19 Haziran 2018 Salı

Benim Kitaplarım


Aylık Okuma Notları (Nisan)



1. Edip'in Lastik Topu; en sevdiğim şairlerden biri olan Edip Cansever'in aile üyeleri, dostları ve yazar-şair arkadaşları tarafından aktarılan anılarının bir araya getirildiği bir portre kitabı. Fethi Naci, Memet Baydur, Selçuk Baran, Cemal Süreya ve Mefharet Cansever gibi isimlerle konuşan Ülkü Uluırmak, 1980'lerin ortalarında Cansever'le ilgili bir biyografi yazmak istemiş. Aradan geçen zamanla birlikte bu hayali gerçekleşmeyince elde ettiği bilgileri kullanmak adına bu anı kitabını hazırlamaya karar vermiş. Böylece Edip Cansever'i sevenler için gerçekten iyi bir kaynak çıkmış ortaya. Ben büyük bir ilgi ve merakla okudum. Şairlerin hayatlarına yakından bakmak her zaman ilgi çekicidir bana göre. Okuduklarımdan yola çıkarak özetle şöyle bir şair portresi çizebilirim size: Yirmi dört saat şiir düşünen, şiir yazan ve kafası şiirle dolu bir şair Edip Cansever. İçmeyi, rakı sofralarında arkadaşlarıyla konuşmayı, tartışmayı çok seviyor. En çok da şiir üzerine konuşmaktan zevk alıyor. Hatta kimi zaman fikirlerinden ödün vermediği için yakın dostlarıyla polemiklere giriyor. Bazı arkadaşlarıyla bu polemikler yüzünden yolları ayrılmış. Fethi Naci, bir zamanlar yakın arkadaş olduğu ancak sonradan darıldığı Cansever hakkında pek hoş konuşmamış mesela. Kitapta bana en ilginç gelen bölüm Naci'nin söyledikleriydi.

Bu konuyu bir kenara bırakıp tekrar Cansever portresine dönersek; tiyatro ve resim sanatlarına ilgi duyan şair, felsefe okumaları da yapıyor. İyi, evine bağlı, sadık bir eş ve anlayışlı bir baba. Çapkınlık hikâyeleriyle anılan birçok şairin aksine genç yaşta evlenen ve klasik bir aile babası imajı veren bir insan. Cemal Süreya'nın aktardığına göre kendini yoksul göstermeye çalışıyor. Yoksul kesimden gelen arkadaşlarının yanında burjuva kökenli oluşundan sıkılıyor. Benim tanıdığım Edip Cansever kısaca böyle. Siz en iyisi kitabı okuyun ve şairi daha yakından tanıyın. 


2. Yalnız Seni Arıyorum, uzun yıllar sonra ortaya çıkan gizli bir aşkın vesikaları konumundaki mektupların bir araya getirildiği bir eser. 1947-1950 yılları arasında yazılan bu mektupların muattabı, Nahit Hanım. Dönemin ünlü bürokratlarından Halil Vedat Fıratlı'nın (aynı zamanda Orhan Veli'nin öğretmeni de olmuştur) eşi olan Nahit Fıratlı, Orhan Veli'nin en büyük aşkı olarak biliniyor. "Ben Orhan Veli" şiirinde "Bir de sevgilim vardır, pek muteber; / İsmini söyleyemem,/  Edebiyat tarihçisi bulsun" diyerek ismi gizlenen Nahit Hanım, Cemal Süreya'nın deyişiyle "Cumhuriyet gibi bir kadın"dır ve pek çok ünlü şair ve yazarla (başta Sabahattin Ali) ahbaplık etmiştir.

Kitabın ön sözünde bu mektupların neden 64 yıl sonra gün yüzüne çıkarıldığına değinilmiş. Şairin mektuplarını saklayan kız kardeşi de Nahit Hanım da bu mahrem belgelerin yayımlanması yoluyla Orhan Veli'nin kişiliğine ve şairliğine zarar gelmesini istemiyorlarmış. Bir yanıyla haklı bir kararmış bence. Çünkü mektupları okuduğum zaman Orhan Veli adına üzüldüm. Öncelikle şiirlerindeki gibi muzip bir karakterden ziyade umutsuz bir şair portresi çıkıyor karşımıza. Sürekli parasızlıktan şikayet ediyor Orhan Veli. Dönemin en popüler şairlerinden biri; ama kış geldiğinde manto alacak parası olmadığı için dışarı çıkamıyor. Nahit Hanım, Ankara'da kendisi İstanbul'da yaşadığı için sık sık sevdiği kadını görme ümidinden bahsediyor; ancak Nahit Hanım'ın toplumsal konumundan dolayı bir araya gelmeleri de pek mümkün olmuyor. Benim kitapta Orhan Veli adına en çok üzüldüğüm nokta, sürekli olarak Nahit Hanım'ın serzeniş ve şikâyetlerine maruz kalarak kendini savunması. Nahit Hanım'ın mektuplarını okuyamıyoruz gerçi ama şairi ne kadar darladığı anlaşılıyor yazdıklarından. Kitapta beni güldüren kısımlardan biri Orhan Veli'nin at yarışlarıyla ilgili tahminlerde bulunduğu kısımlardı. Sevdiği kadına da "şu ata oyna falan" diye öğüt vermiş birçok kere. Bu kitaptan Orhan Veli'yle ilgili çok şey öğreneceksiniz. Mutlaka okuyun derim; ancak şiirlerinden tahmin ettiğinizden biraz daha farklı bir şair kişiliğiyle karşılaşıp şaşırabileceğinizi belirtmem gerek. 


3. İlginç ve farklı bir kitap okumak isteyenlere önerebileceğim Bir Kedi, Bir Adam, İki Kadın romanı (novella da denebilir) Japon yazar Juniçiro Tanizaki'nin elinden çıkma. Tanizaki'yi ilk kez okuduğum için tarzı bana çok farklı geldi. Kitabın konusu da öyle. Kısaca bahsetmem gerekirse hikâye, kitabın adından da anlaşılabileceği gibi iki kadın; Fukuko ile Şinako, bir adam, Şozo ve Lili isimli bir kedi arasında geçiyor. Şozo, Şinako'dan ayrılıp kuzeni Fukuko'yla evlenir. Başlangıçta her şey yolunda gibi görünür ta ki Şinako, Fukuko'ya bir mektup yazıp kocasının en sevdiği varlık olan kedisi Lili'yi ona vermelerini isteyene kadar. Bundan sonra yaşanan olaylar, bir kedinin insanlar arasındaki ilişkileri ne kadar etkileyebileceğini gösteriyor. Kocasıyla mutlu olmaktan başka hiçbir şey istemeyen Fukuko, işlerin beklediği gibi gitmediğini anlayınca evliliği bambaşka bir şekle evriliyor. Ben kedileri çok sevmediğim için kedi sevgisinin nelere mal olacağını tam olarak kestirememiş olabilirim ama Tanizaki, hiç kuşkusuz sadece bundan bahsetmiyor. İnsan ruhunun karmaşıklığı, karanlığı ve insan ilişkilerinin anlaşılmazlığına dair bir roman bu aynı zamanda. 




4. Fasa Fiso, Teoman'ın çocukluğundan bugüne tüm yaşamını ayrıntılı olarak anlattığı anı kitabı. Teoman benim taa çocukluğumdan beri en sevdiğim müzisyen olduğu için böyle bir kitap yazmasına çok sevindim. Gerçi eskiden ona ait tüm yazıları ve röportajları biriktirdiğim için hakkında birçok şey biliyordum ama onun kendi kaleminden okumak ayrı bir zevk oldu tabii. Ayrıca edebiyata büyük bir ilgisi olan Teoman'ın edebî yanının kuvvetli olduğunu da söyleyebilirim. Kitapta Teoman'ın yazdıklarının dışında röportajlardan alınmış kimi pasajlar da var. Birçok fotoğraf ve belge de tabii. Zaten oldukça hacimli bir kitap Fasa Fiso. Teoman hem özel hayatını, aile yaşamını, müzisyenliğini anlatmış uzun uzun, hem de özeleştiri yapmış, kendisiyle yüzleşmiş sık sık. Özellikle müziği bırakmasına neden olan süreci ve iç dünyasının karmaşıklığını, ruhsal problemlerini açık açık yazmaktan çekinmemiş. Teoman'la ilgili birçok yeni şey de öğrendim kitaptan. Bir kere bizim tahmin ettiğimizden çok daha çapkın biriymiş. Aşk maceralarına da hatırı sayılır bölümler ayırmış zaten. Bu kitap Teoman'ın mirası gibi geldi bana. Mesleğinden eskisi gibi zevk almayan Teoman, yapabileceği her şeyi yapmaya çalışıp kariyer puzzle'ını tamamlamak istiyor gibi. Bu kitabı yazmasaymış bir şeyler eksik kalacakmış sanki. Gerçi ön sözde burada yazdıklarımı çok da ciddiye almayın, neticede her şey fasa fiso diyor ama bence gerçek hiç de öyle değil. Koskoca bir hayat var ortada. Teoman'ı seviyorsanız mutlaka okuyun bence kitabı. Ben altını çize çize okudum. Hatta başka hiç kimse için yapmayacağım bir şekilde saatlerce ayakta bekleyip imzamı da kaptım. Hatıra fotoğrafımız da şurada dursun :) 




5. Virginia Woolf'un kült eseri Mrs. Dalloway'i ikinci okuyuşum. Hakkıyla ilk okuyuşum demem lazım aslında; çünkü ilk okuduğumda kitap bana çok karmaşık gelmişti. Halbuki bu sefer iki buçuk günde ve çok büyük zevkle tamamladım okumayı. Demek ki her kitabın bir zamanı var. Bilinç akışı tekniğiyle yazılan ve "Mrs. Dalloway, çiçekleri kendi alacaktı" cümlesiyle açılan kitap, evinde bir parti vermeye hazırlana Mrs. Dalloway'in bir gün içinde yaşadıklarını anlatıyor. Bu tek gün içinde sokağa çıkan, sonra evine dönen, parti hazırlıkları yapan, kızı, eşi ve hizmetçileriyle konuşan, evinde eski bir dostunu ağırlayan Dalloway; kendisiyle ve geçmişiyle de hesaplaşıyor aynı zamanda. Karakterinin bilincinden geçenleri yansıtan yazar, İngiliz toplumuna ve dönemin ekonomik, sosyal, kültürel sorunlarına dair de pek çok tespitte bulunuyor. Feminist edebiyatın yapı taşlarından olduğu kadar bir dönem romanıdır da Mrs. Dalloway. V. Woolf'un uzun ve tumturaklı cümleleri, şiirsel tespitleri ve betimlemeleri var kitapta. Dili biraz karmaşık geleceğinden kimi cümlelere takılabilirsiniz okurken. Bazı yerleri birkaç kez okudum anlamak için. Belki İngilizcesinden okumak daha iyi olabilir. Bu arada kitabı birçok farklı yayınevi yayımlıyor. Ben İletişim'den çıkan Tomris Uyar çevirisini okudum. Bu çeviri 1977 yılına ait olduğu için biraz eskimiş. Diğer çevirilerle ne gibi farklılıkları olduğunu da merak ettim doğrusu. Örneğin Kırmızı Kedi'den çıkan İlknur Özdemir çevirisi iyidir diye düşünüyorum ama ben, elimde bulunan İletişim çevirisini okudum mecburen. Bu edebiyat klasiğini herkes okumalı. Bunu bitirir bitirmez de daha eski bir yazımda (ocak okumaları) sözünü ettiğim Michael Cunningham'ın Saatler'ini okuyun lütfen. Eminim siz de benim gibi daha çok Virginia Woolf okumadığınıza hayıflanacaksınız. 


6. Bu ayın son kitabı Norveçli yazar Erlend Loe'nin Naif. Süper'i. Loe'yi YKY'den çıkan Doppler romanıyla tanımış ve çok sevmiştim. Yeni bir kitabının yayımlanacağını duyunca hemen alıp okumak istedim. Gerçi Naif. Süper, Doppler'den önce yazılmış, hatta Türkçeye de çevrilmiş (Tavanarası Yayınları). Ancak bu baskısı pek rağbet görmemiş. Doppler hayranı olan o kadar çok okur var ki bu kitabı tekrar yayımlamak farz olmuş sanırım. İki çeviri de Dilek Başak'a ait. Bu kez Siren Yayınları basıyor. Neden YKY basmadı diye merak etmedim değil ama yayıncılık sektörünün işleyişi hakkında fazla bilgim olmadığı için konunun pek deşilecek tarafı yok. Twitter'da birinin hesabında okudum (yanılmıyorsam) YKY, Loe'nin başka bir kitabını daha yayına hazırlıyormuş. Merakla bekliyorum. Naif. Süper'e gelecek olursam, kitap hayatın anlamını arayan 25 yaşındaki genç bir delikanlının eğlenceli hikâyesi. Yazarın su gibi akan mizahi üslubu sayesinde çok kolay okunuyor. Doppler kadar mükemmel değil ama bence çok iyi kitap. Ben, Erlend abiyi en sevdiğim yazarlar listesine ekledim çoktan. Bu yüzden ondan hep güzel sözlerle bahsedeceğim sanırım. Kitapla ilgili daha ayrıntılı bilgileri oggito'daki incelememden öğrenebilirsiniz. O da şurada: 

https://oggito.com/anlam-arayisinin-pesinde-naif-super-06201861991


Herkese iyi okumalar, bol edebiyatlı günler. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder