27 Mart 2012 Salı

Yaş Değiştirme Törenine Yetişen Öyle Bir Yazı*



* (Edip Cansever)
ben bu kış öyle üşüdüm ki sorma
oysa güneş pek batmadı senin evinde
söyle
ben seni uzun bir yolda yürürken gördüm müydü hiç.

Cansever'in deyişiyle yarın yaş değiştirme törenim var. Aslında "25 Yılın Bilançosu" başlığını taşıyan bir yazı yazacaktım. Öyle planlamıştım ama çok fazla içimden gelmedi bugüne kadar yaşadıklarımın dökümünü yapmak. Bir de hayattan çok keyif almadığım, yaptığım şeylerin çoğundan sıkıldığım bir dönemdeyim. Yazı yazma isteğimi de köreltiyor bu durum haliyle.

Hayat benim için hiçbir zaman toz pembe olmayacak biliyorum. Çünkü babam giderken ışıkları söndürdüm ben. Ama yine de aydınlığa bakmaya çalışıyorum, hayat devam ediyor neticede.

Bu yaşıma kadar öğrendiğim bir şey var: Can baba haklı değil, sevdiğin kadar sevilmiyorsun bu hayatta. Bir zamanlar bir adamı sevmiştim. Şimdi  hiçbir iz kalmadı ondan. Neye yaradı birlikte geçirilen o kadar yıl?

Çok sevdiğim arkadaşlarım var ama benim onlara verdiğim değerin karşılığını alamadığımı hissediyorum bazen. Aramıza gündelik dertler, koşturmacalar, başka sıkıntılar giriyor.Yaptığın iyiliklerin, gösterdiğin yakınlığın karşılığını alamıyorsun her zaman. Birini sevdiğin zaman karşılığını alamama ihtimalin de var. Bunu böyle kabul etmek lazım galiba. 

Eskiden yaş değiştirme törenlerini çok severdim. En çok da hediye almayı tabii. Büyüdükçe pek çok şeyin değeri azalıyor. İleriki yaşlarında nelerle karşılaşacağını merak etmemeye başlıyorsun, hayat senden güzelliklerini esirgiyor çoğu zaman. Ama yine de bir sihirli değnek olsa elimde neler isterdim neler: Dünya turu yapmak, flamenko ve fotoğrafçılık öğrenmek, izleyemediğim bütün filmleri izlemek,okuyamadığım kitapları okumak...

Biraz karamsar mı oldu yazdıklarım? 27'ye bir yıl var daha ama 27 yaş sendromu etkisini erken mi gösterdi ne? Neyse zaten bu, yaş değiştirme törenine yetişen öyle bir yazı. Öğrencilerim dersi dinlese, tezime başlasam, yazmam gereken yazıları bitirsem, bahar gelse de bahçede kitap okusam, sevdiğim biri telefon etse, tanışmak istediğim biriyle tanışsam.. daha keyifli olur belki hayat. Belki de Nazım haklıdır. Güzel günler görürüz, güneşli günler.

Yaş değiştirme törenim kutlu olsun :)









12 Mart 2012 Pazartesi

Canımın İçi Böyle Şeyler Yalnızca Filmlerde Olur*


Filmler ve romanlar bizi fena halde kandırıyor. Misal, bir film izledim geçenlerde: Robert De Niro ve Meryl Streep'in oynadıkları "Falling in Love". Türkçeye "Geç Gelen Sevgi" adıyla çevirmiş filmlere alakasız isimler koymakla görevli kimseler- her kimseler. Filmdeki olay örgüsü gayet basit: Noel öncesinde bir dükkanda tanışan kadın ve adam daha sonra trende karşılaşırlar ve hemencecik birbirlerine aşık olurlar. İkisinin de evli olması büyük bir sorundur ama aşkın gücü galip gelir ve nihayet mutlu sona ulaşılır: Kadınla adam bütün engelleri aşıp aşklarının filizlendiği  yerde, trende bir araya gelirler. Şimdi düşünelim böyle bir şeyin gerçek hayatta olması ne kadar mümkün? Bir yerde tesadüfen gördüğünüz ve ilk bakışta fiziksel görünüşünden etkilendiğiniz bir erkeğe hemen açılabilir misiniz? Bizim Türk erkeklerimiz -en entelektüelleri, okumuş-yazmışları bile- ilk adımı kendileri atmak isterler çoğu zaman. Siz onların gösteremediği cesareti gösterip beğeninizi biraz hissettirseniz bile hemen koltukları kabarır beyefendilerin. Basit bir kahve içme teklifinizi dünyanın en büyük aşk ilanı gibi algılarlar. Sizden uzaklaşıp fildişi kulelerindeki kabuklarına çekilmeleri ve sizi görmezden gelmeleri de olasıdır.

Romanlar filmlere göre daha az aldatırlar insanı. En büyük aşk hikayelerinde bile bir trajedi yaşanır çünkü sonunda. Anna Kareninalar, Madam Bovaryler, Bihterler hep o büyük trajediyi yaşamadılar mı? Aşklarını yaşayıp mutlu olsaydı bu kadınlar, romancılar o güçlü çatışmalarını yaratamayacak ve okurlar büyük aşkların kahramanları olan bu kadınları hatırlamayacaklardı. Bu yüzden yazarları sinemacılardan daha gerçekçi ve inandırıcı bulmuşumdur. Sinemanın masalsı dünyasını değil, romanın katı gerçekçiliğini tercih etmişimdir.

Sinemada en tehlikeli tür, romantik komedidir. Gerçek hayatta olmayacak ne varsa -garip tesadüfler, anlık karşılaşmalar, ilk görüşte yaşanan aşklar, iyiliğin ve masumiyetin yüceltilmesi vb.- romantik komedi türünde sentezlenmiştir hepsi. Uzun süredir yalnızsanız romantik komedi izlemeyin derim. Filmin ardından yaşadığınız katharsisle büyük umutlara kapılır ve pembe gözlüklerle hayata bakarsınız bir süre. Ama nihayetinde yalnız ve mutsuz olduğunuz gerçeğini fark edersiniz.

"Çok istersen olur, umudunu kaybetme, dene, yenil ama tekrar dene" mottosundan ilham alan filmlere inanmayı bıraktım ben artık. Biliyorum senle ben yan yana gelemeyeceğiz. Yılbaşı öncesinde girdiğimiz dükkanda aldığımız hediyeler karışmayacak, benim bindiğim treni sen kaçıracaksın ya da trende senin için ayırdığım yan koltuğa bir başkası oturacak. Çünkü böyle şeyler yalnızca filmlerde olur canımın içi.

* Cümlenin aslı: "Canımın içi böyle şeyler yalnızca romanlarda olur." Murat Menteş, Dublörün Dilemması. Murat Menteş de Cüneyt Arkın'ın bir filminden almış bu cümleyi. Ben de onlardan aldım işte.