Londra pek çok
özelliğinin yanı sıra edebiyatseverler için de cazip mekânlara sahip olan bir
şehir. Turizm Londra’da gelişmiş bir sektör olduğu için İngilizler ünlü yazar
ve şairlerinin yaşadıkları yerlere sahip çıkıp onları birer turizm merkezi hâline getirmişler. Ahmet Hamdi
Tanpınar ve Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun yaşadığı Narmanlı Han’ın bugün ne durumda
olduğu düşünüldüğünde İngilizlerin bu tavrı hayranlık uyandırıyor.
Londra’da
Charles Dickens’in en çok bulunduğu mekânları içeren turlar da yapılıyor. Ben
bunlardan birine katılmadım ama katıldığım bazı turlarda Dickens’ın mekânları
ile ilgili bilgiler verilmişti. Örneğin Thames nehrindeki tekne turu sırasında
yazarın takıldığı publar gösterilmişti. Ben bu publardan yalnızca birine
girdim. Greenwich’te bulunan Trafalgar Tavern Dickens’in en çok sevdiği
yerlerden biriymiş. Fotoğrafta bu pub'ın önünde çekindiğim, uzaklara dalma temalı fotoğrafı görüyorsunuz.
Londra’da ünlü
kişilerin yaşadığı evlerin üzerinde bazı plakalar yer alıyor. Londra’da en çok
sevdiğim yerlerden biri olan Notthing Hill’deki Portobello Yolu üzerinde
ünlü yazar George Orwell’ın evi var. Bu mütevazı apartman dairesi müzeye
dönüştürülmemiş ve bugün hâlen kullanılıyor. Buraya gitmek isterseniz size bir
önerim var: Bu evin önündeki kaldırım taşlarına oturun ve Yekta Kopan’ın tam da
bu noktada geçen öyküsü “Portobello 22”yi okuyun. Belki de bu öyküdeki gibi bir
sürprizle karşılaşabilirsiniz. (Not: Ben karşılaşmadım:)
Londra deyince
akla gelen yazarlardan biri Charles Dickens ise diğeri de tabii ki İngiliz
edebiyatının babası Shakespeare. Thames nehrinin kıyısında bulunan Shakespeare
Globe, yazarın birçok oyununun sergilendiği tiyatro binasıdır. Bu binanın
başına gelenler ilginç. Önce yangında kül olmuş, sonra Püritenler tarafından
kapatılmış ve bina kullanılmayınca zarar görmüş. 1997 yılında gerçekte bulunduğu yerin
biraz ilerisinde aslına uygun olarak tekrar inşa edilmiş. Mimari özellikleri
şehrin diğer yapılarından oldukça farklı. Tiyatronun bir kısmının üstü açık
olduğu için oyunlar yazın sergileniyor. Ben gitmeden önce araştırmamıştım
aslında ama her bütçeye uygun oyun bulunabiliyor. Yani fiyatlarda öyle aşırıya
kaçmamışlar; ancak talep fazla olduğu için önceden bilet almak gerekiyor.
Tiyatronun girişinde yazarın hayatını ve eserlerini konu alan bir sergi var.
Burada Shakespeare’in oyunlarında kullanılan çeşitli objeleri de
görebilirsiniz. Serginin sonundaki bir bölüm ilgi çekiciydi. Yarım saatte bir
düzenlenen bir seansta orada bulunan görevliler Shakespeare’in oyunlarında
kullanılan giysiler hakkında bilgi veriyorlardı. Seyirciler arasından
seçtikleri bir kişiye bu giysileri giydirmeleri de o dönemin modası hakkında
bizi aydınlattı. Çünkü bir gömleği giymek bile 5 dakikayı buluyordu. Tahmin
etmediğimiz bir biçimde burada da çok zaman geçirdik. Sergiyi gezdikten sonra
biraz pahalı olsa da tiyatronun içini de gezdiren bir tura katıldık. Rehberin
tiyatro ile ilgili pek çok şey anlattığı bu tur sırasında akşam oyunu olan
tiyatrocular da ısınma hareketleri yapıyorlardı. Tam tiyatrodan çıkarken Haluk
Bilginer’in fotoğrafı gözüme ilişti. Oyun Atölyesi’nin bu tiyatroda sahnelediği
bir Shakespeare oyunundan sonra asılmış fotoğraf buraya. O an nedense milli
duygularım kabardı J
Kostüm tanıtımlarından bir kare |
Londra’ya
giderseniz görmeden dönmeyin diyeceğim başka bir mekân da Royal Albert Hall.
1871 yılında inşaası tamamlanan bu konser salonu gerçekten müthişti. Tabii
gönül orada canlı bir konser izlemek isterdi ama en azından salonu
görebildiğimiz bir tura katıldık. Bu turlar tabii belli saatlerde
düzenleniyor ve kayıt yaptırmak gerekiyor. Tura ne gerek var diyen Türk turist
kafasındaysanız mekânı dışarıdan görebilirsiniz yalnızca. Kraliçe Victoria ve
Albert’in aşkı dillere destan. Mekânın adı da Kraliçe tarafından verilmiş.
Kraliyet ailesinin üyeleri buradaki konserleri ücretsiz izleyebiliyormuş.
Adamlarda zaten para var, adaletin bu mu dünya diye sorduran bir durum. Neyse,
konser dışında tenis maçları, sirkler ve çeşitli gösterilerin yapıldığı bu
mekânı mutlaka görün. Konser salonundan çıkınca tesadüf bu ya yine bir Türk’ün
fotoğrafıyla karşılaştık. Sezen Aksu, Fahir Atakoğlu eşliğinde burada konser
verecekti. Tekrar duygulanmalar falan J
İngiltere’de
Londra dışında Bath şehrini de ziyaret ettim ki burası da Jane Austen’ın mekânıdır.
Daha çok Londralı aristokratların yaşadığı bu şehirde Jane Austen Centre adı verilen bir müze ev var. Her
yıl burada onun adına bir edebiyat festivali de düzenleniyor. Bath’a aslında
müzeyi görmek için gitmiştim ama zamanımı iyi planlamayınca müzedeki turu
kaçırdım. Çünkü burada Dickens müzesinde olduğu gibi müzeyi kendiniz
gezemiyorsunuz. Belli saatlerde düzenlenen turlarda rehberler size eşlik
ediyor. Ben yalnızca Austen’ın roman kahramanları gibi giyinmiş garsonların
servis yaptığı kafeyi ve girişteki hediyelik eşya bölümünü gezebildim. Ayraç
koleksiyonuma yeni bir parça ekledim tabii. Velhasıl kelam, Bath’a Jane Austen
için gidip İtalyan bir arkadaş yüzünden Roma hamamı ve katedrali görüp dönmüş oldum.
Neyse bu da yeniden gitmek için bir bahane olsun.
Londra’da sanatsal
mekânlar bunlarla sınırlı değil elbet. Göremediğim Freud Müzesi ve şair John
Keats’in evi var mesela. Lakin şimdilik gördüğüm bu güzellikler bana yeter.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder