Sait Faik Abasıyanık ve Burgazada:
Adapazarı’nda
doğan Sait Faik’in çocukluğunu ve ilk gençliğini geçirdiği Adapazarı ve
Bursa’da geçen öyküleri olsa da onun asıl mekânı İstanbul’dur. “Semaver”,
Karanfiller ve Domates Suyu”, “Hişt Hişt”, “Dülgerbalığının Ölümü”, “Alemdağ’da
Var Bir Yılan” gibi en bilinen öykülerinde şehrin farklı yüzlerini yansıtan
Sait Faik için çok sevdiği İstanbul, zaman içinde ta çocukluğundan beri
yakasını bırakmayan yalnızlık duygusunu artıran, kalabalığı ve gürültüsüyle
huzursuzluk veren bir yere dönüşür. Sait
Faik İstanbul’un merkezini terk etmese de 1938’den itibaren vaktinin çoğunu
birçok öyküsünü kaleme alacağı, İstanbul’un en küçük adası olan Burgazada’da
geçirmeye başlar. Babası burada bir köşk satın almıştır. Yazarın adaya kaçışı
yalnızca doğa ve deniz sevgisinden kaynaklanmaz. O, toplumsal hayatın
uzlaşamadığı gerçeklerinden kaçarak münzevi bir yaşam tarzını seçtiği için de
kendi ütopyasını yaşayabileceği en uygun yer olan adaya sığınır. 1952’de
yayımlanan Son Kuşlar kitabındaki öyküler başta olmak üzere pek çok öyküsünde
ada yaşamını farklı yönleriyle resmetmiştir. Yazma tutkusunu Haritada Bir Nokta
isimli öyküsünde geçen meşhur “Yazmasam deli olacaktım” cümlesiyle açıklayan
Sait Faik, “namuslu insanlar arasında ölümü beklemek” için de adayı tercih
etmiştir. Sait Faik’e 1948’de siroz teşhisi konmuş ve yazarın bu tarihten sonra
yazdığı öykülerde ölüm teması ön plana çıkmıştır. Yazarın eşyalarını,
hatıralarını saklayan ve 1959’da müzeye dönüştürülen Burgazada’daki evi, öyküleri
yazıldıkları mekâna giderek yaşamak isteyenleri beklemektedir bugün.
Yaşar Kemal ve Çukurova:
“Çukurova’sını yazmayan hiçbir yazar büyük
romancı olamaz” diyen Yaşar Kemal ait olduğu coğrafyanın acılarını, dertlerini,
sevinçlerini yansıtmayı başaran yazarların evrenselliğe ulaşabileceklerinin
farkındadır. Küçük yaştan itibaren folklor derlemeleri yapan, Torosların
ağıtlarını dinleyen, sert bir coğrafyada hayatta kalma mücadelesi veren
insanların yaşamlarına tanık olan Yaşar Kemal, gözlemlerini hamurunda var olan
yaratma gücü ve tasvir yeteneğiyle birleştirerek anlatır. Zengin halk
kültürünün ve edebiyatının verilerinden faydalanmayı ihmal etmeyen yazar, her biri
efsaneleşmiş roman kahramanları yaratmış, anlatılarını modern bir tragedyaya
dönüştürmüştür. Yaşar Kemal deyince ilk akla gelen roman olan İnce Memed,
Çukurova’da ağaların başını çektiği sömürü düzenine karşı ilk başkaldırıdır.
Dağın Öte Yüzü üçlemesinin ilk kitabı olan Ortadirek’te pamuk toplamak için
köylerinden Çukurova’ya inen insanların hikâyesini anlatan yazar, doğa
karşısında insanın durumunu da yansıtır. Onun romanlarında doğayla mücadele
edemeyen insan kendine düşsel bir evren yaratmıştır. Yaşar Kemal, öykü kitabı
Sarı Sıcak’ta, Teneke’de, Akçasazın Ağaları serisinde, Kimsecik üçlemesinde hep
çok sevdiği Çukurova’yı anlatır. O, mitoslar yaratarak ele aldığı insan
gerçeğini, insanın yaşadığı mekânla bütünleştirir ve denilebilir ki Anadolu
insanını ve coğrafyasını onun gibi güzel anlatan romancı az bulunur.
Orhan Pamuk ve İstanbul:
Orhan Pamuk’un
Çukurova’sı da İstanbul’dur. Yazar romanlarında kimi zaman farklı şehirlere
uğrasa da en çok İstanbul’u anlattığında kendisi olur. İstanbul: Hatıralar ve
Şehir isimli kitabında çocukluğunu ve büyüme sürecini ele alırken kendi kişisel
tarihiyle İstanbul’un tarihini birleştirir. Onun romanlarında kimi zaman
Cumhuriyet’in ilk yıllarında apartmanlarda yaşayan kalabalık ailelerin
sırlarına ortak olur, Osmanlıda kahvelerde toplanan sanatkârların sohbetlerini
dinler; kimi zamansa kentsel dönüşüm sonucunda İstanbul’un son yıllarda nasıl
değiştiğini gözlemleriz. Pamuk’un
dünyasında bir âşık karlı İstanbul sokaklarında sevdiğini arar, bir nakkaş
öldürülür, bir bozacı gecenin ayazında boza satmaya çalışır. Benim Adım
Kırmızı, Kara Kitap, Kafamda Bir Tuhaflık romanlarında başkarakterlerden biri
İstanbul’dur.
Üst-kurmaca
tekniğini kullanarak okurlarını da kurmacasına ortak eden Pamuk; sırlarla,
gizemlerle, daha önce duyulmamış insan öyküleriyle dolu olay örgüleriyle
İstanbul’un farklı dönemlerinin panoramasını sunar. Uzun yıllar hüküm sürmüş
bir imparatorluğun başkenti olan İstanbul’un zaman içindeki değişim ve dönüşüm
serüveni Orhan Pamuk’un romanlarından takip edilebilir. Yaşadığı çağa tanıklık
etmek isteyen bir romancı tavrıyla hareket eden yazar, derin sosyolojik
okumalara imkân verecek malzemeler sunar. Unutulmuş olan kültürel değerleri
hatırlatır, kaybolan meslekleri tanıtır, gazete sayfalarında kalmış tarihi canlandırır.
Pamuk, içindeki bitmez tükenmez anlatma iştahıyla daha çok İstanbul anlatısı
sunacakmış gibi gözükür okuruna.
Barış Bıçakçı ve Ankara:
Ankara başkent
olmasına rağmen İstanbul’un karşısında hep geri planda kalmıştır. Son yıllarda
Ankara’da geçen roman, öykü, sinema filmi ve hatta dizilerin varlığında dikkat
çekici bir artış olmuştur. Ankara’yı
öykü ve romanlarına konu edinen yazarların başında Ankara’da yaşayan Barış
Bıçakçı gelmektedir. Onun eserlerinde
Kızılay, Kurtuluş, Susuz Göleti, Yüksel Caddesi gibi mekânlara rastlamak
mümkün. Yazarın Sinek Isırıklarının Müellifi isimli kitabında Ankara-İstanbul
karşılaştırması yapan Cemil şöyle der: “İstanbul’da gün boyu dolaşırken
dünyanın hâline üzüldüm. Ankara’da insan sadece Ankara’nın hâline üzülüyor.” Barış
Bıçakçı bu ve benzeri ifadelerinden anlaşılabileceği gibi yalnızca Ankaralı
olanların anlayabilecekleri bazı meselelerden ve ruh durumlarından bahseder
eserlerinde. Ancak Bıçakçı’nın mekânı ele alışı yukarıda bahsettiğimiz
yazarlardan farklıdır. O, kendine has minimalist bir edebiyat anlayışı
yaratırken mekânı, karakterlerin ruh durumunu yansıtmak için kullanır. Herkes
Herkesle Dostmuş Gibi’de Ankara’nın muhtelif yerlerinde bulunan kişilerin
birbirlerinin içine geçen öykülerini okuruz. Bu romanda Tunalı’da, Tunus
Caddesi’nde, Güven Park’ta, Ulus’ta yürüyen, taksiye binen, bankta oturan,
kavga eden, gülen, düşünen insanları görürüz. Her birinin yaşamı yazarın özgün
bakış açısıyla ve yalın diliyle sunulur okura. Bizim Büyük Çaresizliğimiz’de
Ender ve Çetin’in bir şehirde gelişen dostluğuna tanık olurken, Sinek
Isırıklarının Müellifi’nde toplu konutlardaki site yaşamının farklı
manzaralarıyla karşılaşırız.
Osman Şahin- Doğu ve Güneydoğu Anadolu ile
Toroslar:
Yaşar Kemal’in
paltosundan çıkmış yazarlardan olan Osman Şahin’in öykülerinde hiç durmadan
geri döndüğü iki ana vatanı vardır: Doğu coğrafyası ile Toroslar. Osman Şahin,
Mersin’de doğmuş, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun çeşitli illerinde öğretmenlik
yapmıştır. Toplumcu gerçekçi edebiyat görüşünü benimseyen yazar, tanık olduğu
olayları eserlerine aktarırken kan
davaları, ölüm korkusu, şiddet, açlık, topraksızlık, cahillik, ağa baskısı,
törelerin acımasızlığı gibi temaları işler. Doğu ve Güneydoğu’da geçen öykülerinde
feodal yaşamın sorunlarını anlatırken öykü kişilerini ait oldukları mekânın
içinde gerçekçi bir bakış açısıyla yansıtır, onları kendi ağız özelliklerine
uygun şekilde konuşturur. Genellikle dış mekânda geçen öykülerinde Yaşar Kemal
gibi uzun doğa tasvirleri yapar. Bu öyküler sayesinde okur adını hiç duymadığı
yerleri öğrenir. Osman Şahin, Toroslarda geçen öykülerinde ise yörük olan
atalarının izini sürer. Yörük kültürünün yok oluşuna ağıt yaktığı bu öykülerde
doğa güzellemeleri sunar, insanın doğada nasıl var olabildiğini gösterir. Osman Şahin; bizleri Torosların dağları, buzul
gölleri, derin geçitleri, dar boğazları, ağaçları ve bin bir renkli çiçekleri
arasında büyülü bir yolculuğa çıkarır. Birçoğu film senaryosu hâline getirilse de okur tarafından çok
bilinmeyen öykülerin yazarı olan Osman Şahin, belli bir coğrafyanın ve doğanın
kurgu içinde nasıl başarılı bir şekilde kullanılabileceğini gösteren bir
yazardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder