23 Haziran 2018 Cumartesi

Benim Kitaplarım

Aylık Okuma Notları (Mayıs)




1. Mayıs ayına bir şiir kitabıyla başlayalım. Behçet Aysan'ın bütün şiirlerinin bir araya getirildiği Düello, Kırmızı Kedi tarafından basılmış. Behçet Aysan'ın toplumsal içerikli şiirlerinden alıntılar son yıllarda twitter'da çokça paylaşıldığından ne zamandır bu kitabı okumak istiyordum. Kitabı bitirince şunu anladım ki bundan 20-30 yıl önce yazılan şiirlerde yansıtılan Türkiye gündemi ve sorunları pek  değişmiyor, değişemiyor. Bu yüzden politik yanı ağır basan Behçet Aysan şiirleri günümüzün umutsuz ve karanlık atmosferine de oldukça uygun düşüyor. Şüphesiz ki bu şiirler içerik yönünden değerli değil sadece. Aysan, kendine özgü bir imgelem dünyası ve söylem tarzı yaratmış. Karamsar bir bakış açısına sahip olduğu için okurken hüzünlenmeden duramıyorsunuz. Ben çok orijinal buldum şairin dilini. Bazı şiirleri tekrar tekrar okudum ve defterlerime yazdım. Behçet Aysan şiiri hakkında detaylı bir yazı yazmak istiyorum. Sivas'ta yakılarak can veren bu güçlü ve onurlu şairin hatırasını daha çok yaşatmak gerekir diye düşünüyorum. Mutlaka okumanızı tavsiye ederim.

Kitapta çok fazla sevdiğim şiir var. En sevdiklerimden birkaçı şöyle: "Keder Atlası", "Sonlu Bir Ağustosun Şiiri", "Hangi", "Aşkın Da Köle Çağı Vardır", "Yağmur Dindi", Sesler ve Küller", "Yalnız Bir Nar Ağacı,""Yarın Diye Bir Şey Var".





2. Yasmina Reza'nın Ne Mutlu Mutlulara kitabı, Can Yayınları tarafından mayıs ayında basıldı. Yazar hakkında hiçbir fikrim yoktu. Kitabın ismini ve kapağını beğendiğim için almıştım açıkçası. Sonradan öğrendiğime göre farklı etnik kökenleri olan Reza, Paris'te doğmuş ve yazın dünyasına oyun yazarak giriş yapmış. Bu kitaba isim verirken de Borges'in bir cümlesinden esinlenmiş. 

Roman, farklı yaşlardan on sekiz kişinin birbirine bağlanan hayatlarını anlatan çeşitli bölümlerden oluşuyor. Bu kişilerin bazıları birbiriyle oldukça yakınken (eş, kardeş, ebeveyn vb.) bazıları da birbirlerinin hayatlarına teğet geçiyor. Kısacası son zamanlarda sinemada da edebiyatta da çok popüler olan paralel hayatlar konusunu işliyor roman. Okurken bana aynı konuyu ele alan başka romanları hatırlattı. En çok da Barış Bıçakçı'nın Herkes Herkesle Dostmuş Gibi'sini. 

Kitaptaki kişilerin çoğu farklı nedenlerle mutsuz ve yalnız hissediyorlar kendilerini. Yakınlarına karşı çok dürüst davranmıyorlar, sevdiklerini kandırıyor ya da aldatıyorlar. Kitap konusu itibariyle biraz hüzünlü olsa da mizahi bir yanı da var. Çok severek okudum. Can Yayınları'nı son yıllarda yayımlamayı tercih ettikleri güncel ve güzel kitaplar için tebrik etmek gerek. 


3. Avuntular, Ömer Arslan'ın ilk öykü kitabı. Bu aralar daha çok roman okusam da son yıllarda yayımlanan öykü kitaplarını ve genç öykücüleri takip etmeye çalışıyorum. Avuntular, 2017'de basılmış. Nedense üzerinde çok konuşulmamış ve pek tanıtım yazısı da yazılmamış. Sanırım bu, edebiyat piyasasında sözü geçen isimlerin bazı yazarları bilerek ve isteyerek daha ön plana çıkarmalarıyla alakalı bir durum. Kitap eklerinde, hatta twitter'da hep aynı kitaplardan ve yazarlardan bahsediliyor gibi geliyor bana. Edebiyat gündemini sıkı takip edenler fark etmiştir bence bu durumu. Bu tespitimi gündeme getirme sebebim; Avuntular'ın bir ilk kitaba göre oldukça yetkin bir eser olduğunu, ancak pek tanıtılmadığını düşünmem. Zamanla daha çok okura ulaşacaktır sanırım.

Avuntular, bir ilk öykü kitabı için biraz hacimli sayılabilir. Ancak 163 sayfalık bu kitap, bence olgun bir dilin ve üslubun ürünü. Yazar; kitabını yayımlamadan önce öyküler üzerinde iyice çalışmış, kendi öykü dünyasını yarattığına inandıktan sonra bunları okura sunmuş gibi görünüyor. Ayrıca derdi olan bir yazar bence. Yazmak için yazanlardan değil. Ben en çok "Parçalı Bulutlu", "Korkulukmuşsun", "Yalnız Yemek Vakti" ve "Kanalıma Hoş Geldiniz" isimli öykülerini sevdim. 

Bu arada edindiğim bilgilere göre Ömer Arslan, meslektaşımmış. Edebiyat mezunu olup da roman, öykü veya şiir yazan arkadaşları ayrıca takdir ediyorum. Aldığımız edebiyat eğitimi -çoğunlukla- bizi kurgusal eserler yazmaktan uzaklaştırıyor, hatta soğutuyor. Edebiyat tarihçisi ya da araştırmacısı olarak yetiştiriliyoruz çünkü biz. Bu nedenle bu hengameden çıkarak "dümeni yaratıcılığa kıranları" ayrıca tebrik ediyorum. 


4. Çok sevdiğim bir yazar olan Ayfer Tunç, son olarak Âşıklar Delidir ya da Yazı Tura romanını yayımladı ama ben ondan önce Yeşil Peri Gecesi'ni okuyayım dedim. Ayfer Tunç, bu romanında da öncekilerde olduğu gibi dert edindiği meseleleri kendine özgü üslubuyla aktarmaya devam ediyor. Burada esas derdi, modernizmin getirdiği yaşam biçiminin ve değerlerin hayatımız üzerindeki etkilerini bir kadının yaşadıkları ekseninde vermek. Bu kadın, yazarın Kapak Kızı romanının da başkişisi olan Şebnem. İki kitaptaki olay örgüsü bir şekilde birbirine bağlandığı için öncelikle Kapak Kızı'nı okumak daha doğru olacaktır ama ben bundan başladım. 

Yeşil Peri Gecesi, Şebnem'in eski sevgilisi Ali'yi ziyaret etmesiyle başlıyor. Geri dönüşlerle birlikte olay örgüsünün en önemli halkasını oluşturan ve Şebnem'in eşi Osman'la yaşadıklarını kastederek "aşkımızın ipini çektiğim gece" diye nitelediği gecede yaşananları öğreniyoruz. Daha da geriye dönüldüğünde ise Şebnem'in çocukluğundan itibaren büyüme sürecini, ailesiyle yaşadıklarını, genç kızlık dönemlerini, Ali'yle nasıl tanıştığını, Osman'la nasıl evlendiğini ayrıntılı olarak okuyoruz. Her zamanki gibi birçok olay halkası ve roman kişisi içeren bir Ayfer Tunç romanıyla karşı karşıyayız. Karakterlerinin iç dünyalarını ve psikolojilerini derinlemesine yansıtan yazar, bir Türkiye panoraması da çiziyor aynı zamanda. Bence Ayfer Tunç romanlarının en güçlü yanı da bu. Sadece olay örgüsünü takip etmezsiniz onu okurken. Olayların toplumsal arka planı çok önemlidir. Ayfer Tunç okumak  kısa Türkiye tarihi okumak gibidir bu yüzden. 

Şebnem'in başına gelenler ve kadın olarak ödemek zorunda kaldığı bedeller, bizi bir kadın hikâyesiyle de baş başa bırakıyor. Olay örgüsüne dair fazla detay vermek istemiyorum ama sonlara doğru sert ve hazmetmesi zor konularla yüzleşmek zorunda kalacağınızı söylemem gerek. Birkaç gece uykularınız da kaçabilir. Etkileyici bir kitap. Yazarın günümüz dünyasına dair tespitleri de oldukça düşündürücü. Örneğin "Riyanın altın çağını yaşadığı bu dünya artık bir çirkef çukurudur. Siz hâlâ bu dünyaya inanıyor musunuz?" (s. 430) vb. birçok soru, tespit, yorum ve değerlendirme var kitapta. 

Kitapla ilgili tek eleştirim, yazarın bazı yerlerde tekrara düştüğünü hissetmem. Evet, Ayfer Tunç hacimli romanlar yazmayı sever biliyorum; ama Şebnem'in hayatına dair bazı olayları çok ayrıntılı anlattığını düşündüm. Sanki biraz daha kısa verebilirdi kimi bölümleri. Böylece ben bu detayı daha önce okudum hissine de kapılmazdık. 

5. Sibel K. Türker'i ilk kez okudum. Bazen henüz hiç okumadığım ne kadar çok yazar olduğuna hayıflanıyorum; ama sanırım hep okumadığım birileri kalacak. O kadar çok kitap var ki okunacak ömür bile yetmeyecek merak edilen her yazarı keşfetmeye. Hayıflanmak gereksiz. Neyse ki merak ettiğim bir yazarı okuyabildim. Meğer Sibel K. Türker Ankara'da yaşıyormuş ve avukatmış. Hayatı Sevme Hastalığı'nı kitap fuarındaki sahaflardan almıştım. Türker, üretken bir yazar. Hangi kitabından başlamak gerekirdi emin değilim. Ben yine ismini sevdiğim için bunu seçtim. Kitap, Duygu Asena ve Yunus Nadi Roman Ödülleri'ni kazanmış. 

Türker'in değişik bir üslubu var. Kitap neyi anlatıyor diye sorarsanız tam olarak cevap veremem sanırım. Yani olay örgüsünün içine çeşitli konular ve temalar yedirilmiş ama yazarın esas derdi, farklı kadınlık hâllerini resmetmek ve kadınların ne yaşarlarsa yaşasınlar, hayatı sevmekten vazgeçmeyeceklerini ifade etmek sanırım. Kitabın başında bir anne-kız hikâyesi anlatılacak zannettim; ama olay daha farklı noktalara kaydı sonradan. Ki bence zorlu bir hayatı olan ve kızını yetimhaneye bırakmak zorunda kalan anne Şükran'dan daha çok bahsedilseydi daha etkileyici bir roman olurdu. Kitabın giriş cümlesi de bunu vadediyordu çünkü:"İnsan annesini kaybedince ölümlü olduğunu anlıyor. Bir de aşkın bitme noktasında."

Olay örgüsü, seslendirme sanatçısı olan Ayda ve komşusu bankacı Neşe arasında geçenler üzerinden ilerliyor. Ayda, sevgilisi Gurur tarafından terk edilip depresyona girince ilginç hareketleri ve kişiliğiyle dikkat çeken Neşe'yle yakınlaşıyor. İki kadının diyalogları ve yaşadıkları ekseninde -kitabın arka kapağında da belirtildiği gibi- aşk, yalnızlık, erkeklerle hesaplaşma, müzik, alkol, ahlak gibi pek çok konuya değiniliyor. Kitapta oldukça güzel pasajlar vardı ama bütününe baktığımda beni çok da etkilemedi. Daha yakından tanımak için birkaç kitabını daha okuyacağım Türker'in.

Son olarak bu kitapla ilgili neler söylenmiş diye bakarken daha önce duymadığım bir polemik hadisesinden haberdar oldum. Sibel K. Türker, kitabıyla ilgili eleştiri yazan Irmak Zileli'ye cevap vermiş ve bu konuda fikir belirten birileri daha olunca kitap etrafındaki polemik dalgası büyümüş. Bakalım, bunları okuduktan sonra kitabı daha geniş bir perspektiften değerlendirebilirim belki. 

Kitaptan bir alıntıyla bitireyim: 

"Tüm kutsal metinler iyilikle yalnızlığı bir arada görür, aynı değerde tutar. Peygambere karşılık müşrik-ler, inanana karşılık kâfir-ler. Lar, ler, lar, ler... Görüldüğü gibi düşman hep fazla sayıda, her daim kalabalık" (s. 166). 

1 yorum:

  1. Types of Baccarat | Verified | Online casinos » worrione
    Baccarat is a popular game played by two or more players 1xbet korean and is kadangpintar played with a standard deck of cards. The players 바카라 at the tables are the same person or person

    YanıtlaSil