Yekta Kopan'ın "Fil Uçuşu" isimli bloğunda Günden Kalanlar başlığı altında günlük niteliğinde yazdığı yazılardan oluşan bir bölüm var. Yekta Kopan'ı ve yazdıklarını çok sevdiğim için bu bölümü zevkle okuyorum. Aslında eskiden günlük yazmayı sevmezdim ama son yıllarda edebiyatçıların ve bazı ünlü isimlerin günlüklerini ya da özel mektuplarını okumaktan büyük keyif alıyorum. Bu keyif, beni de bloğum içinde günlük yazmaya niyetlendirdi. Ayrıca Yekta Kopan'ın yazdıklarından da etkilendim. Kim bilir belki ilerde ben de büyük adam olurum ve benden sonra benimle ilgili bir şeyler merak edenler bu yazdıklarımı okurlar ve beni daha yakından tanırlar :)
Bu işin esprisi tabi ki. Bazen insan konuşacak ve anlatacak o kadar çok şey biriktiriyor ki bunları yakınlarıyla paylaşmaya zamanı kalmıyor. Ya da herkesle her şey paylaşılamıyor. Yazmak en iyisi. Böylece yükler hafifler bir nebze de olsa.
Eee başlayalım o zaman.
* Sonunda Taylan Biraderlerin filmi Vavien'i izleyebildim. Etkileyici ve farklı bir filmdi. Filmde Binnur Kaya'nın canlandırdığı kadının -ismini hatırlayamıyorum şimdi- bir cümlesi vardı ki beni sarstı. Kendisini sevmeyen hatta öldürme teşebbüsünde bulunan kocasına "Benim her yerlerimde sen varsın." diyordu. İşte bu cümle, bir yumruk gibi oturdu yüreğime. Ağırlığını hâlâ hissediyorum.
Ah biz kadınlar! Ne zaman akıllanacağız acaba?
* Çağımızı en güzel anlatan kelime nekrofilya bence. Bu kelimeyle -aslında kavram olarak da kullanılıyor- ilk kez Alev Alatlı'nın Viva La Muerte! romanında karşılaşmıştım. Kelimenin mânâsı, "ölüsevicilik". Bir ara bu kavramla ilgili bir şeyler yazmak istiyorum ama şimdilik bayramda meydana gelen trafik kazalarına değinmekle yetineceğim. Her bayramda olduğu gibi birçok kişi hayatını kaybetti. Bazıları bu durumu kaderle açıklıyor. Tabii ki insanoğlunun bir kaderi var ama hangi ülkede bir haftada sadece trafik kazaları yüzünden yüz altmış kişi ölüyor?
Televizyonlar; ölümler, cinayetler ve katliamlarla ilgili haberleri tüm ayrıntılarıyla göstermeye bayılıyorlar. Çünkü artık dünyada ölüsevicilik diye bir şey var. Kan, vahşet ve şiddet; reyting getiriyor. İşte bu anlayışın bir sonucu olarak haberlerde trafik kazalarını ayrıntılı olarak gösteriyorlar. Cnn ya da başka bir haber kanalında bu tarz haberlere hiç rastlamadığım halde bizde ölüm sahneleri tüm çıplaklığıyla yansıtılıyor.
Dediğim gibi bu ölüsevicilik meselesine bayağı bir kafayı taktım ama şimdilik uzatmıyorum. Artık bayramların gelmesinden de korkuyoruz zaten. Kaç kişi ölecek diye bekler hale geldik.
* Bu aralar tembelliğe övgüler düzüyorum. Kendimi çok tembel hissettiğim bir dönemdeyim. Pek bir şey yapasım yok. İçimde yarım kalmışlıkların acısı da var. Yarım bırakılmış beş kitap beni bekliyor ve yapılmayan ödevler. Çok beklersiniz daha. Tembellik gibisi var mı ya?
Bu bölüm içinde Çemkirmelerim ya da Sövmelerim başlığını taşıyan bir bölüm daha olmalı. Postmodernizmdeki alt kurmacalar gibi. Çünkü ben sinirli bir insanım ve gün içinde sayıp sövdüğüm pek çok şeyle karşılaşıyorum. ( Aile bireylerimin dediği gibi biraz kabayım galiba ve genlerimde erkeklik genlerinden de var:)
Mesela sinirlendiğim bir şey: Sadece hal hatır sormak için aradığım insanların defalarca çaldırmama rağmen telefonlarını açmamaları ya da mesajlarıma bilmem kaç gün sonra dönmeleri.
Abartıyor muyum yoksa haklı mıyım?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder