24 Şubat 2019 Pazar

Benim Kitaplarım


Okuma Notları (Ocak)

Yazacağım bir yazı sebebiyle şair, yazar ve gezgin Şavkar Altınel’in gezi edebiyatı alanına dâhil edilen beş kitabını okuyarak girdim 2019’a. Aslında bir yazarın beş kitabını arka arkaya okumayı tercih etmem genelde ama yazı için böyle bir okuma yapmak iyi oluyor. Öncelikle bu beş kitaptan bahsedeyim:


1. Kvangvamun Kavşağı, Altınel’in Uzak Doğu ülkelerinde yaptığı yolculukların izlenimlerinden oluşuyor. Altınel, şimdilerde batılıların gözünde bir tür egzotik ve mistik bir cennete dönüşen Doğu’nun kültür emperyalizmi neticesinde aslında batıdan çok da farklı olmadığını düşünüyor. Ancak yine de insan buralarda bambaşka diller duyduğu için bile farklı bir bakış açısı kazanabilir diyor. Kitaptan Doğu kültürüne dair öğrendiğim küçük ve sevimli birkaç detay paylaşayım: Birçok Uzakdoğu dilinde “dört” ve “ölüm” kelimeleri birbirine benzediği için bazı otellerde dördüncü kat bulunmuyormuş. Boyunlarına ip bağlanan maymunlar diğer evcil hayvanlar gibi sokakta gezdirilmeye çıkarılıyormuş ve 30 yaşına gelen Japon kadınları hâlâ evlenmedilerse bir Japonla evlenme ihtimalleri kalmıyormuş.



2. Tepedeki Yabancı: Yaklaşık 30 yıldır Britanya’da yaşayan Altınel’in Britanya coğrafyasında geçirdiği kısa tatillerle ilgili bu kitap. Burada benim en çok beğendiğim kısım, yazarın Joseph Conrad ve T.S. Eliot’ın izinden giderek Londra’da ve başka şehirlerde bu yazar ve şairlerin hayatlarıyla eserleri üzerine değerlendirme yaptığı bölümler. Conrad’ın hayat öyküsü gerçekten ilginçmiş. Uzun yıllar gemilerde çalıştıktan sonra bir gün yolculukları bırakıp yazmaya başlamış. Eliot’ın da hayatı farklı uçlar arasında savrulmakla ve kendi kimliğini aramakla geçmiş. Altınel’in yazdığına göre her iki edebiyatçı da kendilerinden çok farklı kadınlarla evlenip mutsuz bir hayat sürmüşler. Altınel, bu durumu “yabancılık” kavramıyla açıklıyor. Yazan kişi kendisinden ne kadar uzaklaşıp hayata bir “yabancı” gibi bakabilirse en iyi o zaman "görür" ve yazabilir diyor.



3. Güneydeki Ülke: 40. yaşını çok uzak bir coğrafyada kutlamak isteyen Altınel’in Avustralya yolculuğuna dair bir kitap. Avustralya Açık Tenis Turnuvası’nı düzenli olarak takip etmek dışında Avustralya’ya karşı bir merakım olmadı bugüne değin. Ancak bu kitabı okuduktan sonra özellikle Aborjinlerin yaşadığı uçsuz bucaksız kuzey toprakları ve bu coğrafyanın kendine özgü yapısı ilgimi çekti. Altınel, ülke tarihini ve kültürel değerlerini de uzun uzun anlatıyor kitapta. 


4. Mavi Defter: Paris, Amsterdam ve Bordeaux gibi turistik Avrupa şehirlerindeki gezilerin yanında Altınel’in Almanya-Polonya hattında gerçekleştirdiği tren yolculuğuyla ilgili izlenimlerin de paylaşıldığı yazıların bulunduğu bir kitap. Özellikle Hollanda’yla ilgili kısım hoşuma gitti; çünkü Altınel benim de ziyaret ettiğim bazı Hollanda şehirleri hakkında bilmediğim detaylar vermişti. Keşke gitmeden okusaydım diye düşündüm.


5. Hotel Glasgow: Altınel’in diğer kitaplarına hem benzeyen hem de onlardan biraz farklı olarak “kurgu”ya kayan bir kitap. Bir bölümde bugünlerde çok tartışılan Bertolucci filmi "Paris’te Son Tango"’yla ilgili bir yazı var. Altınel, filmi derinlemesine analiz ettiği gibi kendi hayatı ve yaşadıklarıyla da bağlantı kuruyor. 

Altınel’in kitapları klasik gezi yazılarına benzemiyor. Zaten yazar da yazdıklarını herhangi bir türle isimlendirmenin gerekli olmadığını düşünüyor. Bu yüzden bu kitapları yalnızca gezi edebiyatından zevk alanlar değil, herkes okuyabilir. Kitapların hepsinde hayat, insan, ölüm, yazı, yabancılık, kimlik ve aidiyet gibi konular hakkında derin sorgulamalar var. Tüm bunlarla birlikte Altınel edebiyatı belli bir bütünlük teşkil ediyor. Kitaplarla ilgili makalemde uzun uzun yazdım bunları, şimdilik bu kadar bilgi yeter sanırım. Bu arada kitapların yeni baskılarının yapılmadığını, bu yüzden de nadirkitap'tan temin ettiğimi belirteyim. YKY, bazı kitapları tekrar basmamakta diretiyor. 


6. Lanet Olsun Zaman Nehrine: Çok sevdiğim ve herkese önerdiğim At Çalmaya Gidiyoruz’un yazarı Per Petterson’un anne-oğul ilişkisini ele alan romanı. At Çalmaya Gidiyoruz’da baba-oğul ilişkisini kendine özgü dingin sesiyle aktaran yazar, burada da kanser olduğu anlaşılan bir anneyle, eşinden boşanma sürecinde olan bir oğlun Danimarka kırsalında yaşadıkları hesaplaşma ve içe dönme sürecini ele alıyor. İki kitap arasında büyük bir üslup farkı olmasa da ben At Çalmaya Gidiyoruz’cuyum. Lakin Arvid’in hayata karşı tutunamayışını, bağlı olduğu değerlerin elinden kayıp gidişi karşısında hiçbir şey yapamayışındaki çaresizliğini de çok iyi vermiş yazar. Kırsalın dinginliği+ doğaya sığınma+ politik arka plan+ sorunlu aile ilişkileri= Petterson romanları gibi bir formül çıkardım ben. Çok fazla bir şey anlatmıyormuş gibi görünse de kitabı bitirdiğinizde göğsünüzde bir ağrı hissetmenize neden oluyor kendisi. Seviyorum Petterson’u. Bu yıl bizde yayımlanan üçüncü kitabı Reddediyorum’u da okumayı planlıyorum. Bir yandan da At Çalmaya Gidiyoruz filmini ve yeni çevrilecek Petterson romanını bekleyeceğim.




7. Utanç: Güney Afrikalı ve Nobel Ödül'lü Coetzee’yi ilk okuyuşum. Roman, üniversitede dil ve iletişim dersleri veren David Lurie’nin adının bir taciz davasına karışmasıyla başlıyor ve Lurie’nin görevinden uzaklaştırılmasının ardından kızı Lucy’nin çiftliğinde yaşadıkları olaylarla devam ediyor. Kitaba ismini de veren “utanç” kavramı birkaç bağlamda düşünülebilir; ancak hikâyenin gidişatı hakkında pek bilgi vermek istemediğimden bu kısımla ilgili yorumu kitabı okuyacaklara bırakıyorum ki kitabı benden önce okuyan annem de “Sence kimin utancı söz konusu burada?” diye sormuştu bana. Kitabın arka planında Güney Afrika’da siyahlar ve beyazlar arasında yaşanan mücadeleyi okuyoruz. Bu yanıyla politik bir roman Utanç. David ve kızı arasındaki ilişki baba-kız hikâyesine odaklanmamızı sağlıyor. Bir yandan da okuru sinir eden David karakteri ve onun iç hesaplaşmaları var tabii. Kitabın arka kapağında da belirtildiği gibi “sert” bir roman Utanç. Okuyun, pişman olmayacaksınız; ama sarsılma ve birkaç gün kendinize gelememe garantisi var. Kitabı okuduğum gecelerde pek uyuyamadım mesela. Yine de Coetzee okumaya devam edeceğim kesinlikle. Bu arada kitabın kapağını sürekli değiştirmiş Can Yayınları. En yeni kapaktaki köpek resmi içeriği fazlaca ele veriyor bence. Eski kapaklar daha iyiymiş. 


8. Mutluluk Fotoğrafı: Sanırım bu aralar fazlasıyla “duygusal bir okur”um ki ne okusam etkileniyorum. Önceki okuma notlarında Yates’i çok sevdiğimden bahsetmiştim zaten de bu kitap tek kelimeyle şahaneydi. Nasıl başarmış bilmiyorum ama insan denen muammayı çok iyi çözmüş bence Yates. Çok sıradan olaylar anlatıyor aslında kitaplarında. Burada anne ve babası erken yaşta boşanan Grimes kardeşlerin hikâyesini okuyoruz. Sara, genç yaşta evleniyor ve çocuk sahibi oluyor. Özgür ruhlu Emily ise üniversitede edebiyat okuyor ve birçok birliktelik yaşayıp tek başına ayakta kalmaya çalışıyor. Karakterleri ve hayattan beklentileri farklı olsa da iki kardeş de mutsuz oluyor sonunda. Yates için hayal kırıklıklarının yazarı demiştim. Onun romanlarında pek mutlu tablolar yok zaten. Kırgınlıklar, boşa giden hayaller, umutsuz aşklar, mutsuzluklar var. Amerikan rüyası+ İkinci Dünya Savaşı+ ekonomik sıkıntılar+ Long Island banliyöleri+ yürümeyen evlilikler+ histerik anneler de Yates kitaplarının formülü olabilir. Bu formül işini sevdim ben 😊 Bu arada kız kardeşleri olanlar daha çok sevecektir bu kitabı. Yalnız, ben sonunda bu “duygusal okur”luğu biraz fazla abartıp ağladım bile ki ilk kez bir şey okurken başıma geldi bu.

Utanç’ı da Mutluluk Fotoğrafı’nı da bu dönem derste okuyoruz. Bakalım öğrenciler ne diyecek.


9. Bu ayın ilk şiir kitabı Selahattin Yolgiden’in Herkes Ayrıldı Kendinden’i. Kitaptaki her şiir bir klasik müzik bestecisinin ismini taşıyor. Alt başlıklarda da müzikle ilgili terimler var. Klasik müzikle ilgilenenler için daha farklı bir okuma deneyimi olacaktır sanırım. Şiirleri okurken bestecilerin parçalarını dinlemek de keyifli olabilir belki.  Ben bu müzik türünden pek anlamadığımdan bazı bağlantıları yakalayamadım ve bütün şiirlerin havasına giremedim. Mozart, Beethoven ve Chopin başlıklı şiirleri sevdim en çok. Alıntılayacağım üç dize ise Bach isimli şiirden: 

yüzümden akıyor insanlara ilencim
acımı saklamaya çalışmaktan vazgeçtim

çünkü evvelden küldüm, şimdi ateşim


10. Benim Aklım Bir Delidir Sana Armağanım: Ergin Günçe’yi ilk kez okuyorum ve şiirlerini çok beğendim. Gerçi bu kitap Günçe’nin kitaplarına girmemiş şiirlerinden yapılmış kısa bir seçki. Ama yine de Günçe şiiriyle ilgili bir izlenim edindiriyor ve şairin bütün şiirlerinin yer aldığı Türkiye Kadar Bir Çiçek kitabını merak ettiriyor. Kitabın sonunda Ali Özgür Özkarcı tarafından yazılan yazı sayesinde Günçe şiiriyle ilgili bilgi edinilebilir. Ekonomi okuyan ve ODTÜ’de çalışan Günçe, 1983’teki bir uçak kazasında yaşamını yitirmiş. “Vur Kalbini Tabancanla” şiirini çok sevdim ama alıntı “İkindiüstü Dalgın ve Aykırı Düşünceler”den gelsin ki kitaba adını veren dizeler burada geçiyor:

Benim aklım bir delidir
Kar kuyuları çiğdemlere başlıyor
Çerkes köylerinden, kurt seslerinden coşkun dönen
Benim aklım bir delidir sana armağanım


11. Bu ayın tek öykü kitabı kısa bir süre önce çıkan Anonslu Kaset Doldurulur. Engin Barış Kalkan’ın ilk öykü kitabı Maveraünnehir Nereye Dökülür?’ü de okumuş ve sevmiştim. Geçen senenin okuma notlarında da yazdım hatta. Hacimli öyküler yazan Kalkan, ikinci kitabındaki bazı öykülerde ilk kitaptakilere de gönderme yapıyor. Birbirleriyle bağlantılı öyküler yazmayı sürdürecek gibi. Okurken beni güldüren mizahi dilini, şehirli karakterlerinin kimi zaman absürt görünen maceralarını, okura seslenen anlatıcılarını ve keyifli üst kurmacalarını seviyorum. Kalkan’la kitabı hakkında söyleştik, yakında okuyacağız sanırım.


2019’un ilk ayı okuma anlamında verimli geçti. Bu yüzden daha kısa izlenimler paylaştım bu sefer. Şubat’ta görüşmek üzere.