* Yaklaşık bir buçuk aydır hayatım yollarda geçiyor. Ben bir yıl boyunca bu yolculukların süreceğini düşünürken hayat karşıma bir fırsat çıkardı ve yaşadığım şehirde iş buldum. Bu yüzden mutluyum ve hayatta güzel şeylerin de olabileceğine inanmaya başlıyorum.
Yolculuklar sırasında insan farklı olaylar ve insanlarla karşılaşıyor. Bu durum yazan insanlar için çok faydalı oluyor diye düşünüyorum; çünkü sürekli yer değiştirince insanın gözlem gücü artıyor ve her yeni karşılaştığı durum insanda merak ve ilgi uyandırıyor. Ben bu yolculuklarım sırasında çeşitli malzemeler biriktirdim ama yazmaya zamanım yok malesef. Daha Bursa maceraları hakkında da yazacaktım sözüm ona.
* Geçen hafta gece yolculuğunda tam koltuğuma rahat rahat kurulmuş, başımın altına da otogardan aldığım yumuşacık yastığı yerleştirip uyku pozisyonu almıştım ki yanımdaki kızla çocuğun tanışmalarına ve samimiyeti ilerletip sohbete dalmalarına şahit oldum. Bu durum beni bir hayli sinirlendirdi. Hem rahatımı kaçırmışlardı bu insanlar, hem de yine karamsar düşüncelere sardırmama neden olmuşlardı. Mesela ben niye bir otobüs yolculuğu sırasında tesadüfen hayatımın aşkıyla tanışmıyordum da bu sinir bozucu bir ses tonu ve tavırları olan gıcık kız karşılaşıyordu? ( Belki de tamamen uyduruyorum. Bu iki insan birbirine aşık falan olmadı. Hatta belki bir daha hiç görüşmediler. Ama benim muhayyilem bunlara izin vermiyordu. İlla aşk meşk katacaktım bu yolculuk hikayesine de.)
* ATP turun son maçında ekselansları Federer ile "popoya külot kaçırma sendromundan muzdarip" Rafael Nadal karşılaştı. Federer ile Nadal arasında Galatasaray ve Fenerbahçe arasındaki rekabeti anımsatan bir rekabet vardır. Dünyanın en iyi oyuncuları arasında olan Federer, Nadal'a yenilir sürekli. Ama bu son maçta çok iyi oynayan Federer, Nadal'ı yendi. Aslında ikisini de çok severim ama Federer'in yenmesine çok sevindim. Çünkü Federer'in korttaki mütevazı tavırları, maçtan sonra yaptığı konuşmalardaki alçakgönüllü tavrı çok hoşuma gidiyor. Nadal ise çok hırslı ve agresif.
Neticede bu iki sporcu arasındaki rekabeti izlemek çok keyifli. Birbirlerine karşı son derece kibar ve saygılı olan Federer ile Nadal'ın gerçek hayatta da iyi anlaştıkları söyleniyor. Umarım bu rekabeti, Federer yaşlanıp tenise veda etmeden önce birkaç yıl daha izleyebiliriz.
* Bu aralar Ankara bol sanatlı günler yaşıyor. Hem tiyatro festivali var hem de Gezici Film festivali. Bu hafta Marx'ın Dönüşü adlı oyunu ve Çoğunluk filmini izledim festivallerde. Bunların üzerine daha ayrıntılı yazmak istiyorum ama zaman yok gerçekten. Yazmanın ne kadar ciddi bir mesai istediğini anladım şimdi.
Ayrıca ben blog yazma konusunda bile kararsızım. Bazen bu yazdıklarım ne işe yarar diye düşünüyorum. Benim kişisel meselelerimle kim ilgilenir? Ya da bırak başkalarını kendini düşün sadece. Niye bloğa yazıyorsun, deftere falan yazsana? Ama yazmak; yemek, içmek gibi bir ihtiyaç oluyor bazen. İnsan kendi varoluşunu anlamlandırmaya çalışıyor bu yolla. Üstelik ben iyi yazmadığımı düşünerek yazıyorum çoğu zaman. Ama olsun bir gün iyi şeyler yazarım belki. İyi yazmanın sürekli yazmakla ulaşılacak bir yetenek olduğunu okudum pek çok yerde. Yılmadan, bıkmadan, yorulmadan yazmak lazım iyiye ulaşana kadar.
Blog yazmanın çeşitli tehlikeleri olduğunu da düşünüyorum aslında. Diyelim ki ben birine olan kırgınlığımı ya da kızgınlığımı belirteceğim ve bunu kötü sözler kullanarak yapacağım. Ya da ne bileyim birini ağır bir dille eleştireceğim. O insanın benim yazdıklarımı okuma ihtimali de çok yüksek. O zaman ne yapmalı? Düşündüklerimizi açık açık yazmamalı mı? Sanal ortamda hiçbir şey gizli kalmaz çünkü. Her şey eninde sonunda açığa çıkacaktır.
Sövme Köşesi: Gülmeyi ayıp karşılayan ve çok gülen insanları eleştiren insan topluluğu! Gülmek bir erdemdir bence. Özellikle acıyla yoğrulmuş hayatların yaşandığı bir coğrafyada inadına gülebilmek, daha da büyük bir erdemdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder