Şair ve yazar
Onur Caymaz bugüne kadar on iki kitap yayımlamış. Ben son kitabı Herkes Yalnız vesilesiyle ilk defa
okudum Caymaz’ı. Bu yüzden metin merkezli bir yorum yapacağım Herkes Yalnız hakkında.
Herkes Yalnız farklı uzunluktaki on altı
öyküden oluşuyor. Bunları tematik olarak güncel ve siyasi olayları ele alan ve
daha kişisel hikâyeleri içeren öyküler olmak üzere iki başlıkta
değerlendirebiliriz. Ben sevdiğim öykülerden başlamak istiyorum:
Polis 1, Polis 2, Polis 3: Bu üç farklı
öykü Kadir adlı bir polisin Gezi olayları sırasında yaşadıklarını anlatıyor.
Öyküler sırasıyla Ali İsmail Korkmaz’a, Berkin Elvan’a ve Ethem Sarısülük’e
ithaf edilmiş. Yakın bir tarihte yaşanmış olayları kurgusal dünyaya taşımak
oldukça riskli bir iş ve zaman zaman karşılaştığımız gibi yazarın niyetini
sorgulamamıza da sebep olabiliyor. Bunu Gezi'yi anlatan, aceleye getirilmiş ve özensizce
yazılmış bazı kitaplarda gördük. Hatta kimi yazarlar güncel
olanı yakalayamayacağız kaygısına da düşmüştü o dönemde. Ancak buradaki Polis öyküleri bu kaygıyı
yansıtma telaşından ziyade toplumda çeşitli travmalara yol açmış olayları neden-sonuç ilişkisi içinde anlatma derdinde. Olaylar, eylemler
sırasında eylemcilere vurduğu için vicdan azabı çeken, insanların gözündeki
kötü polis imajını düzeltmek isteyen bir polisin gözünden anlatılıyor. Kadir isimli polisin iç
monologları inandırıcı. Anlatıcı eğer polis olmasaydı öykü bu kadar iyi
olmazdı. Üç öykünün başkişisi de aynı polis. Ben 3. öyküye gelmeden sonunu
tahmin etmiştim ama şunu düşünmeden de edemedim: Gezi’yi yaşayan polislerden
biri gerçekten böyle hissetmiş midir? Kadir gibi “Böyle iş mi olur Aga,
dövüyoz, öldürüyoz milleti” (s. 83) diyerek özeleştiri yapmış mıdır? Umarım
böyle polisler de vardır.
Kitapta birkaç
tane küçürek öykü var. Bunlardan biri olan Somalı, madenden çıkınca “Çizmelerimi çıkarayım mı, kirlenmesin
sedye” diyen madenciyi; Babasız ise madende can veren babasını bir daha göremeyecek olan bir kız çocuğunu
anlatıyor. Saka, Bir Karşılaşmanın Su Yeşili ve Ölenin
Ardından yine bu tarzda yazılmış kısa öyküler.
Kitabın ilk ve son öyküleri öyküden çok novella tadında. Hatta son öykü Herkes Yalnız çok karakterli ve olaylı bir kurguya sahip olduğu için bir roman taslağı gibi de duruyor. Caymaz, sanki daha uzun yazmaya üşenmiş de öyküde karar kılmış. Herkes Yalnız, her şeyi biriktiren ve çöplüğe dönüşen bir evde yaşayan bir adamın hikâyesini polisiye tadında bir kurguyla anlatırken yine farklı konulara temas eden katmanlı bir anlatıya dönüşüyor. Böylece öyküden dağa çıkan bir üniversite öğrencisi, polis muhabiri olarak çalışan kızlar ve eylemden sonra ortadan kaybolan kızını arayan bir baba geçiyor. Öyküyü genel olarak sevsem de kısa öyküde daha başarılı olduğunu düşünüyorum yazarın. Kitaptaki ilk öykü Alice İle Nuri uzun bir zaman diliminde yazılmış ve gerçeküstü unsurlar içeren bir öykü. Alice Harikalar Diyarında eserine gönderme yapılarak yıllardır yalnızlığı içinde boğulup giden terzi Nuri’nin hikâyesi anlatılmış. Burada üst-kurmaca tekniğini kullanan yazar araya girerek hikâye kurgusunun zaman içinde nasıl değiştiğini anlatıyor okuruna. (Bu hikâyenin üzerinden şu geçti,… geçti şeklinde)
Çığlık ve Aşk: Hiçbir Şey benim en sevdiğim öyküler oldu. Çığlık, Ferit Edgü’nün aynı adlı öyküsünü hatırlatıyor. Bu öyküdeki gibi seslere ve işitme duyusuna ait unsurlar dikkat çekiyor kitapta. Plazada çalışan bir kadının yalnızlığına odaklanan Çığlık, Hakan Bıçakçı’nın Doğa Tarihi’ni hatırlattı bu yönüyle. Aşk: Hiçbir Şey ise benim de çok sevdiğim bir yönetmen olan Kieslowski’ye ithaf edilmiş. Burada anlatılan aşk da Kieslowski filmlerini andırıyor zaten.
Kitapta insanın yalnızlığına vurgu yapılmış sıkça. Kitaba ismini veren “herkes yalnız”
cümlesi bir leit-motif gibi karşımıza çıkıyor sürekli. Yazarın İnsanın hangi çağda, hangi zamanda
yaşarsa yaşasın yalnızlığa mahkûm olduğunu dillendirmesi okuru hüzünlendiriyor.
Bay Alkol’ü Takdimim ve Yemek Kartı da bireysel yalnızlıklara odaklanan öyküler.
Kitapta bana çok
hitap etmeyen öyküler şunlardı:
Duvarın Önünde Resmim Aldılar, Kars’ta
geçen ve Mesih olduğunu iddia eden bir adamın masal tadındaki hikâyesi. Caymaz,
öykülerde hikâye anlatmanın önemine ve niye hikâye yazdığına da değiniyor sık
sık. Yazma sürecini okurla paylaşıyor. Bu öyküde bunun örneklerini görebiliyoruz. Bizim Homeros ise Truva Savaşını tekrar
yazmak isteyen bir adamı merkeze almış.
Kitabı neden sevdim
sorusunun cevapları kısaca şöyle:
Yakın tarihte
yaşanmış gerçek olaylar dramatik hâle getirilmeden sağlam bir kurgu içinde
anlatılmış.
Yazar eleştirel
tavrını ince bir mizahla süsleyerek öykülere yedirmiş. Örneğin Alice İle Nuri’de okuruna seslenerek “sen
iki süslü cümleye, birkaç küfre tav olmuyorsun, farkındayım” diyor, güncel
edebiyata dair tespitlerini sunuyor.
Günümüzdeki öykü
yazarlarının birçoğunun aksine dil duyarlılığı bir hayli gelişmiş Onur Caymaz’ın.
Şair oluşundan kaynaklanan bir hassasiyet olsa gerek bu. Her cümlenin, her
imgenin üzerinde düşünmüş. “Yalnızların yalınkılıç uykusu”, “her şeyi deneyen,
karşılıklı, kullanışlı sessizlik”, “kuşsuz, yağmur lekeli devlet pencereleri” Caymaz’ın
özgün imajlarından birkaçı.
Tema çeşitliliği
ve metinlerarası ilişkiler açısından zengin bir kitap.
Kitabın
sevmediğim yönlerine gelirsek;
Yazar kimi zaman
aynı anda birçok olaya birden değinince öykünün odak noktası belirsiz bir hâl almış. Örneğin Polis öyküsü, bir kişinin iç çatışması
üzerine kuruluyken öyküde muhafazakâr çevrelerin Alevilere karşı nasıl düşmanlık
beslediğine değinilmesi gereksiz görünüyor. Yani olay halkaları fazla geniş
değil ama öykü kişilerini siyasi sorunlara dair fazlaca konuşturmak istiyor
gibi yazar. Bu da onun güncele olan ilgisinden kaynaklanıyor olabilir.
Kitaptaki şiirsel
dil bazı öykülerde beni kurgudan uzaklaştıracak derecede yoğundu. Yukarıda
övdüğüm bu şiirsel dil kullanımını burada olumsuz yönüyle ifade etmemim sebebi
Caymaz’ın kimi zaman şairaneliğe yenik düşmesi. Öykü, şiire yakın bir tür,
bunda herkes hemfikir. Caymaz’ın bir röportajında dediği gibi türler arasında
keskin ayrımlar pek kalmadı günümüzde ama ben yine de öykünün, öykü, şiirin de
şiir gibi yazılması gerektiğini düşünüyorum. Anlatma esasına bağlı metinler
(öykü-roman) ile coşku ve heyecanı dile getiren metin (şiir) arasında türlerin
doğasından kaynaklanan farklar olmalı. Arada geçişler olacak tabii ama bazen
kitapta imgeler o kadar yoğun kullanılmış ki kurgudan uzaklaşıp imgelerin dünyasına savruldum. Aşağıdaki cümleler pekâlâ bir şiirin nüvesini
oluşturabilir mesela:
İnsan nasıl
anlar kırgınlığını, nereden?, Dönmek yeniden doğduğun yere,
gurbetten sılaya
dönmek,
kanatlı masal.
(105)
Yazar, araya
girip kurgu yaratma süreciyle ilgili fazlaca detay veriyor birkaç yerde. Örneğin Alice ile Nuri’de “bu hikâyeden
Sait Faik’in Leyla Erbil ile çektirdiği fotoğraf geçti” (37) diyerek hikâye
zamanından reel zamana geçiyor ve hastanede başucunda beklediği Leyla Erbil’in
son günlerini anlatıyor. Bu kısmı biraz gereksiz buldum ben. Ayrıntılar bazen fazlaydı ve amaca yönelik kullanılmamıştı.
Son olarak şunu ekleyeyim: kitapla ilgili bir yazı bulamadım internette, yazarla yapılmış birkaç röportajı okudum sadece. Tanpınar’ın deyişiyle "sükût suikastı" yapılmış galiba bu kitapla ilgili. Neyse ben görüşlerimi paylaştım, arzu eden okur J
Onur Caymaz, Herkes Yalnız, Kırmızı Kedi
Yayınları, 2015, 163 sayfa.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder