15 Şubat 2018 Perşembe

Benim Kitaplarım

Aylık (İki aylık) okuma notları:




1. Tek Başına Bir Adam, İngiliz olan ve hayatının büyük bir bölümünü Amerika'da geçiren Christopher Isherwood tarafından kaleme alınmış. Kitapta erkek arkadaşını kaybeden George'un hayatından kısa kesitlerin sunulduğu bir gün anlatılıyor. Yalnız, kırılgan ve huzursuz George; komşuları, arkadaşları ve öğrencileriyle konuştukça onun dünyasına daha yakından bakıyoruz. George'un hayatını onu dikizliyormuşçasına her ayrıntısına değinerek aktarıyor bize Isherwood. O nereye giderse onu izleyen bir kamera gibi ardından ilerliyor. 

George, üniversitede edebiyat dersi veriyor. Benim kitapta en severek okuduğum kısım George'un derste yaptıklarının ve öğrencilerle ilişkisinin anlatıldığı bölümdü. Sınıfa girişi, dersi başlatma biçimi ise gülümsememe neden oldu; çünkü ben de aynı şeyleri yapıyorum neredeyse. 

Kitabı Fatih Özgüven çevirmiş. Çeviride hoşuma gitmeyen bazı yerler olduğunu söyleyebilirim. Çeviri alanına çok hâkim değilim; ama bazı cümlelerde hata yapıldığı hissine kapıldım. İnternette gezinirken kitabın çevirisi hakkında bir makaleye rastladım, kesin bir şey söylemek için bu makaleyi okumak gerekiyor öncelikle.

Tek Başına Bir Adam, tavsiye edebileceğim bir kitap. Özellikle eşcinselliğin edebiyattaki temsili hakkında fikir sahibi olmak ve yazarın Amerikan toplumunun yaşam tarzına dair tespitlerini öğrenmek için okunabilir. 

Kitap, Tom Ford tarafından sinemaya uyarlanmış (A Single Man). Filmi izlemiştim; ama aklımda kalan tek şey Colin Firth'ün kırılgan oyunculuğu. Kitabın kapağında da Firth var zaten. Sinema uyarlaması yapılan bir kitabın yeni baskısında kapağının değiştirilmesine ve üzerine filmin oyuncularının fotoğraflarının konulmasına sinir olurum genelde; ama söz konusu Colin Firth olunca işler değişiyor. Ona her şey yakışır. Mükemmel bir oyuncu gerçekten.



2. Michael Cunningham'ın Saatler'i film uyarlaması, kitabın önüne geçen eserlerden. Nicole Kidman'a en iyi kadın oyuncu Oscar'ını kazandıran Stephen Daldry filmi Saatler, kitabı merak etmeme neden olmuştu; ancak yeni okuyabildim. Tek Başına Bir Adam'ın hemen ardından okumak da iyi geldi aslında. Cunningham da ABD'li ve tıpkı Isherwood gibi farklı cinsel kimliklerin edebiyat sahasında kendilerine özgürce yer bulabilmesini sağlayan bir yazar. Filmi izleyenler hatırlayacaktır; değişik zaman dilimlerinde yaşamış; fakat ortak bir kaderi paylaşmış üç kadının hikâyesi birbirine bağlanarak ele alınıyor olay örgüsünde. Kadınlardan biri Virginia Woolf. Woolf'un özyaşamöyküsü ve Mrs. Dalloway romanını yazış süreci doğrudan olay örgüsü içinde yer alıyor. Bu kitabı okuyunca Mrs. Dalloway'i de okumalı. Ben yıllar önce okumuş; ama sonuna gelemeden bırakmıştım. Şimdi tekrar okuyacağım.

Saatler, özellikle feminist edebiyatla ilgilenenlerin okuması gereken bir kitap. Kadınlık hâllerine dair öyle güzel tespitler içeriyor ki kitabı yavaş yavaş okudum bitmesin diye. Altını çizdiğim çok satır var. Sonunda hüzünlenmemek elde değildi. Üç kadının da elinde kalan hayal kırıklığı ve mutsuzluk oluyor neticede. Hatta öyle bir mutsuzluk ki kendisini çok seven bir kocası olmasına rağmen yine de intiharı seçiyor kadınlardan biri. Kitabın başında verilen intihar mektubunda Woolf eşine, "Bizden daha fazla mutlu olabilecek iki insan yoktur" (s.12) diye yazmış. Bu cümleyi yazan kişi nasıl olur da intihar eder diye düşünmeden edemiyor insan.



3. Meksikalı yazar Laura Esquivel'in Acı Çikolata kitabı ne zamandır kitaplıkta okunmayı bekliyordu. Kitap satış sitelerinde ismini görmüş ve tesadüfen almıştım aslında. Kitap daha ilk bölümüyle ilgimi çekti; çünkü olaylar yemek yemeyi de yapmayı da çok seven Tita'nın yaşadıkları ekseninde aktarılırken her bölümde bir yemek tarifine de yer veriliyor. Aslında yemekleri yapmaya kalksak başarısızlıkla sonuçlanır; çünkü hem kullanılan malzemeler bizim mutfağımızdan oldukça farklı hem de yapım süreçleri bir hayli zahmetli. Ancak gastronomiyle ilgilenenler kesinlikle sevecektir bu kitabı.

Büyülü gerçekçilik akımının etkilerinin görüldüğü kitapta Meksika Devrimi sırasında yaşanan olaylar da arka fonda kullanılmış. Esas olan yine bir kadın hikâyesi ama. De la Garza ailesinin en küçük kızı Tita'yla hayatının aşkı Pedro var merkezde. Tita'yla Pedro'nun ilişkisi biraz Türk filmi tadında ilerliyor. Sevip de bir türlü kavuşamayan iki âşık onlar. Araya bir sürü engel giriyor. Hatta Pedro, Tita'nın despot annesi yüzünden Tita'yla değil de kız kardeşiyle evlenmek zorunda kalıyor. Aradan yıllar geçince kavuşuyorlar; ama bu kez de hiç beklenmedik bir şey oluyor. (Neyse sonunu söylemeyeyim :)

Ben Acı Çikolata'yı çok sevdim. Tita'nın başına gelecekleri o kadar çok merak ettim ki bütün gün sınav kağıdı okuduktan sonra acıyan gözlerle iki gecede bitirdim kitabı. Birkaç sene öncesine kadar büyülü gerçekçiliği pek sevmezdim aslında (anlamazdım da denebilir) ama artık bu akımın bütün iyi örneklerini alıp okuma hedefindeyim. Laura Esquivel kitapları ise sipariş sepetinde zaten.



4. Genç yaşta intihar ederek yaşamına son veren Breece D' J Pancake'in Kışın İlk Günü isimli öykü kitabı burada sıraladığım kitaplar arasında en az beğendiğim oldu. Yüzkitap tarafından basılan kitapları ilgiyle takip ediyorum. Hem çok bilinmeyen eserleri seçiyorlar, hem de yalnızca öykü yayımlıyorlar. Pancake'in kitabını alma sebebim de isminden dolayıydı açıkçası. Kış mevsimine uygun olur diye ondan başladım. Yüzkitap'ın bütün eserlerinin isimleri ve kapakları çok güzel zaten.

Pancake'in öykülerinde ABD'nin Batı Virginia eyaletindeki madencilerin, kamyoncuların ve çiftçilerin öyküleri anlatılıyor çoğunlukla. İş kazaları, maden faciaları, sendikaların sorunları gibi konulara da değinilmiş. Öykü kişilerini işsiz güçsüz, sarhoş ve genellikle "kaybeden" sınıfına giren tipler oluşturuyor. Yalın bir dille yazılmış bu öyküler oldukça kolay okunuyor. Ancak bana göre yerellik unsuru fazlaca ön planda. Ben öykülerin havasına giremedim pek. Özel olarak Amerikan öykücülüğüyle ilgilenenler daha farklı bir gözle bakacaktır diye düşünüyorum. "Ha Bire" ve "Kupkuru" sevdiğim öyküler.


5. Öğlen başlayıp henüz bitirdiğim kitap ise yine bir öykü kitabı: Seray Şahiner'den Gelin Başı. Kendisinden sürekli olarak övgüyle bahsedildiğini duyduğum Şahiner'i nihayet okuyabildim. Kitabın ilk öyküsü "Sorumlu ile Sorunlu"yu okurken büyük bir heyecana kapıldım ve hemencecik yazarın öykü dünyasına giriverdim. Burada özellikle 30'lu yaşlardaki bekâr kadınların ruh dünyasını güzel ayrıntılar yakalayarak anlatmış yazar. Bazı satırlarda resmen kendimi buldum. "Yalnız ama Gururlu" da böyleydi. Zaten yazar da 1984 doğumlu. Aynı kuşaktan olduğumuz için olaylara bakışı bana çok tanıdık geldi. Ayrıca esprili ve cesur bir dili var. Bu, özellikle "Gelin Başı" öyküsünde öne çıkıyor. Bekaret ve namus kavramlarının toplumsal algımızdaki yerini cesur bir tavırla ele almış Şahiner. Kitabın en başarılı öyküsü bu bence. Öykü kişisinin iç konuşmaları da oldukça vurucu ve gerçekçi. 

Kitabın sonlarına doğru biraz hayal kırıklığına uğradığımı belirteyim. İlk öykülerdeki heyecanım "Yedi Ağlı Don","Tanga Don Hissi" ve "Harmandalı" öykülerine gelince söndü. Bu öykülerdeki bakış açısını ve olay örgüsünü biraz klişe buldum diyebilirim. Kitaba bir önsöz yazan Hulki Aktunç, bu öyküleri çok beğenmiş gerçi ama ben aynı fikirde değilim. Hele "Harmandalı" üzerinde pek çalışılmamış bir öykü gibi duruyor, biraz özensiz yazılmış. Örneğin şu cümle: "Şu anda kendisinin yanına gelmek için şehirlerarası bir otobüsün içinde, akşama birlikte olacaklarının hayaliyle yolculuk etmekte olan sevgilisini yüzünde tatlı bir gülümsemeyle gözünün önünden geçirip, kendisini yalnız insanların alışkanlıklarından ve yalnız olma durumundan kurtulmak için kurulan hayallerden kurtardığı için minnetle andı Bahar" (s. 92). 

Yine önsözde Hulki Aktunç, "Bu öyküyü bir erkek yazamazdı" demiş. Çok haklı. Kadınlık hâllerini böyle derinlemesine yansıtmak erkek bir yazar için daha zor olacaktır. Ben bu kitabı evlilik, namus, bekaret, aşk gibi konuları kadına özgü bir bakış açısıyla ele alışından dolayı ilgiyle okudum. Erkek okurlar bu öyküleri nasıl yorumlar acaba?

6 ve 7. Bunların dışında okuduğum diğer iki kitap, Miroslav Penkov Batının Doğusu: Öykülerde Bir Ülke ile Wolfgang Borchert'in Ama Fareler Uyurlar Geceleyin adlı öykü kitaplarıydı. Her iki kitap hakkında bir yazı (ilki edebiyathaber.net'te diğeri Parşömen Sanal Fanzin'de) yazdığım için burada bahsetmiyorum, lütfen onları okuyunuz :)