Aylık Okuma Notları (Ekim, Kasım)
1-2-3. Melisa Kesmez, Atları Bağlayın
Geceyi Burada Geçireceğiz, çok okunan ve övgü alan bir öykü kitabı olmuştu.
İsmiyle de dikkat çeken kitabı okumak ne zamandır aklımdaydı. Üstelik
öğrencilerimden de ismini birkaç kere duyunca merakım artmıştı. Ancak henüz ilk
öykülerden itibaren Kesmez’in öykü kurgusunda, dilinde ve duygu aktarımında
bazı sorunlar olduğunu fark ettim. Kitabı bitirdikten sonra fikrim değişmedi.
Bu öykülerde bu kadar kusur varken neden kimse eleştirmedi sorusu kafama
takınca yazarın diğer iki öykü kitabını da okumaya karar verdim. Bunu bu kadar
merak etmesem Bazen Bahar’la Nohut Oda’yı okumazdım sanırım. Üç kitabı da bitirince bir eleştiri yazısı yazdım. Dileyenler K24’e
bakabilir. Bu yazıyı yazmamın iki amacı vardı. Edebiyat ortamının çok da anlam
veremediğim gruplaşmaları nedeniyle bazı yazarların eleştiriden muaf tutulması
ve sürekli olarak “bizde eleştiri yok” diyenlere yalnızca metinden ve edebi değerden
hareketle de eleştiri yazılabildiğini gösterebilmek. Yazı amacına ulaştı mı
bilmiyorum. Güzel geri dönüşler aldım; ama hâlâ “eleştiri yok ki”
şeklindeki yakınmalar devam ediyor gördüğüm kadarıyla. Bence de nitelikli eleştiri
çok az var ama abartılı bir biçimde hiç olmadığını söylemek de yanlış.
4. Virginia Woolf, Orlando:
Okuduğum için kendimi şanslı hissettiğim kitap. Woolf okumaya biraz geç başlasam da onun dünyası ve duyarlığı bana çok hitap ediyor diyebilirim. Orlando, zor ve
sindirilerek okunması gereken bir kitap olsa da okurunu oldukça geliştiriyor
bence. Fantastik unsurlar içeren roman, soylu bir aileden gelen Orlando’nun 400
yıllık bir zaman dilimini içine alan biyografisi. Woolf’un âşık olduğu kadın Vita Sackville-West'ten esinlenerek yazdığı ve ona ithaf ettiği kitap, hem kadın hem de
erkek bedeninde yaşamını sürdüren, farklı coğrafyalara yolu düşen Orlando’nun
hayat hikâyesi üzerine kurulu. Müthiş şiirsel bir dille yazılmış ki Orlando’nun
en büyük tutkusu da şiir yazmak zaten. Yazıyla büyük bir hesaplaşma içine giren
kahramanımız, birçok olay yaşasa ve zaman zaman yazmaktan uzaklaşsa bile hep yazıya
dönüyor. Woolf’un keskin kalemiyle dönemin edebiyat ortamına yönelik
eleştiriler de bulmak mümkün romanda. Bunun dışında Viktorya dönemi eleştirisi,
cinsel kimliklerin sorgulanması, toplumsal cinsiyet, doğa, evlilik, aristokrasi
vb. birçok izlek, Woolf’un cesur kaleminde çok iyi işlenmiş konulara dönüşüyor.
Mutlaka okunmalı dediğim romanlardan.
5. Dag Solstad, Mahcubiyet ve
Haysiyet: Bilmem Norveçlilere bayıldığımı söylememe gerek var mı artık? Yıl
boyunca okuduğum kitaplarda Norveç edebiyatına olan ilgimden bahsettim. Bu kitabı
gördüğümde hemen okumam gerek dedim ama bir türlü bulamadım kitabı. Nihayet
İstanbul seyahatim sırasında kitabı bulunca çok sevindim. Sanırım önce pek
kimsenin dikkatini çekmedi, ilk baskısından sonra yeni baskısı yapılmadı bir süre.
Sonradan çok okunur oldu, hatta yıl sonu listelerinde en iyi kitaplar arasında
en üst sıralarda yer aldı. Tabii yine ilk keşfedenlerden biri bendim
sanırım 😊
Mahcubiyet ve Haysiyet, lisede
edebiyat öğretmenliği yapan Elias Rukla’nın kısa ama etkileyici hikâyesi. Rukla,
derste Henrik İbsen’in bir metnini işliyor olay örgüsünün başlangıcında. Dersten
çıktıktan sonra bir kırılma anı yaşıyor, elindeki şemsiyeyi parçalıyor, ona
bakan öğrencilere küfür ediyor ve okulu terk ediyor. Bundan sonra Elias’ın hayatını
ve geçmişini sorgulamasını okuyoruz. Yine usul usul ilerleyen bir akış ve okuru
sorgulatan sade ama eleştirel bir üslup. Elias, modern hayatın getirdiği yaşam
biçimini sorgularken özellikle günümüzde “söyleşme eyleminin” sona erdiğinden
bahsediyor. İletişimsizlik, yalnızlık ve yabancılaşma temalarının merkezde olduğu
bir modern dönem romanıyla karşı karşıyayız yine. Yazar, çok yeni bir şey
yapmamış roman sanatı adına ama Mahcubiyet ve Haysiyet, son zamanlarda okuduğum
en iyi kitaplardan kesinlikle. Elias’la aynı mesleği yapmamız ve onun düşündüğü
şeyleri zaman zaman benim de düşünmem kitapla duygusal bir bağ kurmama da neden
oldu tabii. Düşünceli okur kimliğinden uzaklaşmadan, duygusal okur olmayı da
ihmal etmiyorum yani. Kitapla ilgili ayrıntılı görüşlerim için de Oggito'ya başvurunuz lütfen.
6. Richard Yates, Yalnızlığın On
Bir Hâli: Sessiz Sahil’den sonra okuduğum ikinci Yates kitabı. Yates’in üslubunu
çok seveceğimi tahmin etmiştim zaten okumadan önce de. Yüz Kitap tarafından
basılan bu öykü toplamını da çok sevdim. Adından da anlaşılacağı gibi yalnızlık
teması etrafında kurgulanan öykülerde çocuklar, savaş gazileri, tüberküloz
hastaları ve yazar adayları başta olmak üzere Amerikan banliyölerinde yaşayan
insanların hayatları hikâyeleştirilmiş. Yates, birçok yerde Amerikan
banliyölerini anlatan yazar olarak tanıtılıyor zaten. Kendi bildiği bir ortamı
resmederken çok gerçekçi ve sahici bir öykü evreni yaratmış bence. Öykü
sanatıyla yakından ilgilenenler bu kitabı mutlaka okumalı. Özellikle atmosfer ve
karakter yaratma konusunda ders olarak okutulabilecek öyküler var. Ben “Yapı
Ustaları” ve Köpekbalıklarıyla Boğuşan Adam” öykülerini çok sevdim. Her iki
öyküde de yazma tutkusunun insanın hayatını nasıl yönlendirdiği -veya
mahvettiği de denebilir- anlatılmış. Öyküler, buruk bir tat bıraksa da okunmaya
değer. Yates’in yazarlık kariyeri de biraz burukluk içeriyor aslında. Eserleri
eleştirmenler tarafından sıkça övülse de okuruna ulaşamamış pek. Ben Yates
okumaya devam edeceğim için yakında iki kitabını da burada görebilirsiniz.
7. Ertuğ Uçar, Yalnızlığın On Yedi
Türü: Bu kitabı okuma nedenim -çok sık yaptığım bir şey olmasa da- ismi. Yates’in
kitabını internet kitapçılarında araştırırken sanırım isim benzerliğinden
dolayı bu kitap çıkmıştı karşıma. Bu nedenle Yates’in hemen ardından okudum. Her
biri deniz fenerinde geçen öykülerden oluşan ilginç bir kitaptı. Deniz fenerleri,
yazarın özel ilgi alanıymış. Bunların tarihi, varoluş sebepleri, yapım
teknikleri, burada yaşayanlar hakkında çeşitli araştırmalar yapıyormuş. Kitapta
çeşitli deniz fenerlerinin çizimleri de bulunuyor. Öykü sanatı açısından beni
çok tatmin ettiklerini söyleyemeyeceğim; ama böyle bir tematik kitap hazırlama
fikri orijinal. Denizi de deniz fenerleri de pek sevmem ben, bu konulara ilgi
duyanları daha çok tatmin eder belki de kitap. Deniz feneri bekçilerinin anlamsız
bekleyişi, Dino Buzzati’nin Tatar Çölü’nü hatırlattı bana. Bir de Pelin Esmer’in
Gözetleme Kulesi filmini. Bu ikisi de fazladan tavsiyeler olsun.
8. Wilhelm Genazino, Mutsuzluk
Zamanlarında Mutluluk: Adını son zamanlarda sıkça duyduğum Genazino’nun ikisi
Jaguar’dan biri Ayrıntı’dan olmak üzere üç kitabı basılmış ülkemizde ama yazar,
oldukça üretken biri. Aslında üretkendi demem gerek; çünkü ben bu kitabı
bitirdikten kısa bir süre sonra vefat etti Genazino. Mutsuzluk Zamanlarında
Mutluluk’ta felsefe doktorası yapan; ancak bir çamaşırhanede organizasyon müdürü
olarak çalışan 41 yaşındaki Gerhard Warlich’in hayat, ilişkiler, evlilik, çocuk
sahibi olma, yalnızlık ve tabii olmazsa olmaz yabancılaşma gibi konulardaki sorgulamalarını
içeren öyküsünü okuyoruz. Romanda çok fazla olay ve kişi yok. Daha çok Gerhard’ın
gözlemleri ve monologları üzerinden ilerliyor hikâye. Genazino’nun keskin
gözlem gücü, nesnelerin ardındaki gerçeği ifade edişi ve felsefi çıkarımlar
yapılabilecek düzeydeki düşünce temrinleri çok başarılı bence. Son zamanlarda
okuduğum yazarlar arasında büyük benzerlikler olsa da Genazino’da orijinal bir
taraf bulabildim. Kendimi çok da mutlu hissetmediğim bir dönemde okuduğum
için beni biraz sarstığını söyleyebilirim ama yorumlardan anladığım kadarıyla
herkes kendini ve yaşamını sorguluyor Genazino okuyunca. Mesela bakın ne diyor
Genazino:
“Ama hayattaki en önemli
tecrübelerimden biri, şimdiye kadar kapıldığım kaygıların hemen hemen hepsinin
lüzumsuzluğunun ya da anlamsızlığının er ya da geç ortaya çıkması. Bu yüzden,
hayat tarafından kandırıldığım duygusu içindeyim. Birbiri ardına sökün eden kaygıları
hayat tecrübemle savuşturmaya çalıştım bir süre: Defolun gidin adi serseriler,
tamamen gereksiz olduğunuzu biliyorum! Ama işe yaramadı, sövüp saymam para
etmedi. İstesem de istemesem de endişelenmeyi sürdürdüm. “(s. 86)
9. Yaşar Kemal, Yılanı Öldürseler:
Çok karamsar şeyler okuyorum, biraz Yaşar Kemal okuyup kendime geleyim dedim,
yine olmadı 😊 Bu sefer de toplum baskısıyla annesinin
katili olmak zorunda kalan dokuz yaşındaki Hasan’ın hikâyesi çarptı beni. Hikâyesini
bildiğim ama okumadığım bir Yaşar Kemal anlatısıydı. Yaşar Kemal edebiyatında ayrı bir yeri olan
çocukların nasıl çocuk olamadıklarını, küçük yaşlardan itibaren toplumsal
kabullerin içinde yetiştikleri için kendileri kalamadıklarını çarpıcı bir
destan diliyle anlatıyor Yaşar Kemal. Her zamanki gürül gürül Türkçesi ve
büyülü benzetmeleriyle. Bence onu anlatmak için çok fazla bir şey söylemeye
gerek yok. Her zaman okunması gereken büyük bir yazar ve aydın Yaşar Kemal.
Birkaç kere katıldığım Yazıdan Söze adlı radyo programında Yaşar Kemal üzerine
konuşmak da hayatımda iz bırakacak değerli anlardan biri oldu 2018'de.
10. Neval El Seddavi, Sıfır
Noktasındaki Kadın: Metis’in en çok baskı yapan kitaplarından biri olan bu eser,
bende büyük bir merak uyandırmıştı ama bitirdiğimde çok da etkilenmediğimi
söyleyebilirim. Mısırlı fahişe Firdevs’in idam edilmeden kısa bir süre önce ölüm
hücresinde bir gazeteciye anlattığı hayat hikâyesi bu kısa romanın kurgusunu
oluşturuyor. Gerçek bir hikâyenin anlatıldığı kitabın başındaki yazıda da belirtilmiş. Hikâyesi çarpıcı belki ama Seddavi’nin çok da büyük bir yazarlık
yeteneğine sahip olduğu söylenemez bence. Kitap Orta Doğu’da kadın olmanın
zorluklarını içten ve sansürsüz bir dille anlattığı için bu kadar okunuyor sanırım. İnsan hakikaten Firdevs için üzülüyor. Çocukluğundan kadınlığını idrak
ettiği yaşa kadar geçen sürede başına gelmeyen kalmamış. En çok da en yakınları
tarafından mağdur edilmiş. Çünkü Louis Aragon’un şiirine gönderme yaparak
söylersek, göğsümüze bastırırken kırıyoruz en sevdiklerimizi. Her yönüyle zor bir hayat.
Bu arada önerilerimden hareketle kitapları okuyanlar vardır umarım. Yoksa Oğuz Atay tavrıyla, "ben buradayım sen neredesin ey blog okuru" diyeceğim :) Aralık ve Ocak okumalarında görüşmek üzere, iyi edebiyatlı bir 2019 yılı dilerim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder