23 Nisan 2013 Salı

Yalnızlığın Uğultusu


Bu yazıyı birkaç yıl önce yazmıştım. Değişen duygularım değil, yaşım oldu sadece. 

Sizin hiç babanız öldü mü?
Benim bir kere öldü kör oldum.
Dağ gibi bir adamdı. Klasik bir benzetme cümlesi değil bu yalnızca. Geniş omuzları, uzun boyu ve kendinden emin duruşuyla dağ gibi bir adamdı. Asık suratlı, ciddi, gülmeyi bilmeyen, çocuğunu öpmekten, sarmaktan sakınan bir otorite figürü değil; aksine gezip tozmayı,  hareketliliği, farklılığı seven, bu dünyanın bütün nimetlerinden yararlanmak isteyen, yaşam enerjisiyle dolu bir adamdı.
Dağ gibi adam; amansız bir hastalığa yakalandı,  günden güne ufaldı. O; en sevdiği yemekten bile tat alamazken, bir gece olsun rahat uyumayı dilerken, biz sürdürülmesi gereken bir hayatın peşinde koşturup durduk. Hayat, bize kendi düzenine uymamızı emretmişti. Yapacak başka bir şeyimiz yoktu, hayatın akışına dahil olmak zorundaydık.
Ben küçücük bir kızdım o günlerde. Henüz, on sekiz yaşındaydım.
Şimdi yirmi yedi oldum ve dokuz yıldır körüm.

Yıkadılar aldılar götürdüler
Babamdan ummazdım bunu kör oldum.
Kocaman bir çığlık duyuyorum. Benim sesim mi bu acaba? Kendi sesim bana bile yabancı. Merdivenin başında durduğumu hatırlıyorum. Ne kadar da safım. “Nereye götürüyorsunuz onu?” diye soruyorum. Birileri cevap vermeye çalışıyor bana; ama onları anlayamıyorum. Hiçbir işe yaramayan teselli sözcükleri duyuyorum, acıyan bakışlar hissediyorum üzerimde.

Ben o zamanlar yalnızlığı gece sanırdım.
Derin bir yalnızlık. Karanlık, rutubetli, pis kokulu bir kuyudayım sanki. Dışarı çıkmaya çalışıyorum ama başaramıyorum. Sen güçlü bir kızsın diyor herkes ağız birliği etmişçesine. Acın zamanla azalacak. Bu insanlar, dünyanın en büyük yalancıları ve zamanla hiçbir şeyin değişmeyeceğini biliyorlar. Kendilerini rahatlatmak amacındalar sadece ve benim bu saçma yalanlarla avunacağımı düşünüyorlar. Ben de zamanla acım azal-mış gibi yapıyorum; çünkü ben güçlü bir kızım!

yenilmiş bir orduydu babam. gündüz gidilmedik yerden gece dönen masalcı.
Sorarım sana ey masalcı, on sekiz yaşında ölüm denilen gerçekliğin soğuk yüzüyle tanışmış bir genç kız, geleceğe dair ümitler büyütebilir mi içinde? Bütün öğretmenler ilk önce “Evladım, baban ne iş yapıyor?” diye sorarken, arkadaşları babalarından bahsettikleri zaman  içi ezilirken, bir sözcüğü bir daha asla söyleyemeyeceğini bilirken yapabilir mi bunu masalcı?

Annem, babamın günahları için bir namaz yumağı hâlâ...
Ben, sanıldığı kadar güçlü değilim aslında; ama karşımda dünyanın en güçlü kadını var. Belki de bu gücü, sevdiği adamdan almıştır. Çoğu zaman kendim için üzülmeyi bırakıp onun için üzülürüm. O, rüzgara karşı dimdik durmaya çalışan bir ağaçtır benim için.

babam hep benim babamdır.
Bazen Proust’un kahramanı gibi çayıma bir parça madlen batırmak ve geçmişe dönmek isterim. Bardağın içinden fışkıran geçmişin güzel günleri, beni mutlu eder daima. Çünkü o günlerde henüz kör değilimdir ve babam, hep benim babamdır.

Not: Yukarıda italik yazıyla yazılmış mısralar; Cemal Süreya’nın Sizin Hiç Babanız Öldü mü?, Şükrü Erbaş’ın Aynı Yürek Lekesi ve Selim Temo’nun Babamın Uğultusu isimli şiirlerinden alınmıştır. 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder