Emrah
Serbes, ismini Türk televizyon tarihinin en iyi işlerinden biri olan Behzat Ç
dizisini izlerken duydum ilk kez. Dizinin Emrah Serbes'in Her Temas İz Bırakır
ve Son Hafriyat isimli romanlarından hareketle yazıldığını duyup önce romanları
okumuş, sonra da Afili Filintalar'da yazdığı yazıların müptelası olmuştum. Son
yıllarda yazılmış en iyi öykü kitaplarından biri olan Erken Kaybedenler'i
okuduğumda ise favori yazarlar listeme almıştım kendisini. Hayatın karşısında
kaybetmeye mahkum erkek çocuklarının kimi zaman hüzünlü, kimi zaman da kahkaha
krizlerine sokan eğlenceli hikâyesi beni çok etkilemişti.
Bir
yazarı ısrarla takip eden okurlar bilirler, sevdiğiniz bir yazarın yeni bir
kitap yazmasını büyük bir hevesle beklersiniz. Emrah Serbes'in yeni kitabının
çıkacağını duyunca sevindim ama kitapla ilgili doğru değerlendirmeler
yapabilmek için yarattığı fırtınanın dinmesini bekledim.
Evet,
kimilerine göre gereksiz sayılabilecek bu girizgahtan sonra şunu söyleyebilirim
artık: Deliduman, kimi yönleriyle beni hayal kırıklığına uğratan bir kitap oldu.
Aslında kitabı yazarken yine iyi bildiği sularda yüzmüş Emrah Serbes. Kendi
tarzından pek uzaklaşmamış; ama kitabı bitirince öyle garip bir hissiyat oluştu
ki bende kitabı neden pek sevemediğimi de tam olarak açıklayamadım.
Önce
kitabın olay örgüsünden bahsetmem gerekirse kitabın başkişisi on yedi yaşındaki
Çağlar İyice. Kıyıdereli Çağlar, turizm otelcilik lisesinde okuyor. Kız kardeşine
çok düşkün olduğu için Çiğdem'in televizyonda çok popüler olan yetenek yarışmalarından
birine girmesine yardım ediyor. Çiğdem, Michael Jackson'ın moonwalk taklidini
yaparak şöhret olmak ve sıkıcı hayatına biraz renk katmak istiyor.
Çağlar'ın
hayatta en değer verdiği şey kız kardeşi. Hatta iki kardeş arasındaki ilişki
bir aşk ilişkisi gibi tasvir edilmiş zaman zaman. Küçük yaşına rağmen şöhret
olmayı isteyen Çiğdem'in hikâyesiyle günümüzde gittikçe yaygınlaşan kısa yoldan
ün ve para kazanma merakına, televizyonun hayatımızdaki rolüne ve insanların
hayallerini kullanarak para kazanmaya çalışan yetenek yarışmalarına gönderme
yapılmış. Çağlar'ın kardeşini mutlu etmek için yaptıkları Amerikan bağımsız
sinemasının nitelikli örneklerinden Küçük Gün Işığım (Little Miss Sunshine)
filminin hikâyesini andırıyor. O filmde de birbirinden tuhaf kişilerin
oluşturduğu bir ailenin üyeleri küçük kız Olive'in hayalini gerçekleştirebilmek
amacıyla arabaya doluşup çocuklar için düzenlenen bir güzellik yarışmasına
gidiyorlar.
Kitapta
anlatılan olaylar 2013 yazında geçtiği için romanın arka planında Gezi
olaylarına değiniliyor. Zaten kitap da Gezi'nin yıldönümünde çıkmış ve Gezi
romanı olarak tanıtılmıştı. Emrah Serbes, Gezi olaylarında aktif olarak yer
alan, televizyonlarda açıklama yapan biri olduğu için onun Gezi'yle ilgili söyleyecekleri
merak konusuydu. Üstelik bu konumundan ötürü Gezi'yle ilgili kitap yazacak
diğer yazarlara nazaran daha "sorumlu" bir tavır sergilemesi
bekleniyordu.
Romanın
ilk yarısı Çağlar, kız kardeşi, ailesi ve arkadaşlarının maceralarını
anlatırken sonlara doğru olaylar Gezi Parkı direnişine bağlanıyor. İşte kitap
etkileyiciliğini tam da bu noktada kaybediyor sanki. Deliduman, bir Gezi kitabı
olarak okunduğunda değil, Çağlar İyice'nin maceraları olarak okunduğunda daha
güzel. Gerçi Serbes, "hürriyetleri için öksüren çocukların"
hikâyesini olduğu gibi, abartıya kaçmadan ve taraf tutmadan anlatıyor ama belki
de anlatılanlar çok kısa bir süre önce yaşandığı için kurgusal bir malzemeye
dönüştüğünde pek etkileyici olamıyor. (Martı benzetmesi hariç tabii, bu
benzetmenin yapıldığı bölümü okurken duygulandığımı itiraf etmeliyim). Ayrıca Gezi
olayları Çağlar İyice'nin hikâyesiyle tam da bütünleşmiyor gibi.
Kitap
biraz uzun. Bazı cümlelerin tekrar edildiği hissine kapılıyorsunuz kimi
yerlerde. Sanki kitap hemen bitsin diye acele edilmiş. Serbes'in öykülerinde ve
polisiye romanlarında yakaladığı etkileyicilik ve akıcılık bu uzun romanda yok.
Çağlar'ın
ve onun gibi ergenlik dönemini yaşayan arkadaşlarının günlük konuşmaları
oldukça doğal ve yazarın diğer kitaplarından da aşina olduğumuz şekilde sokak
dili üslubunu yansıtıyor. Bu gençlerin whatsApp mesajları, attıkları tweetler
de kullanılmış kitapta. Çağlar'ın eski sevgilisi Çisem Trinity ve arkadaşı T.C
Sinem Uzun'la olan maceraları da keyifle okunuyor. Hatta bilindiği gibi bu
hayali kişilere sosyal medya hesapları bile açıldı. Çağlar'ın arkadaşı Mikrop
Cengiz ve diğer karakterler de başarılı bir şekilde çizilmiş. Çağlar'ın
boşanmış anne ve babasıyla olan ilişkisi ise biraz havada kalmış. Antidepresan
kullanan anne ile İstanbul'da yaşayan babanın Çağlar'ın hayatında önemli
rolleri var. Bu yüzden babayla çocukların ilişkisi üzerinde biraz daha
durulabilirdi. Çağlar'ın belediye başkanı olan dayısı aracılığıyla ise
siyasetin kirli ilişkileri, bürokrasi çarklarının nasıl döndüğü, kentsel
dönüşümün olumsuz sonuçları, çehresi değiştirilen kentler üzerinde durulmuş.
Emrah
Serbes'in karakterlerinin cinsiyetçi söylemlere sahip olması meselesi üzerinde
konuşuldu bugüne kadar. Serbes bu sözlerden yılmış olmalı ki kitapta bir yerde
Çağlar, "benim cinsiyetçi
söylemlerim mi var" diye soruyor. Bu konuda Emrah Serbes'in samimiyetine
inanıyorum ama birkaç yerde bu tarz söylemler var yine maalesef.
Kitap
içinde çok güzel yazılmış bölümler, edebî buluşlar, akılda kalacak afili
cümleler, zekice düşünülmüş ufak ayrıntılar var. Örneğin parti, kurum
isimlerine orijinal karşılıklar bulunmuş: Dedemi Kanser Eden Parti, Ya Kime
Vereceksiniz Partisi, Pankart Kültür Merkezi, Direnişle Birlikte İzlenme
Rekolarları Kıran Kanal... Başta Dostoyevski'ye olmak üzere çeşitli kitaplara
ve yazarlara yapılan edebi göndermeler var: "Yüzyıllık Yalnızlık neymiş
Allah aşkına,"..."Asırlardır yalnızız biz! Dostoyevski okumak
istiyorum ben bu konjonktürde. " (s. 51) ; "Bize de biraz ruh takviyesi
yap o zaman. Dostoyevski'nin ruhunu bağışla bize." (s. 347) Kipa Market,
Markafoni, Fatih Kundura gibi marka isimleri de bir hayli fazla kullanılmış
kitapta. Kitabın başka bir karakteri olan Özer Ağbi'nin Taksim'e girişi de çok
güzel anlatılmış. ("O ara Cemal Süreya mıdır ne karın ağrısı, bir
milletvekili var ya" diye anlattığı bölüm) Kitapta oldukça güzel bölümler
var ama genel olarak bu parçalar iyi birleştirilememiş gibi. Yani kitabın
tamamına bakıldığında karşılaştığımız bütünlük eksikliği dediğim şey burada
ortaya çıkıyor. Bir tamamlanmamışlık hissi var.
Deliduman
ilk yayımlandığında hakkında fazlaca kelâm edilmesinin sebeplerinden biri de
Selim İleri'nin "bugünün romanı"nı yazan Serbes'i öven bir açık
mektup yazmasıydı. Evet, Serbes, Selim İleri'nin dediği gibi "zamanın
ruhu"nu yansıtan bir yazar. Edebiyat da edebî dil de değişiyor. Bunu Afili
Filintalar'ın diğer yazarlarında ve Emrah Serbes'in eserlerinde fazlasıyla
görmek mümkün. Ama bana kalırsa kısa süre önce okuduğum Hakan Bıçakcı'nın Doğa
Tarihi romanı zamanın ruhunu daha iyi yakalamıştı ve daha fazla övgüyü hak
ediyordu. Başka kitaplar da öyle tabii.
Kitapla
ilgili görüşlerim bu yönde ama yazının başında da belirttiğim üzere şunu itiraf
etmek isterim: sevdiğim bir yazara ait olduğu için Deliduman'ı eleştirmeden
önce bir kararsızlık yaşadım. Bir de kitapla ilgili yazılara baktığımda Melisa
Kesmez'in Sabit Fikir'deki eleştirisi hariç hep olumlu eleştirilerle karşılaştım
ve "Böyle düşünen bir ben miyim acaba?" derken Ekşi Sözlük'teki yorumlarda
da benzer cümleleri okudum.
Sözlerimi
şöyle bağlayayım. Eleştirmen Çiğdem Ülker'in dediği gibi "eleştiri yapıtta
mantıksızlık ve kusur arayan bir tür değildir". Biz (Çağlar'ın lügatıyla
"Siz kimsiniz lan?" diye sorarak) Emrah Serbes'i bütün o kaybedenlerin
ve zamanın ruhunu taşıyanların hikâyesini olağanca samimiyeti ve içtenliği ile
anlattığı için sevdik. Emrah Serbes'ten yine alıştığımız güzellikte ve yarına
da kalacak kitaplar bekliyoruz.
Bu yazı ilk olarak egoistokur.com adlı internet sitesinde yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder