29 Eylül 2015 Salı

Bavyera-Alsace-Alpler Gezi Notları I: Salzburg ve Hallstatt

Bayram tatilinde Bavyera, Alsace bölgeleri ile Alpleri içeren ve sekiz gün süren bir geziye katıldık. Rehber eşliğinde yirmi üç kişilik bir grupla gerçekleştirdiğimiz bu seyahatin başlangıcı için Münih’e uçtuk. Birkaç ülkeyi içeren gezide sırasıyla şu rotayı izledik:

Münih’te indikten sonra ilk durağımız Avusturya’da bulunan ve ünlü müzisyen Mozart’ın doğum yeri olan Salzburg. Adını buradaki tuz madenlerinden alan şehir Alp Dağlarının eteklerine kurulmuş. İlk bakışta ortasından nehir geçen pek çok şehirdeki gibi doğal güzellikleriyle sizi etkiliyor. Şehrin Altstadt adı verilen eski bölümü UNESCO tarafından koruma altına alınmış. Bu bölgenin sokaklarında gezerken binalar ve üzerlerindeki değişik tabelalar dikkatinizi çekecektir. Bütün dükkânların ve mağazaların tabelaları belli bir tarzda yapılmış demir levhalara yazılmış. Zara, Burger King gibi büyük markalar da buradaki düzene uymuşlar ve bildiğimiz amblemlerini farklı bir tarzda yeniden tasarlamışlar. Bu uygulama sokaklara ayrı bir güzellik katıyor. Başka şehirlerde de olsa keşke. Mağazaların ve evlerin yer aldığı binaların birçoğu oldukça eski. Binaların yapıldığı ve restore edildiği tarihler de yine üzerlerine yazılmış.



Salzburg kısa sürede gezilebilecek bir şehir. Eski şehri gezdikten sonra kısa bir Mozart turu yapılabilir. Mozart’ın doğduğu ve daha sonra yaşadığı evler buradaki önemli turistik noktalardan. Mozart’ın evi müzeye dönüştürülmüş, ziyaret edilebilir. Bir de Mozart’ın anıtının olduğu bir meydan var: Mozart Platz. Salzburg turizmini Mozart’a dayandırmış denebilir. Ocak ayında Mozart Haftası çerçevesinde şehirde çeşitli etkinlikler ve konserler yapılıyor. Bir de kırmızı paketleriyle dikkat çeken ve Mozartkugeln denilen Mozart çikolataları var. Şehrin birçok noktasında bu çikolataların satıldığı dükkânlar bulunuyor.

Biz gezimizin ikinci gününde sabah Hallstatt gezimizi yaptıktan sonra akşamüzeri tekrar Salzburg’a döndük. Kısa bir şehir turunun ardından Salzburg Kalesi’nde yapılan bir konsere gittik. Şehrin her noktasından görülebilen bu ihtişamlı kaleye fünikülerle birkaç dakikada çıkılıyor. Sekizde başlayan konserden önce kaleden şehre bakmak ve güneşin batışını izlemek keyifliydi. Işıklar altında şehir daha güzel görünüyor. Konser kalenin üst taraflarındaki bir salonda yapıldı ve küçük bir orkestra Mozart’ın eserlerini çaldı. Buraya kadar gelmişken Mozart’ın bestelerini doğduğu kentte dinlemek güzeldi.



Mirabel Bahçeleri

Salzburg’da başka ne yapılır derseniz Salzach nehrinin üstündeki köprülerden birine çıkabilir, eski şehirdeki pasajları gezebilir ve şinitzel yiyebilirsiniz. Patates ve sos olarak kullanılan marmelatla servis edilen Avusturya şinitzelleri meşhur. Yine şehrin merkezinde bulunan Mirabel Sarayı ve Bahçeleri, içindeki heykeller ve çiçeklerle görülmeyi hak ediyor. Şehrin biraz dışında kalan Hellbrunn ise özellikle çocukların ilgisini çekebilecek bir yer. 1612’de Salzburg prensi Markus Sittikus’un isteğiyle Rönesans mimarisine uygun tarzda inşa edilen bu saray, eğlenceyi seven prensin oyun alanı gibi bir yere dönüşmüş. Sarayı rehber eşliğinde gezebiliyorsunuz. Oyuncakların ve heykellerin yer aldığı bazı odalarda bilgi veren rehber, bir anda odalardaki muslukları açıp sizi ıslatıyor, dikkatli olmakta fayda var. Yani buranın asıl numarası su şovu ve suyun nereden geleceğini tahmin edemediğiniz için eğlenceli dakikalar geçirebiliyorsunuz. Tabii biraz sulu bir şakaya maruz kalıyorsunuz. Kıyafetlerinizi buna uygun seçin.


Hellbrunn'da su şovunu yapan rehber. Birazdan suları açacak.

Gezideki ikinci durağımız Hallstatt, fotoğraflarını görüp çok merak ettiğim bir yerdi. Salzburg’dan yola çıkıp Hallstatt’a doğru giderken cennet gibi bir yerle karşılaşacağımı tahmin ediyordum ama yolculukta gördüklerim de en az Hallstatt kadar güzeldi. Avusturya’nın göller bölgesinden geçiyorsunuz. Etraf yemyeşil ve her yerde güzel çiftlik evleri, düzlüklere yayılmış hayvanlar ve evlerin pencerelerinden sarkan bin bir renkli çiçekler var. Özellikle Wolfgangsee gölü çok güzeldi. Bu civarda mutlaka kamp ve doğa yürüyüşleri yapılmalı.
Otobüste giderken nereye bakacağımı şaşırdım açıkçası ve manzaraya doymak için sürekli yer değiştirdim. Burada insanlar doğanın şartlarına öyle bir ayak uydurmuş ki hayran olmamak mümkün değil. Doğaya zarar vermeden ona uyum sağlarsanız o da size daha cömert davranıyor galiba. Üstelik etrafta tek bir çöp bile görmediğimi söyleyebilirim. Başka bir ilgi çekici nokta da yol boyunca çok az insana rastlamamızdı. Sanırım bu bölgedeki evlerin birçoğu belli zamanlarda kullanılıyor. Sürekli burada yaşayanlarsa tarım ve hayvancılıkla ilgileniyor. Biz hâlâ bu konuda geri gitmeye devam edelim ancak tarım ve hayvancılığın ülke ekonomisine yaptığı katkı ortada. Nedense yolculuklarda en çok yaptığım şey gittiğim yerleri Türkiye’yle karşılaştırmak. Burada doğal kaynaklardan yararlanma bilgisinin hayatı ne kadar kolaylaştırdığını görünce bizdeki duruma hayıflanmadan edemiyor insan.

Tekrar Hallstatt’a dönersek burası UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde yer alan oldukça eski ve küçük bir kasaba. Kültür Mirası Müzesi ve tuz madeni ziyaret edilebilir ama vaktiniz sınırlıysa buradaki muhteşem doğa güzelliklerini seyretmekle yetinebilirsiniz. Dağların arasında kalmış Hallstatter gölü ve ahşap evlerin manzarası müthiş. Belli dönemlerde ve saatlerde araç trafiğine kapatılan kasabanın sokaklarını kısa sürede gezdikten sonra göl kenarındaki bir restorana oturup manzaranın keyfini çıkarabilir ve kendinizle baş başa kalabilirsiniz. Arada bir önünüzden kuğular ve kuşlar da geçecektir mutlaka. Gölde tekne turuna da katılabilirsiniz ama hava şartları her zaman müsait olmayabilir. Dağlık bir bölge olduğu için kalın kıyafetler giymekte fayda var. Manzaraya doyduktan sonra dükkânlara uğrayıp ahşaptan yapılan orijinal oyuncaklardan satın alınabilir. Girdiğimiz bir dükkândaki küçük bir atölyede oyuncakların nasıl yapıldığı gösteriliyordu.
Bloglardan okuduğum kadarıyla Hallstatt’a trenle ulaşmak biraz zormuş. Biz tur otobüsüyle gezdiğimiz için bölgeye kolayca ulaştık ve yaklaşık bir-bir buçuk saat süren Salzburg-Hallstatt yolu boyunca birkaç yerde durup fotoğraf molası verdik. Eğer yalnız seyahat etmeyi planlıyorsanız ulaşım detayını gözden kaçırmayın.


Armut ağacı evin her yerini saran dekoratif bir unsur gibi kullanılmış.


Burada anlattığım iki günden sonra Avusturya’dan çıkıp Münih’e doğru yola koyulduk. Avusturya daha çok Viyana dolayısıyla merak ettiğim bir ülkeydi ama Salzburg ve Hallstatt’ı gördükten sonra Avusturya’yı çok beğendim. Geçtiğimiz her bölgede hayran olunacak bir doğa güzelliği vardı. Bu güzelliği betimlemek biraz zor. Her ne kadar fotoğraflardan anlaşılsa da bu güzelliği yerinde yaşamak bir başka. Alpleri kış mevsiminde de ziyaret etmek gerek. Özellikle kar altındaki Hallstatt fotoğrafları gerçekten etkileyici. Zaten bu bölge kış sporlarının en önemli merkezlerinden.

Avusturya'yı bırakmak zor ama üçüncü gün istikamet: Almanya. 


Gezi notları boyunca faydalanacağım bilgileri veren eğlenceli rehberimiz Gülay Çamurdanoğlu'na özel teşekkürlerimle...