Tezer Özlü'nün "Yaşamın Ucuna Yolculuk" isimli kitabı için "benim kitabım" tabiri pek uymuyor aslında. Çünkü var oluşu sorgulayan ve yaşama karamsar bir bakış açısıyla yaklaşan bu kitabı okumak beni biraz yordu diyebilirim.
Kitapta en çok hoşuma giden şey anlatıcının -aslında otobiyografik bir okumayla ele aldığımızda yazarın kendisinin- yaptığı yolculuklar. Anlatıcı sevdiği yazarların kentlerine gidiyor ve onları yaşadıkları, eserlerini yazdıkları mekanlarda keşfediyor. Kafka'nın izinde Prag sokaklarında gezerken, İtalya'nın Trieste kentinde yazar Italo Svevo'nun kızıyla tanışıp yazarın dünyasına biraz daha yakından bakmış oluyor. Kitap okumanın keyifli bir yanı da yazarların eserlerinde gönderme yaptığı başka yazarları tanımak. Tezer Özlü sayesinde az bilinen bir yazar olan Svevo'yla da tanışıyorsunuz.
Bence kitabın en ilgi çekici kısımları yirmi bir tane uyku hapı alarak Roma Oteli'nin 35 numaralı odasındaki bir yatağa takım elbisesiyle ölmeye yatan Cesare Pavese'nin yazarın gözüyle anlatıldığı bölümler. Zaten kitabın büyük bir bölümü Pavese'nin kitaplarından yapılmış alıntılar ve bunların yazara düşündürdükleri üzerine kurgulanmış. YKY Yayınları kitabı "anlatı" başlığıyla yayımlıyor. Kitabın türü için kesin bir şey söylemek zor. Roman ve günlüğün harmanlandığı bir tür olduğu söylenebilir. Tezer Özlü, Pavese'nin yaşamından ve eserlerinden oldukça etkilenmiş. İki yazar arasındaki bir başka benzerlik de aynı günde -9 Eylül- doğmuş olmaları. Yaşamları da acıyla yoğrulmuş ve son bulmuş bu iki yazarın. Bu kitabı okuyunca görüyorsunuz ki her yazar metni aracılığıyla başka bir yazara gönderme yapıyor aslında. Edebiyat daha önce söylenmiş nice sözün, yazılmış nice kelimenin yazarın dünyasında tekrar yoğrulmasıyla hayat buluyor.
Tezer Özlü, bize insanın kendi varlığından bile sıkılabileceğini, burjuva yaşamının tatsızlığını, insanların yalnız olduklarını ve en yakınlarımız dahil bizi kimsenin gerçekten anlamadığını, yaşamın sonsuz bir doyumsuzluktan ibaret olduğunu, acı olmadan edebiyat olamayacağını anlatıyor. Bunu yaparken yazarın kelimelerinden kan damlıyor, acı hissediliyor. Okur kendi yalnızlığının en kuytu alanlarına kısılıp kalıyor.
Bu kitabı okuduktan sonra benim de dileğim Tezer Özlü gibi bir gün sevdiğim yazarların kentlerini onların izinden giderek keşfetmek. Dostoyevski gibi bir dehanın yetiştiği Petersburg'da Raskolnikov'un, Stavrogin'in, Karamazov Kardeşlerin yaşadığı döneme gitmek, Prag'ın kafelerinden birinde kahve yudumlarken Dava'nın sayfalarını karıştırmak, Yaşar Kemal'in o müthiş insanlarını yaratan Çukurova'nın uçsuz bucaksız düzlüklerinde, köyünden Çukurova'ya pamuk toplamaya giderken bütün hayatının muhasebesini yapan Meryemce'yi hatırlamak, İstanbul'un büyük bir imparatorluğun görkemini taşıyan tarihi semtlerinin bütün sokaklarını tek tek gezerken Tanpınar ve Orhan Pamuk'un İstanbul'undan geriye ne kaldığını görmek, kasvetli ve yağmurlu bir havada Almanya sokaklarını arşınlarken Hermann Hesse'nin o çok eleştirdiği küçük burjuva toplumunu düşünmek isterim. Sevdiğim yazarları kendi kentlerinde keşfetmek isterim. Dilerim ki yaşamım bana istediklerimi gerçekleştirme fırsatı versin...