Okuma Notları
(Şubat-Mart)
Yine biraz tembellik yaptığımdan
son iki ayda okuduklarımı ancak yazabiliyorum. Şubat ayı okuma anlamında
verimli geçse de mart ayında istediğim kadar okuyamadım. İşte iki ayın
bilançosu karşınızda:
1. Tim Winton, Dönüş: Avustralyalı Tim
Winton’ın öykü kitabı Yüz Kitap’ın en çok okunan eserlerinden. Winton’ın
kasabası Angelus’ta geçen; çocukluk, ergenlik ve yetişkinlik dönemlerine ait çeşitli
yaşantıların bir şekilde birbirine bağlı olay örgüleriyle anlatıldığı on yedi
öykü var kitapta. Ancak aradaki bağlantılar çok belirgin değil. Yani bir öyküde
küçük bir çocuk olan anlatıcı başka bir öyküde bir yetişkin olarak karşımıza
çıksa da ikisinin aynı kişi olduğunu net olarak kavrayamıyoruz. Öykü kişileri
Angelus’u çok sevmeseler bile bir şekilde yine oraya dönüyorlar. Bir nevi
kaybeden olarak niteleyebileceğimiz bu kişiler, hayatlarından memnun değil
çoğunlukla. Kitapta en sevdiğim öyküler; “Küçük Lütuflar”, “Dönüş” ve “Boner
McPharlin’in Oynaşı”. Hacimli bir kitap olmasına rağmen zevkle okunan öykülerin
bulunduğu bu kitabı sevdim. Avustralya’daki insanların yaşam biçimine dair hoş
ayrıntılar yakalamak da mümkün. Kitaptan hareketle çekilen 2013 tarihli Dönüş
filminde 18 farklı yönetmen, buradaki öykülere can vermiş. Filmi henüz
izlemedim ama meraktayım.
2. Forrest Gander, Şairin Vedası:
YKY’nin ilgimi çekecek yeni bir kitap çıkarması tüm okuma planlarımı alt üst
ediyor genelde. Bu sefer de öyle oldu ve ocak ayında basılan bu kitabı
hemencecik okuyuverdim. Kahramanın bir şair olması ve arka kapakta yazanlar çok
şey vaat ediyordu aslında ama pek sevemedim bu kitabı. Kendisi de bir şair olan
Gander, kısa bir giriş ve üç farklı karakterin gözünden anlatılan üç bölümde
Les adlı şair karakterimizin aşk ve nefret yüklü hikâyesini merkeze alıyor. En
sevdiğim bölüm, Les’in sevgilisi Sarah’nın gözünden nasıl görüldüğünün şiir
dizeleri gibi kısa kısa cümlelerle aktarıldığı kısımlardı. Ama yazarın derdini kavrayamadım pek sanırım.
3. Eyüp Tosun, Kör Islık: Tefrika
Yayınları’ndan çıkan öykü kitabı. “Kızma, kitap almadım bu sefer” diyerek
annesine ithaf etmiş yazar ki çok tanıdık gelen bir cümle bu bana. Bazen
annemden gizliyorum aldığım kitapları. Her taraf kitap diye kızıyor annem.
Neyse kitaba dönersem; Ankara’da ve taşrada geçen, mekâna ait duygulanımların ön plana çıktığı,
zaman zaman yerel dil kullanımlarının dikkat çektiği öyküler var. Yazarın
dilini kimi zaman hatalı bulduğumu, öykülere sinmiş yerelliği biraz
yadırgadığımı söyleyebilirim. Bazı yerlerde de anlatmak yerine gösterseymiş
dediğim durumlar oldu. Hem anlatımı hem de içeriğiyle beni en çok tatmin eden
öykü “Münir Bey”di. Bu kanaldan ilerlerse daha iyi öyküler yazabilir Eyüp
Tosun. “Biraz Hüzünlenir Misiniz, Lütfen?”deki fotoğrafçı da Ziya Osman’ın
Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi’ni hatırlattı bana.
4. Kenzaburo Oe, Kişisel Bir Sorun:
Bence bu ayın, hatta yılın en iyilerinden. Oe’nin zor okunan bir yazar olduğu
söyleniyordu, bu sebeple biraz tedirgin okudum kitabı ama çok sevdim. Sert bir
hikâyesi var. Bird lakaplı başkarakterimiz beyninde fıtıkla doğan bir çocuğu
olunca onu isteyip istemediğini sorguluyor. Bird’ün en büyük hayali Afrika’ya
gitmek. Zaten kitap, Bird’ün bir kırtasiyede Afrika haritasına bakmasıyla
başlıyor. Büyük hayalleri var ama bir anda hasta bir çocuğa bakmak gibi
sıkıntılı bir gerçeklikle karşılaşıyor. Karısı bu süreçte hastanedeyken Bird;
sokaklarda geziyor, düşüncelere dalıyor ve eski arkadaşı Himiko’nun evinde
kalıyor, onunla birlikte oluyor. Bird’ün karakteri de düşünceleri de rahatsız
edici ama bir o kadar insani. Kitap boyunca ona sinir olurken bir yandan da
böyle bir durumla karşı karşıya kalmanın nasıl bir duygu olduğunu anlamaya
çalışıyorsunuz. Dil ve anlatımı da çok başarılı Oe’nin. Nobel ödülünü hak
etmiş.
5 ve 6. Wilhem Genazino, Aşk Aptallığı; O
Gün İçin Bir Şemsiye: Alman yazar Genazino’nun Jaguar’dan çıkan iki kitabını
arka arkaya okudum. Daha önce de Mutsuzluk Zamanlarında Mutluluk romanını
okumuştum. Böylece Genazino en sevdiğim yazarlar arasındaki yerini aldı. Üç
kitaptan yola çıkarak Genazino’nun roman evreniyle ilgili bir yazı yazdım
K24’e. (bak: https://t24.com.tr/k24/yazi/genazino-nun-huzursuz-melankolikleri,2200) Hakkında birkaç tanıtım yazısı
yazılmış daha önce ama benimki bir hayli kapsamlı oldu diyebilirim.
Sosyal medyadan anladığım kadarıyla Genazinosever bir okur kitlesi de var
ülkemizde. Lakin hemen hemen kimsenin yazımı sosyal medyada paylaşmaması
dikkatimi çekti. Bunu, şunun için söylüyorum aslında: Yazınızın
paylaşılması için belli bir edebiyat çevresine dahil olmanız gerekiyor bu
ülkede. Yani yazı değil, kişi merkeze alınıyor paylaşımlarda. Yoksa ben yazımın
paylaşılıp paylaşılmamasını çok dikkate alan biri değilim. Ama “bizde eleştiri
yok ki” diye yakınanların da bazı şeyleri görmezden geldiğini ya da “ne harika
yazmış … yine döktürmüş” denilen bazı kişilerin de çok yüzeysel şeyler
yazdıklarını görünce bu “çevrecilik” işinin beni rahatsız ettiğini belirtmek
istedim. En azından Genazino okumuş birinin K24 gibi popüler bir platformda yayımlanan bir yazıyı okumasını beklerim.
7. Seyyidhan Kömürcü, Dünya Lekesi:
Bu ayın ilk şiir kitabı, varlık ve dünya karşısında duyulan tedirginliğin dile
getirildiği şiirlerden mürekkep olan Dünya Lekesi. Kömürcü bu kitabıyla Homeros
Şiir Ödülü’nü kazanmış. Dünyaya üzgün üzgün bakan şiir öznesinin; yasını, derdini
ve acısını paylaşmasını okuyoruz. Çocukluğuna bakıyor sıkça. En sonda yer alan ve masal
atmosferinde geçen şiirinde ise faşizmin kısa tarihine değiniyor. “Kırk” sayısı
farklı şiirlerde karşımıza çıkan bir motif olarak dikkat çekiyor:
çünkü anladım: kırkı çıkmak ne
demek
ne demek ölünce hep yirmi bir
gram eksilen insan
8. Burak Acar, Tabiat Abi: “hirudo economicus”un
başına gelen farklı farklı hâllerin şiirleri. Kah bir iş mülakatına katılıyor,
kah bulmaca çözüyor "hirudo economicus". Günceli ıskalamayan, politik şiirler
yazmış Acar. Sözünü sakınmamış. İşçi ölümlerine değinmiş, kapitalizmi ve
doğrudan iktidarı eleştirmiş. Diğer 160. Km şairlerinde olduğu gibi şiirlerinde
birçok öğeyi -gazete ilanı, blog yazıları, haber metinleri vb.- bir araya getirerek postmodern bir şiir
kurmuş. Şiire geleneksel bir biçimde yaklaşan bir edebiyat eğitiminden geldiğim
için bu şiir tarzı, fazlasıyla değişik geliyor bana; ama son yıllarda şiirin değiştiğini,
deneysele açıldığını ve farklı anlatım imkânlarıyla sınırlarını bir hayli genişlettiğini
kabul etmek gerek. 160. Km şairlerini okumayı bu değişimi anlamak için bir
gereklilik olarak görüyorum bir yerde. “kimse tok mu hirudo orada mısın”?”dan
alınan kısa bir parça, Burak Acar şiiriyle ilgili küçücük de olsa bir izlenim
verecektir:
her kürtaj bir kara dondur
suçlular aramızda
kara keçe kalem zapt
hizmetler götürsün seni
kurşun ata ata bitmez
kurşun senarist isterse biter
teşbihte hata olmaz türkiye
hatasız devlet olmaya cihanda
9. Metin Altıok, Bir Acıya Kiracı:
Metin Altıok şiirlerini bütün olarak ilk okuyuşum. Biraz geç kaldım sanırım; çünkü daha önce okumadığınız için hayıflanacağınız bir kitap bu. Yarattığı imge
dünyasıyla, bu dünyanın “acı”sını anlatmadaki ustalığıyla, hem lirik hem
toplumcu bakışıyla, dil kullanımındaki kıvraklığıyla dikkat çekiyor Altıok. Biçim üzerine de düşünmüş, hem batıdan hem de gelenekten yararlanmış. Arayışını sürdürmüş, daha iyiye ulaşmaya çalışmış. İçerik olarak zaten sizi ta kalbinizden
yaralıyor da biçimsel denemeleriyle de takdiri hak ediyor. O kadar çok beğendiğim
şiiri var ki. Üstelik geriye dönüp tekrar tekrar bakılacak bir şiir toplamı bırakmak pek de kolay bir iş değilken. Sivas’ta haince katledilen bu büyük şairi okumakta geç kalmayın
lütfen.
SARIL BANA
Bu yaşa geldim içimde bir çocuk
hâlâ
Sevgiler bekliyor sürekli senden,
İnsanın bir yanı nedense hep
eksik
Ve o eksiği tamamlıyayım derken,
Var olan aşınıyor azar azar
zamanla.
Anamın bıraktığı yerden sarıl
bana.
Anıların kar topluyor inceden,
Bir yorgan gibi geçmişimin
üstüne.
Ama yine de unutuş değil bu,
Sızlatıyor sensizliği tersine.
Senin kim olduğunu bile
bilmezken.
Sevgiden caydığım yerde darıl
bana.
10. Mine Söğüt, Gergedan: Büyük Küfür Kitabı: Mine Söğüt’ün
Deli Kadın Hikâyeleri’nden sonra yazdığı ikinci öykü kitabı. His olarak da bu
kitaptakilere yakın şeyler yazmış ama bu sefer daha sert ve şiddetli bir dille
karşı karşıyayız. Oyun yazarı Eugéne Ionesco’nun Gergedanlar metnine selam
çakan kitapta farklı yazar ve yönetmenlerin eserlerine yapılan göndermeler
dikkat çekiyor. En çok da son zamanların sıkça konuşulan yönetmenlerinden
Yorgos Lanthimos’a doğrudan gönderme yapılmış. Söğüt, kitabında yeni bir dil
kurarken devlet ve aile kavramlarını yerle bir ediyor, faşizme sövüyor. Çok da güncel konulara değiniyor; aile içi şiddet,
tecavüz, ensest vb. Güzel bir kitap ama çok güncel bir öfke içerdiği için Deli
Kadın Hikâyeleri’ndeki özgün ses biraz kaybolmuş burada. Yazarın, hatta bir köşe
yazarının sesini duyar gibiyiz. Sert ve sindirilmesi zor öyküler bunlar. “Lağımların Aleksandrası”, “Anne Eti” ve “Ablamın
Cesedi” favori öykülerim. “Lağımların Aleksandrası”ndaki alegori kullanımı çok
iyi.
11. Richard Yates, Bağımsızlık Yolu:
Blog’ta yapacağım son Yates paylaşımı olacak çünkü ülkemizde basılan dördüncü
kitabıydı bu. Aslında ilk olarak bunu almıştım ama en son okuyabildim. 2008 tarihli
Sam Mendes uyarlamasını izlemiş ve etkilenmiştim. Kitapta Amerikan banliyösünde
yaşayan April ve Frank Wheeler çiftinin trajik hikâyesi anlatılıyor. Evli,
mutlu, çocuklu Wheeler’lar yaşadıkları ortamdan da çevrelerindeki insanlardan
da memnun değiller, bir çıkış yolu arıyorlar. Paris’e yerleşme hayalleri kuruyorlar
ve bu hayal, bir süre oyalıyor onları. Ancak freni patlamış bir araba gibi sona
doğru ilerliyorlar hızla ve sonunda April, Amerikan rüyasının kurbanı oluyor.
Yates’in ilk ve en bilinen kitabı olan Bağımsızlık Yolu, eleştirmenlerce de övülmesine
rağmen okuruna ulaşamamış pek. Bu yüzden Yates, çok yetenekli ama kadri
bilinmeyen bir yazar olarak anılıyor hep Amerika’da. Yates hakkında yazılan
yazılarda da neden okunmadığını sorguluyor eleştirmenler. Tıpkı kitaplarındaki
karakterler gibi hayal kırıklığı dolu bir yaşamı olmuş Yates’in. Ben çok sevdim ve hakkında bir şeyler yazacağım mutlaka.
12. Daniel Pennac, Roman Gibi: Fransız
yazar Pennac’ın okuma kültürüyle ilgili eğlenceli yazılardan oluşan bu kitabı, çocuklarına kitap okuma alışkanlığı kazandırmak isteyen ailelerle öğretmenler
için bir rehber niteliğinde. Çocuklara bir şeyi zorla yaptırmanın mümkün
olmadığını söyleyen Pennac, yavaş yavaş ve alıştıra alıştıra okuma eğitimi verilmesinden
yana. Kitabın sonlarında yer alan "okur hakları" bölümü ise internet ortamında da
sıkça paylaşılan 10 okur hakkından bahsediyor ve bunların her biri üzerinde
ayrı ayrı duruyor. Okuma eylemini keyifli hâle getirmesi bakımından edebiyatla arası iyi olmayan kişiler okusun mutlaka derim. Kitapları neden sevmemiz
gerektiğini de anlayacaklardır böylece.
13. Yaşar Kemal, Binboğalar Efsanesi:
Yaşar Kemal’in destansı romanlarından olan ve Anadolu’da yaşayan son konar
göçer topluluklardan Karaçullu Yörüklerinin yerleşik hayata geçmeye
direnmelerinin hikâyesini anlatan kitabı ikinci okuyuşum. İlk kez 2009 yılında
okumuştum. Bu sene seçmeli dersin programına aldığım için tekrar okudum. Bu
okuyuşumda kitaptaki anlatımı biraz fazla buldum, 390 sayfa civarındaki kitap
daha kısa olabilirdi. Bazı yerlerde tekrara düşüyor çünkü yazar. Ancak İnce
Memed’ten ibaret olmadığını düşündüğüm Yaşar Kemal edebiyatının önemli örneklerinden
biri ve Anadolu’da yüzyıllardır sürdürülen bir geleneğin kapitalizmin ve mülkiyet
savaşlarının altında nasıl ezilip yok olduğunu göstermesi açısından mutlaka
okunmalı. Zengin Yörük kültürünün Türkçenin geniş imkânlarıyla nasıl
anlatıldığını ve insanın insana kalleşlik etmesinin tarihinin ne kadar eski
olduğunu da göreceksiniz kitapta. Olay örgüsünün açılışındaki Hıdrellez tasviri de muazzam.
Okuduklarımı hatırlamakta biraz
zorlansam da okuma notlarını -umarım- daha titizlikle paylaşmaya devam
edeceğim. Geçenlerde öğrencilerim okuma notlarının kısa olduğundan ve okurken
benim sesimi duyduklarından bahsettiler. Hoşuma gitti. Yine kısa yazdım gençler
ama bu yazı sizin için olsun. Sena, Dilan ve Safa için…
Keyifli okumalar. Bahar geldi nihayet.