30 Ocak 2013 Çarşamba

Benim Kitaplarım

Tezer Özlü'nün "Yaşamın Ucuna Yolculuk" isimli kitabı için "benim kitabım" tabiri pek uymuyor aslında. Çünkü var oluşu sorgulayan ve yaşama karamsar bir bakış açısıyla yaklaşan bu kitabı okumak beni biraz yordu diyebilirim. 

Kitapta en çok hoşuma giden şey anlatıcının -aslında otobiyografik bir okumayla ele aldığımızda yazarın kendisinin- yaptığı yolculuklar. Anlatıcı sevdiği yazarların kentlerine gidiyor ve onları yaşadıkları, eserlerini yazdıkları mekanlarda keşfediyor. Kafka'nın izinde Prag sokaklarında gezerken, İtalya'nın Trieste kentinde yazar Italo Svevo'nun kızıyla tanışıp yazarın dünyasına biraz daha yakından bakmış oluyor. Kitap okumanın keyifli bir yanı da yazarların eserlerinde gönderme yaptığı başka yazarları tanımak. Tezer Özlü sayesinde az bilinen bir yazar olan Svevo'yla da tanışıyorsunuz.

Bence kitabın en ilgi çekici kısımları yirmi bir tane uyku hapı alarak Roma Oteli'nin 35 numaralı odasındaki bir yatağa takım elbisesiyle ölmeye yatan Cesare Pavese'nin yazarın gözüyle anlatıldığı bölümler. Zaten kitabın büyük bir bölümü Pavese'nin kitaplarından yapılmış alıntılar ve bunların yazara düşündürdükleri üzerine kurgulanmış. YKY Yayınları kitabı "anlatı" başlığıyla yayımlıyor. Kitabın türü için kesin bir şey söylemek zor. Roman ve günlüğün harmanlandığı bir tür olduğu söylenebilir. Tezer Özlü, Pavese'nin yaşamından ve eserlerinden oldukça etkilenmiş. İki yazar arasındaki bir başka benzerlik de aynı günde -9 Eylül- doğmuş olmaları. Yaşamları da acıyla yoğrulmuş ve son bulmuş bu iki yazarın. Bu kitabı okuyunca görüyorsunuz ki her yazar metni aracılığıyla başka bir yazara gönderme yapıyor aslında. Edebiyat daha önce söylenmiş nice sözün, yazılmış nice kelimenin yazarın dünyasında tekrar yoğrulmasıyla hayat buluyor. 

Tezer Özlü, bize insanın kendi varlığından bile sıkılabileceğini, burjuva yaşamının tatsızlığını, insanların yalnız olduklarını ve en yakınlarımız dahil bizi kimsenin gerçekten anlamadığını, yaşamın sonsuz bir doyumsuzluktan ibaret olduğunu, acı olmadan edebiyat olamayacağını anlatıyor. Bunu yaparken yazarın kelimelerinden kan damlıyor, acı hissediliyor. Okur kendi yalnızlığının en kuytu alanlarına kısılıp kalıyor. 

Bu kitabı okuduktan sonra benim de dileğim Tezer Özlü gibi bir gün sevdiğim yazarların kentlerini onların izinden giderek keşfetmek. Dostoyevski gibi bir dehanın yetiştiği Petersburg'da Raskolnikov'un, Stavrogin'in, Karamazov Kardeşlerin yaşadığı döneme gitmek, Prag'ın kafelerinden birinde kahve yudumlarken Dava'nın sayfalarını karıştırmak, Yaşar Kemal'in o müthiş insanlarını yaratan Çukurova'nın uçsuz bucaksız düzlüklerinde, köyünden Çukurova'ya pamuk toplamaya giderken bütün hayatının muhasebesini yapan Meryemce'yi hatırlamak, İstanbul'un büyük bir imparatorluğun görkemini taşıyan tarihi semtlerinin bütün sokaklarını tek tek gezerken Tanpınar ve Orhan Pamuk'un İstanbul'undan geriye ne kaldığını görmek, kasvetli  ve yağmurlu bir havada Almanya sokaklarını arşınlarken Hermann Hesse'nin o çok eleştirdiği küçük burjuva  toplumunu düşünmek isterim. Sevdiğim yazarları kendi kentlerinde keşfetmek isterim. Dilerim ki yaşamım bana istediklerimi gerçekleştirme fırsatı versin...

23 Ocak 2013 Çarşamba

Madde mi ağır manâ mı?

Yazar Metin Kaçan'ın sorduğu bu sorunun cevabını şimdilik veremiyoruz. Kendisi maddenin ağırlığına dayanamayacak hale gelmiş olmalı ki manâ alemine gitmeye karar verdi.

Ölüm haberini alınca üzüldüm. Sanırım 90'lı yılları düşününce aklımıza gelen ilk şeylerden biri Müjde Ar ve Okan Bayülgen'in müthiş oyunculuklarıyla döktürdükleri Ağır Roman filmidir. O filmin kitabı da varmış diyerek dizisi ya da filmi çekilen kitapları sonradan keşfeden bir milletiz ama sanırım çoğu kişi bu romanın varlığından haberdardır. Filmi izledikten sonra uzun süre etkisinde kalmış ve kitabı da okumuştum. Orta sonda ya da lisedeydim sanırım. Kitabın üslubu ve yazarın anlattığı dünya bana bir hayli ağır gelmişti. Yıllar sonra yeraltı edebiyatına ilgi duyup bu türün dünyaca ünlü yazarlarını okuyunca ve edebiyatla akademik düzeyde de ilgilenmeye başlayınca romanın edebiyatımızdaki önemini daha iyi anladım. Gıli Gıli'si, Gaftici'si, Tina'sı ve Salih'iyle tüm Kolera sakinleri başta bir dünyanın diliyle konuşuyorlardı ve Kaçan'ın dünyası tamamen yerli ve mahalliydi. Okuduğum kitaplar arasında argoyu bu kadar yerinde ve güzel kullanan başka bir romana rastlamadım. 

Metin Kaçan'ın ölümünden sonra edebiyatımıza kattıkları değil, kişiliği ve eylemleri üzerine konuşuldu daha çok. Sosyal medyada yapılan yorumlar beni çok rahatsız etti. Biz ölülere bile saygısı olmayan insanlara dönüşmüşüz meğer. İnsanlar bilgi sahibi olmadıkları bir konuda bile konunun uzmanıymış gibi ahkam kesebiliyorlar. Aslında Metin Kaçan'ın tecavüz suçundan yargılandığını, hüküm giydiğini ve davanın tam bir sonuca bağlanamadığını intiharından sonra yazar hakkında yapılan yorumları okurken öğrendim. Yazarların yaşamlarına ilgi duyarım aslında ama 1995'te yaşanan bu olayı duymamışım. 

Yapılan yorumlarda büyük bir yazardı, Kolera onsuz öksüz kaldı diyerek Metin Kaçan'ı göklere çıkaranlar olduğu gibi dünya bir pislikten, tecavüzcüden kurtuldu diyerek etmedikleri hakaret bırakmayan insanlar da vardı. Bu yorumları okurken yazarın yaşamının ve kişiliğinin eserlerinin önüne geçip geçmeyeceğini düşündüm. Eğer iddia edildiği gibi Metin Kaçan bir tecavüzcü olsaydı Ağır Roman'ı sevmeyecek miydim? Hayır bence Kaçan'ın kişiliği Ağır Roman'ın büyük bir eser olarak adlandırılmasını engellemez. Kişilik olarak bir yazara ya da şaire saygı duymayabilirim, ideolojisini ve dünya görüşünü benimsemeyebilirim. Zaten edebiyat tarihinde bize bunu düşündüren ilk yazar da Metin Kaçan değil. Edebiyatta kişisel görüşlerin ve beğenilerin eserin değerlendirilmesini ne yönde etkilediği tartışılan bir mesele. 

Sonuçta Metin Kaçan kendi isteğiyle bu hayattan gittiği için hakkındaki gerçeği tam olarak bilemeyeceğiz ancak yazarın romanının adı gibi ağır bir yaşam yaşadığı görülüyor. Adını arama motoruna her yazdığınızda yazar kimliğinden önce tecavüzcü kelimesinin gelmesi büyük bir travma olsa gerek. Yazmak ağır bir yük bazıları için. Sanırım Kaçan kendi türünde tek ve büyük bir roman yazarak bu yükü taşıdı ve yazı onun laneti oldu. Yazmak onu mutlu etmedi. Yazarın birkaç eseri daha var ama hiçbiri Ağır Roman'ın önüne geçemedi. Yakınları büyük bir dehaya sahip olduğunu, sürekli yazdığını ama yazdıklarını yakıp yok etmeyi seçtiğini, aslında yazacağı pek çok şey olduğunu söylüyor. Maalesef ki özgün bir anlatı dünyası olan bu yazarı daha çok tanıyamadık. Ölüsünü bile rahat bırakmadık, arkasından söylenmeyen şey kalmadı. 

Son sözüm konuşurken çok cesur olamayıp klavyelerinin başına geçince herkese her şeyi söyleyebileceklerini sanan ergen sosyal medya kullanıcılarına: putlaştırdığınız sanal dünyanız gün olur sizin de bir açığınızı yakalar, biz de o zaman anlayıp dinlemeden sizi tek bir sözcükle yaftalarız. Nasılsa şimdilik hepimiz ölümüne kadar hayattayız.