Okuma Notları (Ocak)
Yazacağım bir yazı sebebiyle
şair, yazar ve gezgin Şavkar Altınel’in gezi edebiyatı alanına dâhil edilen beş
kitabını okuyarak girdim 2019’a. Aslında bir yazarın beş kitabını arka arkaya
okumayı tercih etmem genelde ama yazı için böyle bir okuma yapmak iyi oluyor.
Öncelikle bu beş kitaptan bahsedeyim:
1. Kvangvamun Kavşağı, Altınel’in
Uzak Doğu ülkelerinde yaptığı yolculukların izlenimlerinden oluşuyor. Altınel,
şimdilerde batılıların gözünde bir tür egzotik ve mistik bir cennete dönüşen
Doğu’nun kültür emperyalizmi neticesinde aslında batıdan çok da farklı olmadığını
düşünüyor. Ancak yine de insan buralarda bambaşka diller duyduğu için bile
farklı bir bakış açısı kazanabilir diyor. Kitaptan Doğu kültürüne dair
öğrendiğim küçük ve sevimli birkaç detay paylaşayım: Birçok Uzakdoğu dilinde
“dört” ve “ölüm” kelimeleri birbirine benzediği için bazı otellerde
dördüncü kat bulunmuyormuş. Boyunlarına ip bağlanan maymunlar diğer evcil
hayvanlar gibi sokakta gezdirilmeye çıkarılıyormuş ve 30 yaşına gelen Japon
kadınları hâlâ evlenmedilerse bir Japonla evlenme ihtimalleri kalmıyormuş.
2. Tepedeki Yabancı: Yaklaşık 30
yıldır Britanya’da yaşayan Altınel’in Britanya coğrafyasında geçirdiği kısa
tatillerle ilgili bu kitap. Burada benim en çok beğendiğim kısım, yazarın Joseph
Conrad ve T.S. Eliot’ın izinden giderek Londra’da ve başka şehirlerde bu yazar ve şairlerin hayatlarıyla eserleri üzerine değerlendirme yaptığı
bölümler. Conrad’ın hayat öyküsü gerçekten ilginçmiş. Uzun yıllar gemilerde
çalıştıktan sonra bir gün yolculukları bırakıp yazmaya başlamış. Eliot’ın da
hayatı farklı uçlar arasında savrulmakla ve kendi kimliğini aramakla geçmiş.
Altınel’in yazdığına göre her iki edebiyatçı da kendilerinden çok farklı
kadınlarla evlenip mutsuz bir hayat sürmüşler. Altınel, bu durumu “yabancılık”
kavramıyla açıklıyor. Yazan kişi kendisinden ne kadar uzaklaşıp hayata bir
“yabancı” gibi bakabilirse en iyi o zaman "görür" ve yazabilir diyor.
3. Güneydeki Ülke: 40. yaşını çok
uzak bir coğrafyada kutlamak isteyen Altınel’in Avustralya yolculuğuna dair bir
kitap. Avustralya Açık Tenis Turnuvası’nı düzenli olarak takip etmek dışında
Avustralya’ya karşı bir merakım olmadı bugüne değin. Ancak bu kitabı okuduktan
sonra özellikle Aborjinlerin yaşadığı uçsuz bucaksız kuzey toprakları ve bu coğrafyanın kendine özgü yapısı ilgimi çekti. Altınel, ülke tarihini ve
kültürel değerlerini de uzun uzun anlatıyor kitapta.
4. Mavi Defter: Paris, Amsterdam ve
Bordeaux gibi turistik Avrupa şehirlerindeki gezilerin yanında Altınel’in
Almanya-Polonya hattında gerçekleştirdiği tren yolculuğuyla ilgili izlenimlerin
de paylaşıldığı yazıların bulunduğu bir kitap. Özellikle Hollanda’yla ilgili
kısım hoşuma gitti; çünkü Altınel benim de ziyaret ettiğim bazı Hollanda
şehirleri hakkında bilmediğim detaylar vermişti. Keşke gitmeden okusaydım diye düşündüm.
5. Hotel Glasgow: Altınel’in diğer
kitaplarına hem benzeyen hem de onlardan biraz farklı olarak “kurgu”ya kayan bir
kitap. Bir bölümde bugünlerde çok tartışılan Bertolucci filmi "Paris’te Son
Tango"’yla ilgili bir yazı var. Altınel, filmi derinlemesine analiz ettiği gibi kendi hayatı ve
yaşadıklarıyla da bağlantı kuruyor.
Altınel’in kitapları klasik gezi
yazılarına benzemiyor. Zaten yazar da yazdıklarını herhangi bir türle
isimlendirmenin gerekli olmadığını düşünüyor. Bu yüzden bu kitapları yalnızca
gezi edebiyatından zevk alanlar değil, herkes okuyabilir. Kitapların hepsinde
hayat, insan, ölüm, yazı, yabancılık, kimlik ve aidiyet gibi konular hakkında
derin sorgulamalar var. Tüm bunlarla birlikte Altınel edebiyatı belli bir
bütünlük teşkil ediyor. Kitaplarla ilgili makalemde uzun uzun yazdım bunları,
şimdilik bu kadar bilgi yeter sanırım. Bu arada kitapların yeni baskılarının yapılmadığını, bu yüzden de nadirkitap'tan temin ettiğimi belirteyim. YKY, bazı kitapları tekrar basmamakta diretiyor.
6. Lanet Olsun Zaman Nehrine: Çok
sevdiğim ve herkese önerdiğim At Çalmaya Gidiyoruz’un yazarı Per Petterson’un
anne-oğul ilişkisini ele alan romanı. At Çalmaya Gidiyoruz’da baba-oğul
ilişkisini kendine özgü dingin sesiyle aktaran yazar, burada da kanser olduğu
anlaşılan bir anneyle, eşinden boşanma sürecinde olan bir oğlun Danimarka
kırsalında yaşadıkları hesaplaşma ve içe dönme sürecini ele alıyor. İki kitap
arasında büyük bir üslup farkı olmasa da ben At Çalmaya Gidiyoruz’cuyum. Lakin
Arvid’in hayata karşı tutunamayışını, bağlı olduğu değerlerin elinden kayıp
gidişi karşısında hiçbir şey yapamayışındaki çaresizliğini de çok iyi vermiş
yazar. Kırsalın dinginliği+ doğaya sığınma+ politik arka plan+ sorunlu aile
ilişkileri= Petterson romanları gibi bir formül çıkardım ben. Çok fazla bir
şey anlatmıyormuş gibi görünse de kitabı bitirdiğinizde göğsünüzde bir ağrı
hissetmenize neden oluyor kendisi. Seviyorum Petterson’u. Bu yıl bizde
yayımlanan üçüncü kitabı Reddediyorum’u da okumayı planlıyorum. Bir yandan da
At Çalmaya Gidiyoruz filmini ve yeni çevrilecek Petterson romanını
bekleyeceğim.
7. Utanç: Güney
Afrikalı ve Nobel Ödül'lü Coetzee’yi ilk okuyuşum. Roman, üniversitede dil ve
iletişim dersleri veren David Lurie’nin adının bir taciz davasına karışmasıyla
başlıyor ve Lurie’nin görevinden uzaklaştırılmasının ardından kızı Lucy’nin
çiftliğinde yaşadıkları olaylarla devam ediyor. Kitaba ismini de veren “utanç”
kavramı birkaç bağlamda düşünülebilir; ancak hikâyenin gidişatı hakkında pek bilgi
vermek istemediğimden bu kısımla ilgili yorumu kitabı okuyacaklara bırakıyorum
ki kitabı benden önce okuyan annem de “Sence kimin utancı söz konusu burada?”
diye sormuştu bana. Kitabın arka planında Güney Afrika’da siyahlar ve beyazlar
arasında yaşanan mücadeleyi okuyoruz. Bu yanıyla politik bir roman Utanç. David ve kızı
arasındaki ilişki baba-kız hikâyesine odaklanmamızı sağlıyor. Bir yandan da
okuru sinir eden David karakteri ve onun iç hesaplaşmaları var tabii. Kitabın arka kapağında da
belirtildiği gibi “sert” bir roman Utanç. Okuyun, pişman olmayacaksınız; ama sarsılma
ve birkaç gün kendinize gelememe garantisi var. Kitabı okuduğum gecelerde pek
uyuyamadım mesela. Yine de Coetzee okumaya devam edeceğim kesinlikle. Bu arada kitabın kapağını sürekli değiştirmiş Can Yayınları. En yeni kapaktaki köpek resmi içeriği fazlaca ele veriyor bence. Eski kapaklar daha iyiymiş.
8. Mutluluk
Fotoğrafı: Sanırım bu aralar fazlasıyla “duygusal bir okur”um ki ne okusam
etkileniyorum. Önceki okuma notlarında Yates’i çok sevdiğimden bahsetmiştim
zaten de bu kitap tek kelimeyle şahaneydi. Nasıl başarmış bilmiyorum ama insan
denen muammayı çok iyi çözmüş bence Yates. Çok sıradan olaylar anlatıyor
aslında kitaplarında. Burada anne ve babası erken yaşta boşanan Grimes
kardeşlerin hikâyesini okuyoruz. Sara, genç yaşta evleniyor ve çocuk sahibi
oluyor. Özgür ruhlu Emily ise üniversitede edebiyat okuyor ve birçok
birliktelik yaşayıp tek başına ayakta kalmaya çalışıyor. Karakterleri ve hayattan
beklentileri farklı olsa da iki kardeş de mutsuz oluyor sonunda. Yates için
hayal kırıklıklarının yazarı demiştim. Onun romanlarında pek mutlu tablolar yok
zaten. Kırgınlıklar, boşa giden hayaller, umutsuz aşklar, mutsuzluklar var.
Amerikan rüyası+ İkinci Dünya Savaşı+ ekonomik sıkıntılar+ Long Island
banliyöleri+ yürümeyen evlilikler+ histerik anneler de Yates kitaplarının formülü olabilir. Bu formül işini sevdim ben 😊 Bu arada kız kardeşleri olanlar daha çok
sevecektir bu kitabı. Yalnız, ben sonunda bu “duygusal okur”luğu biraz fazla abartıp
ağladım bile ki ilk kez bir şey okurken başıma geldi bu.
Utanç’ı da Mutluluk Fotoğrafı’nı
da bu dönem derste okuyoruz. Bakalım öğrenciler ne diyecek.
9. Bu ayın ilk şiir kitabı
Selahattin Yolgiden’in Herkes Ayrıldı Kendinden’i. Kitaptaki her şiir bir
klasik müzik bestecisinin ismini taşıyor. Alt başlıklarda da müzikle ilgili
terimler var. Klasik müzikle ilgilenenler için daha farklı bir okuma deneyimi
olacaktır sanırım. Şiirleri okurken bestecilerin parçalarını dinlemek de keyifli olabilir belki. Ben bu müzik türünden pek anlamadığımdan bazı bağlantıları
yakalayamadım ve bütün şiirlerin havasına giremedim. Mozart, Beethoven
ve Chopin başlıklı şiirleri sevdim en çok. Alıntılayacağım üç dize ise Bach isimli şiirden:
yüzümden akıyor insanlara ilencim
acımı saklamaya çalışmaktan
vazgeçtim
çünkü evvelden küldüm, şimdi
ateşim
10. Benim Aklım Bir
Delidir Sana Armağanım: Ergin Günçe’yi ilk kez okuyorum ve şiirlerini çok
beğendim. Gerçi bu kitap Günçe’nin kitaplarına girmemiş şiirlerinden yapılmış
kısa bir seçki. Ama yine de Günçe şiiriyle ilgili bir izlenim edindiriyor ve
şairin bütün şiirlerinin yer aldığı Türkiye Kadar Bir Çiçek kitabını merak
ettiriyor. Kitabın sonunda Ali Özgür Özkarcı tarafından yazılan yazı sayesinde Günçe şiiriyle ilgili bilgi edinilebilir. Ekonomi okuyan ve ODTÜ’de çalışan
Günçe, 1983’teki bir uçak kazasında yaşamını yitirmiş. “Vur Kalbini
Tabancanla” şiirini çok sevdim ama alıntı “İkindiüstü Dalgın ve Aykırı
Düşünceler”den gelsin ki kitaba adını veren dizeler burada geçiyor:
Benim aklım bir delidir
Kar kuyuları çiğdemlere başlıyor
Çerkes köylerinden, kurt
seslerinden coşkun dönen
Benim aklım bir delidir sana
armağanım
11. Bu ayın tek öykü kitabı kısa bir
süre önce çıkan Anonslu Kaset Doldurulur. Engin Barış Kalkan’ın ilk öykü kitabı
Maveraünnehir Nereye Dökülür?’ü de okumuş ve sevmiştim. Geçen senenin okuma
notlarında da yazdım hatta. Hacimli öyküler yazan Kalkan, ikinci kitabındaki
bazı öykülerde ilk kitaptakilere de gönderme yapıyor. Birbirleriyle bağlantılı
öyküler yazmayı sürdürecek gibi. Okurken beni güldüren mizahi dilini, şehirli
karakterlerinin kimi zaman absürt görünen maceralarını, okura
seslenen anlatıcılarını ve keyifli üst kurmacalarını seviyorum. Kalkan’la kitabı hakkında söyleştik, yakında okuyacağız sanırım.
2019’un ilk ayı okuma anlamında
verimli geçti. Bu yüzden daha kısa izlenimler paylaştım bu sefer. Şubat’ta
görüşmek üzere.