17 Haziran 2015 Çarşamba

Beş Yazar, Beş Mekân




Sait Faik Abasıyanık ve Burgazada:
Adapazarı’nda doğan Sait Faik’in çocukluğunu ve ilk gençliğini geçirdiği Adapazarı ve Bursa’da geçen öyküleri olsa da onun asıl mekânı İstanbul’dur. “Semaver”, Karanfiller ve Domates Suyu”, “Hişt Hişt”, “Dülgerbalığının Ölümü”, “Alemdağ’da Var Bir Yılan” gibi en bilinen öykülerinde şehrin farklı yüzlerini yansıtan Sait Faik için çok sevdiği İstanbul, zaman içinde ta çocukluğundan beri yakasını bırakmayan yalnızlık duygusunu artıran, kalabalığı ve gürültüsüyle huzursuzluk veren bir yere dönüşür.  Sait Faik İstanbul’un merkezini terk etmese de 1938’den itibaren vaktinin çoğunu birçok öyküsünü kaleme alacağı, İstanbul’un en küçük adası olan Burgazada’da geçirmeye başlar. Babası burada bir köşk satın almıştır. Yazarın adaya kaçışı yalnızca doğa ve deniz sevgisinden kaynaklanmaz. O, toplumsal hayatın uzlaşamadığı gerçeklerinden kaçarak münzevi bir yaşam tarzını seçtiği için de kendi ütopyasını yaşayabileceği en uygun yer olan adaya sığınır. 1952’de yayımlanan Son Kuşlar kitabındaki öyküler başta olmak üzere pek çok öyküsünde ada yaşamını farklı yönleriyle resmetmiştir. Yazma tutkusunu Haritada Bir Nokta isimli öyküsünde geçen meşhur “Yazmasam deli olacaktım” cümlesiyle açıklayan Sait Faik, “namuslu insanlar arasında ölümü beklemek” için de adayı tercih etmiştir. Sait Faik’e 1948’de siroz teşhisi konmuş ve yazarın bu tarihten sonra yazdığı öykülerde ölüm teması ön plana çıkmıştır. Yazarın eşyalarını, hatıralarını saklayan ve 1959’da müzeye dönüştürülen Burgazada’daki evi, öyküleri yazıldıkları mekâna giderek yaşamak isteyenleri beklemektedir bugün.

Yaşar Kemal ve Çukurova:
 “Çukurova’sını yazmayan hiçbir yazar büyük romancı olamaz” diyen Yaşar Kemal ait olduğu coğrafyanın acılarını, dertlerini, sevinçlerini yansıtmayı başaran yazarların evrenselliğe ulaşabileceklerinin farkındadır. Küçük yaştan itibaren folklor derlemeleri yapan, Torosların ağıtlarını dinleyen, sert bir coğrafyada hayatta kalma mücadelesi veren insanların yaşamlarına tanık olan Yaşar Kemal, gözlemlerini hamurunda var olan yaratma gücü ve tasvir yeteneğiyle birleştirerek anlatır. Zengin halk kültürünün ve edebiyatının verilerinden faydalanmayı ihmal etmeyen yazar, her biri efsaneleşmiş roman kahramanları yaratmış, anlatılarını modern bir tragedyaya dönüştürmüştür. Yaşar Kemal deyince ilk akla gelen roman olan İnce Memed, Çukurova’da ağaların başını çektiği sömürü düzenine karşı ilk başkaldırıdır. Dağın Öte Yüzü üçlemesinin ilk kitabı olan Ortadirek’te pamuk toplamak için köylerinden Çukurova’ya inen insanların hikâyesini anlatan yazar, doğa karşısında insanın durumunu da yansıtır. Onun romanlarında doğayla mücadele edemeyen insan kendine düşsel bir evren yaratmıştır. Yaşar Kemal, öykü kitabı Sarı Sıcak’ta, Teneke’de, Akçasazın Ağaları serisinde, Kimsecik üçlemesinde hep çok sevdiği Çukurova’yı anlatır. O, mitoslar yaratarak ele aldığı insan gerçeğini, insanın yaşadığı mekânla bütünleştirir ve denilebilir ki Anadolu insanını ve coğrafyasını onun gibi güzel anlatan romancı az bulunur.


Orhan Pamuk ve İstanbul:
Orhan Pamuk’un Çukurova’sı da İstanbul’dur. Yazar romanlarında kimi zaman farklı şehirlere uğrasa da en çok İstanbul’u anlattığında kendisi olur. İstanbul: Hatıralar ve Şehir isimli kitabında çocukluğunu ve büyüme sürecini ele alırken kendi kişisel tarihiyle İstanbul’un tarihini birleştirir. Onun romanlarında kimi zaman Cumhuriyet’in ilk yıllarında apartmanlarda yaşayan kalabalık ailelerin sırlarına ortak olur, Osmanlıda kahvelerde toplanan sanatkârların sohbetlerini dinler; kimi zamansa kentsel dönüşüm sonucunda İstanbul’un son yıllarda nasıl değiştiğini gözlemleriz.  Pamuk’un dünyasında bir âşık karlı İstanbul sokaklarında sevdiğini arar, bir nakkaş öldürülür, bir bozacı gecenin ayazında boza satmaya çalışır. Benim Adım Kırmızı, Kara Kitap, Kafamda Bir Tuhaflık romanlarında başkarakterlerden biri İstanbul’dur.  
Üst-kurmaca tekniğini kullanarak okurlarını da kurmacasına ortak eden Pamuk; sırlarla, gizemlerle, daha önce duyulmamış insan öyküleriyle dolu olay örgüleriyle İstanbul’un farklı dönemlerinin panoramasını sunar. Uzun yıllar hüküm sürmüş bir imparatorluğun başkenti olan İstanbul’un zaman içindeki değişim ve dönüşüm serüveni Orhan Pamuk’un romanlarından takip edilebilir. Yaşadığı çağa tanıklık etmek isteyen bir romancı tavrıyla hareket eden yazar, derin sosyolojik okumalara imkân verecek malzemeler sunar. Unutulmuş olan kültürel değerleri hatırlatır, kaybolan meslekleri tanıtır, gazete sayfalarında kalmış tarihi canlandırır. Pamuk, içindeki bitmez tükenmez anlatma iştahıyla daha çok İstanbul anlatısı sunacakmış gibi gözükür okuruna.

Barış Bıçakçı ve Ankara:
Ankara başkent olmasına rağmen İstanbul’un karşısında hep geri planda kalmıştır. Son yıllarda Ankara’da geçen roman, öykü, sinema filmi ve hatta dizilerin varlığında dikkat çekici bir artış olmuştur.  Ankara’yı öykü ve romanlarına konu edinen yazarların başında Ankara’da yaşayan Barış Bıçakçı gelmektedir.  Onun eserlerinde Kızılay, Kurtuluş, Susuz Göleti, Yüksel Caddesi gibi mekânlara rastlamak mümkün. Yazarın Sinek Isırıklarının Müellifi isimli kitabında Ankara-İstanbul karşılaştırması yapan Cemil şöyle der: “İstanbul’da gün boyu dolaşırken dünyanın hâline üzüldüm. Ankara’da insan sadece Ankara’nın hâline üzülüyor.” Barış Bıçakçı bu ve benzeri ifadelerinden anlaşılabileceği gibi yalnızca Ankaralı olanların anlayabilecekleri bazı meselelerden ve ruh durumlarından bahseder eserlerinde. Ancak Bıçakçı’nın mekânı ele alışı yukarıda bahsettiğimiz yazarlardan farklıdır. O, kendine has minimalist bir edebiyat anlayışı yaratırken mekânı, karakterlerin ruh durumunu yansıtmak için kullanır. Herkes Herkesle Dostmuş Gibi’de Ankara’nın muhtelif yerlerinde bulunan kişilerin birbirlerinin içine geçen öykülerini okuruz. Bu romanda Tunalı’da, Tunus Caddesi’nde, Güven Park’ta, Ulus’ta yürüyen, taksiye binen, bankta oturan, kavga eden, gülen, düşünen insanları görürüz. Her birinin yaşamı yazarın özgün bakış açısıyla ve yalın diliyle sunulur okura. Bizim Büyük Çaresizliğimiz’de Ender ve Çetin’in bir şehirde gelişen dostluğuna tanık olurken, Sinek Isırıklarının Müellifi’nde toplu konutlardaki site yaşamının farklı manzaralarıyla karşılaşırız.

Osman Şahin- Doğu ve Güneydoğu Anadolu ile Toroslar:
Yaşar Kemal’in paltosundan çıkmış yazarlardan olan Osman Şahin’in öykülerinde hiç durmadan geri döndüğü iki ana vatanı vardır: Doğu coğrafyası ile Toroslar. Osman Şahin, Mersin’de doğmuş, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun çeşitli illerinde öğretmenlik yapmıştır. Toplumcu gerçekçi edebiyat görüşünü benimseyen yazar, tanık olduğu olayları eserlerine aktarırken kan davaları, ölüm korkusu, şiddet, açlık, topraksızlık, cahillik, ağa baskısı, törelerin acımasızlığı gibi temaları işler. Doğu ve Güneydoğu’da geçen öykülerinde feodal yaşamın sorunlarını anlatırken öykü kişilerini ait oldukları mekânın içinde gerçekçi bir bakış açısıyla yansıtır, onları kendi ağız özelliklerine uygun şekilde konuşturur. Genellikle dış mekânda geçen öykülerinde Yaşar Kemal gibi uzun doğa tasvirleri yapar. Bu öyküler sayesinde okur adını hiç duymadığı yerleri öğrenir. Osman Şahin, Toroslarda geçen öykülerinde ise yörük olan atalarının izini sürer. Yörük kültürünün yok oluşuna ağıt yaktığı bu öykülerde doğa güzellemeleri sunar, insanın doğada nasıl var olabildiğini gösterir. Osman Şahin; bizleri Torosların dağları, buzul gölleri, derin geçitleri, dar boğazları, ağaçları ve bin bir renkli çiçekleri arasında büyülü bir yolculuğa çıkarır. Birçoğu film senaryosu hâline getirilse de okur tarafından çok bilinmeyen öykülerin yazarı olan Osman Şahin, belli bir coğrafyanın ve doğanın kurgu içinde nasıl başarılı bir şekilde kullanılabileceğini gösteren bir yazardır.

Bu yazı, Deliler Teknesi dergisinin 51. sayısında (Mayıs-Haziran 2015) yayımlanmıştır. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder