12 Ocak 2011 Çarşamba

Yaşadıklarımı Değerlendirme Kılavuzum 3


* Bu ülkeye dair umutlarım gittikçe azalıyor. Uzun süredir haberleri pek takip etmiyordum. Bu hafta boş zamanım olduğu için evdeki vaktimi bol bol tv izleyerek geçirdim; ama moralim çöktü resmen. Bu satırları da son derece öfkeli bir ruh hali içindeyken yazıyorum. Sürekli olarak türban, demokrasi, anadilde eğitim gibi belli konular etrafında dönüp dolaşan bir gündem yaratılıyor. Bu haftanın gündeminde de birkaç konu ön plana çıktı: Muhteşem Yüzyıl dizisi, içki yasağı, Hizbullahçıların serbest bırakılması. Hukuk sistemindeki çatlaklar, Ergenekon davasında -hatta ondan da önce- belirmeye başlamıştı; ama sayısız insanı acımasız yöntemlerle öldüren bir terör örgütünün mensuplarının hiçbir şey olmamış gibi serbest bırakılmaları hatta örgüt üyelerinin hapishaneden çıktıktan sonra yandaşları tarafından bir ilah gibi karşılanmaları beni dehşete düşürdü. Saçı sakalı birbirine karışmış, dinle imanla uzaktan yakından alakası olmayan bu insanları tv ekranında gördüğümde tüylerim diken diken oldu. Oysa Ergenekon zanlıları daha hüküm giymemişken uzun zamandır hapisteler. Ergenekon'un ne olduğu henüz tam olarak anlaşılamıyor ve kafalarda binlerce soru işareti var. Kim suçlu, kim suçsuz belli değil, kabul ediyorum. Ancak gerçekler tam olarak aydınlatılmamışken bu insanlar, neden hapiste tutuluyor da gerçekten suç işlemiş olanlar salıveriliyor? Anlayan varsa bana da anlatsın. Herkes kendine göre bir adalet uygulamaya kalkarsa adalet sistemine nasıl güvenebileceğiz bundan sonra?

* Bir içki muhabbetidir gidiyor. İçen içsin kardeşim size ne. Neymiş efendim amaç, gençlerin alkolle erken yaşta tanışmalarını engellemekmiş. Kötü niyet yokmuş ortada. Kişisel hakların, özgürlüklerin kısıtlanması söz konusu değilmiş. Bütün hafta bu mesele tartışıldı. Daha da tartışılacak. Bu konuda en güzel konuşmayı CHP'li Mustafa Özyürek yaptı. Adını hatırlamadığım bir milletvekili ile birlikte Ntv yayınına katıldı Özyürek. AKP'li milletvekiline "İdam ederken ya da silah ruhsatı verirken gençlik yaşı 18; içkiye gelince 24." dedi. Erdal Eren idam edilirken yaşı büyütülmüştü mesela ama silah konusunda sıkıntı yok. Gençleri olumsuz etkileyen başka konularda yasaklamalar yok. En büyük sorunumuz içki. 

* Kanuni dönemini anlatan diziyle ilgili tartışmalarda da içki konusu gündeme geldi. Kanuni'nin elinde şarap kahedi varmış. Aslında Kanuni içki içmezmiş falan filan. İlber Ortaylı, Osmanlı padişahlarının içki içtiklerini söyledi. Bu konuda çok fazla bir bilgim yok; ama padişahların eğlenceye düşkünlüklerini, harem hayatının şaşaasını, hatta şiir yazan padişahların meyle ilgili şiirlerini de dikkate alırsak içki içmeyeceklerini hiç sanmıyorum. Ayrıca bugün, Yorum Farkı'nda muhafazakar fikirleriyle tanınan Mehmet Barlas da pek çok içki türünü, Doğu ve Müslüman halklarının icad ettiğini söyledi. Ne kadar doğrudur bilmiyorum ama yanlış hatırlamıyorsam, Devlet Ana'da Yunus Emre başta olmak üzere pek çok gezgin derviş şarap içiyordu. Şarap hatta afyon, aynı zamanda bir vecd halinin ifadesiydi ve sanatsal yaratı ile çok yakından alakası vardı. Bunlar bilinen gerçekler olduğuna göre neden tarihi kendi kafamıza göre tekrar yaratmaya çalışıyoruz ki? Ayrıca Muhteşem Yüzyıl, sadece bir kurgu. Senarist isterse Kanuni'yi olumsuz yönleriyle de ele alabilir ki dizinin senaristi Meral Okay'ın böyle bir tavrı kesinlikle yok. Diziyi izledim biraz. Bana olumsuz görünen pek bir şey olmadı. Hatta halvet sahnelerinde çok abartıya kaçmamak için ayrıca bir özen göstermişler gibi geldi. Ama bizim insanımız, tarihi şahsiyetleri insan dışı varlıklar olarak gördüğü ve her şeyi putlaştırdığı için o kadar abarttı ki olayı, Mustafa filminde olduğu gibi acayip eleştiriler ortaya çıktı. Bülent Arınç gibi bazıları da diziyi izlemeye tenezzül bile etmeden sadece fragmanlardan yola çıkarak eleştirdiler diziyi. 

Bence bu diziyle uğraşacaklarına Öyle Bir Geçer Zaman Ki'ye falan baksınlar. Dizide beni çok rahatsız eden bir şiddet var ve bu şiddet, insanın psikolojisini bozabilir. 

*Bir de ucube heykel tartışması var ki hiç şaşırmadım. Zira heykelden zerre anlamayan bir iktidar var başımızda. Çok saygıdeğer belediye başkanımız da bir heykele tükürmüştü. Bence sizin beyinleriniz örümceklenmiş efendiler. Üstelik öyle bir korku imparatorluğu yarattınız ki insanlar sindi adeta. Yine haberlerde izledim bu akşam. Kars'a giden bir devlet görevlisi "ucube heykele" bakıp "Ne kadar büyükmüş." diyor. Kameraların kendisini çektiğini fark edince de "Bu, benim resmi görüşüm değildir, bu görüntüleri yayınlamayın." diyor. Her şeyden korkar hale geldik. Bu kişi, yakında görevinden alınırsa hiç şaşmam. Ben bile bu satırları korku içinde yazıyorum. Düşüncelerimi ifade etmekten korkuyorum. Geçen gün derste öğrencilerle 2. Abdülhamit dönemindeki sansür ve baskı üzerine konuşurken öğrenciler "Hocam, bunlar bize hiç yabancı gelmiyor." dediler. Haklılar galiba. 

* Biz her zamanki gibi sadece ülkemizde olup bitenlerle ilgilenirken dünyada da büyük felaketler oluyor. Avustralya'daki sel, bana çok yakında kıyametin kopacağını düşündürüyor. Doğayı mahvettik çünkü hepimiz ve doğa, intikamını almaya başladı bir süredir. Ayın 17'sinde Avustralya Açık başlıyor Melbourne'de. Ülke bir yandan büyük bir felaketi yaşarken bir yandan da dünyanın en büyük spor organizasyonlarından birine ev sahipliği yapacak. Aslında iptal edilse daha iyi olurdu diye düşünüyorum ama çok büyük bir organizasyon hatta bir gelenek olduğu için iptal edilmeyecek sanırım.

* Bu hayatın çok ama çok zor olduğuna bir kez daha inandım. Türkücü Kıvırcık Ali vefat etti. Kendisini pek tanımıyorum açıkçası. Ancak ölümünden sonra yayınlanan görüntüleri izleyince bazı şeylere çok şaşırdım. Kıvırcık Ali, doğduktan çok kısa bir süre- sanırım 37 gündü- sonra babası vefat etmiş. Kıvırcık Ali'nin eşi de şu anda 3 haftalık hamileymiş. Yani oğlu da kendisiyle aynı kaderi paylaşacak. Üstelik Kıvırcık Ali'nin oğlu da askerdeymiş. Babasının ölüm haberini askerdeyken almış. İnsanoğlunun ne kadar zor ve acılı bir kaderi var. 

* Galiba blogun en uzun yazısı oldu. Meğer ne kadar dolmuşum. İçimdeki acıları, karamsarlıkları kustum bir bir. Daha rahatım galiba. Daha az tv izlemek, mümkünse haberleri hiç takip etmemek lazım. Bu ülkede haberci, gazeteci olan ya da medyanın herhangi bir biriminde çalışan insanların vay haline. Onların yerinde olmayı istemezdim. 

* Biraz da iyi şeylerden bahsedeyim deyip Aronovsky'nin yeni filmi Black Swan'e getireceğim sözü ama o da çok karamsar ve can yakıcı bir film. En iyisi Eyyvah Eyvah 2'den bahsedeyim. İlki kadar olmasa da yine çok eğlenceli ve komik bir filmdi. Bir ara o kadar güldüm ki gözlerimden yaş geldi. Fakat gişe filmlerine ilk gösterim haftasında gitmemek lazım. Avm'ler tıklım tıklım dolu oluyor, nefes almak bile zorlaşıyor. 

* Muhteşem Yüzyıl'dan  o kadar bahsetmişken Hürrem'i oynayan oyuncu konusundaki fikrimi söylemeyi unuttum. Bence oyuncu, hoş bir hatun ama Hürrem'in kişiliğini yansıtacak kadar etkileyici, fettan ve işveli değil. Kızın daha çocuksu bir yapısı var. Oysa Hürrem'in hinlikler yapan, açıkgöz bir kadın olduğunu biliyoruz. Halit Ergenç de pek oynayamıyor sanki. Yani iyi oyuncu ama ruhu tam veremiyor sanırım. Konuşurken sanki bir yerden birşeyler okuyormuş gibi bakıyor. Bu arada fark ettim ki galiba hiçbir şeyi beğenmiyorum ve her şeyi kıyasıya eleştiriyorum :) 

* Ankara'da kar yağamadı gitti. Havada dondurucu bir soğuk var. Kar gelecek gibi duruyor ama bir türlü gelmiyor. Kar yağmayacaksa bu kadar soğuğu neyleyeyim ben? Tanrı'm bize Balkanlar'dan ya da Sibirya'dan falan bir soğuk hava dalgası gönder ne olur!

* Sövme köşemi boş bırakıyorum; çünkü yazının tamamı sayıp sövmelerden oluşuyor zaten. Biraz susayım en iyisi, sonrası kalsın. 







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder