadar özlediğimi fark ettim ve birkaç sene önce yazdığım bir yazıyı buldum bilgisayarda. Teoman 2011'in yazında müziği bıraktığını duyurunca ben de o günü yas günü ilan etmiş ve bir hayli üzülmüştüm. Şimdi o yazıyı bloguma eklemek istedim. Hem belki Teoman da okur bir gün :) 


Türk rock müziğinin en önemli temsilcilerinden Teoman’ın internet sitesinde yayımladığı bir yazıyla müziği bıraktığını açıklaması son birkaç gündür gündemi oldukça meşgul etti, hatta toplumsal bir mesele haline geldi. Medyada, sosyal paylaşım sitelerinde, sözlüklerde bu konu tartışıldı. Her konuda bir fikri olan toplumsal karar mercileri çeşitli yorumlarda bulundu. Teoman’ın müziği, yaşam tarzı, fikirleri, hatta kadın, alkol ve seks düşkünlüğü üzerine söylenmeyen kalmadı. Teoman’ın müziği bırakma nedenleri sorgulanırken referandumda evet dediği için hayranlarının tepkisini çektiği, reklam yapmak istediği, yakında intihar edeceği yolunda çeşitli komplo teorileri bile üretildi. Bu yorumlardan anlaşıldığına göre Teoman, seveni de sevmeyeni de çok olan bir sanatçı. Ancak inkâr edilemeyecek bir gerçek var ki Teoman; kimi zaman bir şair kimi zaman bir hikaye anlatıcısı kimliğiyle yazdığı şarkı sözleri, her zaman ses getiren albümleri ve konserleri, aykırı duruşu ve yaşam tarzı ile 90’ların ikinci yarısından günümüze kadar gelen döneme damga vurmuş önemli bir müzisyen. Ayrıca ardılları olan genç müzisyen ve gruplara Türkiye’de gerçek anlamda rock müziğin yapılabileceğini gösteren, ilham verici ve öncü bir müzisyen.

Teoman ilk veda mektubunda müziği bırakmasını yaşadığı mutsuzluk ve hayal kırıklığıyla açıklamış ve yeni bir hayat kurma özlemi içinde olduğunu yazmıştı. Ancak kendi ifadesiyle edebiyat şehvetiyle yazdığını söylediği bu mektuptan sonra o kadar çok şey söylendi ki Teoman bütün samimiyetiyle ikinci bir mektup yazma gereği duydu. Bu mektupta Teoman, kendisine biçilen rolleri giymekten sıkıldığı ve artık sadece kendi hayatını yaşamak istediği için müziği bıraktığını söylüyor. Yani neticede Teoman sadece özgür olmak istiyor. Sanat, insanın kendisini ifade etme ve somut dünyadaki varlığını anlamlandırma yoludur. Sanatsal üretim için mutlak bir özgürlüğe ihtiyaç vardır. Kendisine ait özgürlük alanı sınırlandırıldığı ya da yok edildiği zaman, sanatçı yarattıklarını dilediği gibi ortaya koyamaz. Bu yüzden de küser, kırılır, hayal kırıklığına uğrar ya da ürünlerini geniş kitlelerle paylaşmama yolunu seçer. Teoman’ın yaptığı da bu.

Teoman’ın özgürlük alanının kısıtlandığını hissetmesinin bir başka nedeni de yıllar içinde büyük kitlelere ulaşıp hatırı sayılır bir ün elde etmesi ve popüler bir kimlik kazanmasıdır. Teoman artık özel hayatıyla da sürekli gündeme gelen bir rock stara ya da pop figürüne dönüşmüştür. Oysa gerçekte Teoman’ın müziği de yaşam tarzı da popüler kültürün kitlelere dayattığı kalıpların dışındadır, kendine özgüdür. Onu yakından takip edenlerin bildikleri gibi sadece müzik yapmak isteyen, şan- şöhret peşinde koşmayan, ukala ve soğuk görünüşünün aksine bir hayli duygusal ve kırılgan olduğu anlaşılan Teoman; gerçek ile yalanın, var olan ile algının birbirine karıştığı bir dünyada olmadığı biri gibi görünen ve anlaşılamayan bir sanatçı kimliği kazanır. Teoman’ın ulaşmak istediği nokta ile popüler kültürün onu ulaştırdığı nokta birbirine zıttır. Özellikle son birkaç yıldır Teoman’ın içkiye ve kadınlara düşkün bir popüler kültür figürü olarak algılandığını ve bunun sanatıyla ilgili algının önüne geçtiğini görmek mümkün. Sistemle uzlaşması mümkün olmayan bir müzik türünü icra eden Teoman,  sanatından çok kişiliği ve yaşam tarzıyla değerlendirmeye başlanmış; popüler kültür unsurlarını eleştirmesine rağmen zamanla onun bir parçası olmaktan kurtulamamıştır. Onun bir pop figürü olarak algılandığını gösteren önemli bir örnek de müziği bırakacağını açıklamasından sonra internetteki sözlük yazarlarının Teoman’ı popüler kültürün en simgesel ismi Serdar Ortaç’la aynı kefeye koymaları ve onu da müziği bırakmaya çağırmalarıdır.

Teoman’ın şarkılarının ve kişiliğinin hayatımda önemli bir yeri var. Ama bu bir “Teoman’a Güzelleme” yazısı değil. Teoman her ne kadar müziği kişisel sebeplerden dolayı bıraktığını söylese de bana göre bunun ardında son zamanlarda ülkemizde, hatta tüm dünyada yazan, çizen, okuyan, düşünen, eleştiren birçok insanın içinde bulunduğu karamsar, yorgun, kırgın ve umutsuz bir ruh halinin etkisi var. Özgürlüğü elinden alınmış insanlar olarak istemediğimiz hayatlar yaşıyor, çeşitli rollere bürünüyor ve olduğumuzdan farklı görünüyoruz. Ece Temelkuran “Herkesin Keyfi Yerinde” (01.08.2011, Habertürk) adlı köşe yazısında “Bu ülke bizden en çok neyimizi alıyor diye düşünüyordum. Sanırım olabileceğimiz, yapabileceğimiz şeyleri çalıyor.” derken çok haklı. Teoman; iyi bir müzisyen olmak istedi, yanlış anlaşılan bir popüler kültür figürü değil. Kaliteli şarkılar yapmak istedi, birkaç günde tüketilerek unutulacak şarkılar değil. Bu yüzden bence onu ve tabii tüm sanatçıları özgür bırakmalı; olmak istedikleri kişileri olmalarına ve yapmak istediklerini yapmalarına izin vermeliyiz. 

5 Ocak 2014 Pazar

Hem Neşeli Hem Hüzünlü Memleket: Arnavutluk


Durres'ta kahve keyfi yaparken
Sana dün bir tepeden baktım ey aziz Berat!



Geçtiğimiz kasım ayında Tiran'daki Bedir Üniversitesi'nde düzenlenen "Balkanlarda Türkçe" temalı bir konferansa katıldım.  Tiran'a gitme amacım tamamen bilimseldi anlayacağınız ama gitmişken şöyle kısa bir Arnavutluk turu da yaptım. İzlenimlerimi paylaşmaya başkent Tiran'ı anlatarak başlayayım o zaman:
Tiran: Arnavutluk'un (Orada Albania deniyor.) başkenti çok turistik bir şehir değil. Merkezdeki birkaç mekân dışında görülebilecek fazla yer yok. Tiran'ın merkezindeki İskender Bey (Arnavutların deyişiyle Skenderbeg) Meydanı, bu bölgenin en civcivli yeri. Osmanlıya karşı ayaklanan ve Arnavut birliğini sağlayan İskender Bey, Arnavutlar için önemli bir lider konumunda hâlâ. Ülke sınırları içinde İskender Bey adına yapılan pek çok heykelle karşılaşmak mümkün.

Meydanda Osmanlı döneminden kalma Saat Kulesi ve Ethem Bey Camisi var. Meydan akşam saatlerinde güzel bir şekilde aydınlatılıyor. Burayı akşam görmenizi tavsiye ederim.Ulusal Müze ve Opera Binası da aynı meydanda bulunuyor. Meydanın tam ortasında ise İskender Bey'in heykeli var. Meydanın civarındaki sokaklarda ve Murat Toptani caddesinde yürürseniz irili ufaklı kahve ve restoranlarla karşılaşabilirsiniz. 

Saat Kulesi

Saat Kulesi ve Ethem Bey Camisi'nin gece görünüşü
Tiran'ın merkezindeki bir diğer mekân da Enver Hoca Piramidi. Enver Hoca 40 yılı aşkın bir süre Arnavutluk'u yöneten liderin adı. Aslında piramidin bulunduğu yeri Hoca, kendi mezarı için ayırmış ama  burası şimdilerde kültür merkezi olarak kullanılıyor.  Piramidin karşısında ise Barış Çanı yer alıyor.
Arnavutluk yoksul bir ülke. Yoksulluğun izlerini başkent sokaklarında yürürken görebiliyorsunuz Binaların çoğu bakımsız ve eski. Binaların bazıları çeşitli desenlerle boyanıp güzelleştirilmeye çalışılmış. Bunun dışında sokakların biraz kirli olduğunu da eklemek gerek. Şehirde seyyar satıcılar ve dilenciler de çok fazla. Hemen hemen her sokakta bir satıcıyla karşılaşmak mümkün. Buna rağmen tehlikeli bir şehir görüntüsü vermedi bana Tiran. Kendimi güvende hissettim. Ayrıca insanları da çok yardımsever. 
Enver Hoca Piramidi


Arnavut kaldırımlı taş sokaktaki dükkanlar

Kruja Antik Kenti: Burası Tiran'a 47 km uzaklıkta bulunan eski bir kent. Bizanslılar tarafından inşa edilmiş Kruja Kalesi'ne ulaşmak için Arnavut kaldırımlı taş bir yolda yürümeniz gerekiyor. Buraya topukluyla falan gideyim demeyim; zira gerçek bir Arnavut kaldırımı üzerinde yürüyorsunuz. Kaleye giden yolda pek çok dükkan sıralanmış. Antika ürünler, el işleri, Arnavutluk'a özgü hediyelik eşyalar satıyorlar.Kalenin içindeki müzeye girdiğinizde Arnavutların tarihi ve bu tarihe yön veren kişiler hakkında bilgi edinebilirsiniz. Kalenin en üst katından kuşbakışı Kruja manzarası ise akşam güneş batarken çok etkileyici. 

Durres: Ülkenin Tiran'dan sonraki ikinci büyük kenti olan Durres, Adriyatik Denizi kıyısında bulunuyor. İtalya'ya da oldukça yakın. Bize söylenene göre burası yazları çok turist çeken bir yermiş. Kentte çok fazla tarihi mekân var ama biz gezme imkânı bulamadık . Sadece kenti yukarıdan gören bir kahvede kahvemizi içerken, az da olsa deniz manzarası görebildik. 
Berat: Berat Tiran'dan 130 km uzakta olmasına rağmen yolculuk yolların kötülüğü nedeniyle uzun sürüyor. Yol boyunca dışarıya bakarken dikkatimi çeken iki şey var. İlki yol kenarlarına belli aralıklarla yapılmış, köstebek yuvasını andıran beton yapılar. Bunker adı verilen bu yapıları ülkesini Rusya'dan gelebilecek olası tehlikelerden korumak için Enver Hoca yaptırmış. İkinci ayrıntı ise evlerin çeşitli yerlerine asılmış oyuncak bebekler (genellikle ayı). Bunun ne anlama geldiğinden emin değilim ama bir çeşit uğur olabilir.
Berat, Arnavutluk'un Safranbolu'su olarak tanımlanıyor. Osmanlı mimarisinin özelliklerinin görüldüğü yapıların çoğu korunmuş. Şehrin en yüksek noktasında bulunan Berat Kalesi'nde yürürken kendinizi Türkiye'deymiş gibi hissediyorsunuz. 

Şimdi de birkaç kısa not: 
Kültür: Balkan kültürüne aşina olduğum için Arnavutluk'un beklediğim gibi bir ülke olduğunu söyleyebilirim. Balkanlıların kendilerine özgü neşeleri ve hayata bağlılığı Arnavutlarda da var ama aynı zamanda savaşlar ve baskıcı rejimler altında ezildikleri için kederli ve hüzünlü de bu yörenin insanları. Bu coğrafyada yaşanan acılar insanların yüzüne de yansımış. Bu yüzden Balkanlarda olmak hem sonsuz bir coşku duymak hem de hüzünlenmek demektir benim için.
Son yıllarda İtalyan kültürünün büyük bir ağırlığı varmış Arnavutluk'ta. Ülkedeki işsizlik nedeniyle İtalya'ya çalışmaya gitmiş Arnavutların büyük bir kısmı. İtalyan mutfağı da oldukça popüler hale gelmiş.. Macchiato da en çok içilen kahvelerden. 
Osmanlı ismini duymaktan pek hoşlanmıyor Arnavutlar. Türk kelimesini kullanınca daha ılımlı bakıyorlar. Türk okullarının açılmasıyla birlikte Türkçe öğrenenlerin sayısı artmış. Ülkede gençlerin çoğu İngilizce ve İtalyanca biliyor. Eğitime çok önem veren Arnavutlar yabancı dil öğrenme konusunda da bir haylı hevesliler. Buna yine uzun yıllar dışarıya kapalı bir toplum olarak yaşamaları neden olmuş. Tiran'ın merkezinde binlerce küçük üniversite var. 
Dil: Arnavutça-Türkçede ortak kullanılan çok sayıda sözcük var. Özellikle evlerimizde kullandığımız perde, bıçak, çakmak gibi nesne isimlerinde görülüyor benzerlik. Arnavut televizyonlarında gösterilen Türk dizileri de oldukça popüler. Türk edebiyatının pek çok eseri de Arnavutçaya çevrilmiş. Hakan BIçakçı, Murat Uyurkulak gibi genç yazarların eserleri bile Arnavutça okunabiliyor.
Din: Enver Hoca döneminde -1967'de- resmi olarak ilk ateist devlet olmuş Arnavutluk. Bugün ise Müslüman ve Hristiyan halk çoğunluğu oluşturuyor. Osmanlı döneminde ise burada Bektaşilik yaygınmış. Bektaşiliğin izlerini görmek mümkün hâlâ. Kruja'nın yüksek bir yerinde Sarı Saltuk türbesi var. Türbenin girişinde ise Sarı Saltuk'un ayakizleri olduğuna inanılıyor.
Ulaşım: Tiran'da ulaşımı taksiyle sağlayabilirsiniz, fiyatlar uygun. Ancak taksiler de oldukça eski ve taksicilerin çoğu güzergahlar hakkında pek bilgi sahibi değil. Kaldığım otelden merkezdeki üniversiteye gitmek için bindiğim takside taksici adresi bulmak için bayağı uğraştı. Oysa mesafe oldukça yakındı.
Yemek: Son olarak yemece-içmeceden bahsetmeden olmaz. Ben de kendi çapımda bir gurme sayılırım henüz Vedat Milor mertebesine eremesem de. Diğer Balkan mutfaklarında da olduğu gibi ağırlıklı olarak hamurişi ve etle besleniyor Arnavutlar. Börek (byrek) ve pasta satan pastiçerilerin (pastane) sayısı çok fazla. Arnavut ciğeri ve elbasan tava bizde de sık sık tüketilen iki meşhur yemeği Arnavutların. Maalesef ciğer yiyemedim ama her gittiğim yerde elbasan tavaya maruz kaldım. Elbasan, Arnavutluk'taki bir şehrin adı. Elbasan tava bildiğiniz gibi daha çok kuzu etiyle yapılan bir yemek. 

Bir başka Balkan gezisinde görüşmek üzere. Şimdilik lamtumirë...
Arka fonda Kruja Kalesi