7 Ocak 2017 Cumartesi

Bir Okurun İtirafı ve Deliduman Hakkında



Emrah Serbes, ismini Türk televizyon tarihinin en iyi işlerinden biri olan Behzat Ç dizisini izlerken duydum ilk kez. Dizinin Emrah Serbes'in Her Temas İz Bırakır ve Son Hafriyat isimli romanlarından hareketle yazıldığını duyup önce romanları okumuş, sonra da Afili Filintalar'da yazdığı yazıların müptelası olmuştum. Son yıllarda yazılmış en iyi öykü kitaplarından biri olan Erken Kaybedenler'i okuduğumda ise favori yazarlar listeme almıştım kendisini. Hayatın karşısında kaybetmeye mahkum erkek çocuklarının kimi zaman hüzünlü, kimi zaman da kahkaha krizlerine sokan eğlenceli hikâyesi beni çok etkilemişti.

Bir yazarı ısrarla takip eden okurlar bilirler, sevdiğiniz bir yazarın yeni bir kitap yazmasını büyük bir hevesle beklersiniz. Emrah Serbes'in yeni kitabının çıkacağını duyunca sevindim ama kitapla ilgili doğru değerlendirmeler yapabilmek için yarattığı fırtınanın dinmesini bekledim.

Evet, kimilerine göre gereksiz sayılabilecek bu girizgahtan sonra şunu söyleyebilirim artık: Deliduman, kimi yönleriyle beni hayal kırıklığına uğratan bir kitap oldu. Aslında kitabı yazarken yine iyi bildiği sularda yüzmüş Emrah Serbes. Kendi tarzından pek uzaklaşmamış; ama kitabı bitirince öyle garip bir hissiyat oluştu ki bende kitabı neden pek sevemediğimi de tam olarak açıklayamadım.

Önce kitabın olay örgüsünden bahsetmem gerekirse kitabın başkişisi on yedi yaşındaki Çağlar İyice. Kıyıdereli Çağlar, turizm otelcilik lisesinde okuyor. Kız kardeşine çok düşkün olduğu için Çiğdem'in televizyonda çok popüler olan yetenek yarışmalarından birine girmesine yardım ediyor. Çiğdem, Michael Jackson'ın moonwalk taklidini yaparak şöhret olmak ve sıkıcı hayatına biraz renk katmak istiyor.

Çağlar'ın hayatta en değer verdiği şey kız kardeşi. Hatta iki kardeş arasındaki ilişki bir aşk ilişkisi gibi tasvir edilmiş zaman zaman. Küçük yaşına rağmen şöhret olmayı isteyen Çiğdem'in hikâyesiyle günümüzde gittikçe yaygınlaşan kısa yoldan ün ve para kazanma merakına, televizyonun hayatımızdaki rolüne ve insanların hayallerini kullanarak para kazanmaya çalışan yetenek yarışmalarına gönderme yapılmış. Çağlar'ın kardeşini mutlu etmek için yaptıkları Amerikan bağımsız sinemasının nitelikli örneklerinden Küçük Gün Işığım (Little Miss Sunshine) filminin hikâyesini andırıyor. O filmde de birbirinden tuhaf kişilerin oluşturduğu bir ailenin üyeleri küçük kız Olive'in hayalini gerçekleştirebilmek amacıyla arabaya doluşup çocuklar için düzenlenen bir güzellik yarışmasına gidiyorlar.

Kitapta anlatılan olaylar 2013 yazında geçtiği için romanın arka planında Gezi olaylarına değiniliyor. Zaten kitap da Gezi'nin yıldönümünde çıkmış ve Gezi romanı olarak tanıtılmıştı. Emrah Serbes, Gezi olaylarında aktif olarak yer alan, televizyonlarda açıklama yapan biri olduğu için onun Gezi'yle ilgili söyleyecekleri merak konusuydu. Üstelik bu konumundan ötürü Gezi'yle ilgili kitap yazacak diğer yazarlara nazaran daha "sorumlu" bir tavır sergilemesi bekleniyordu.

Romanın ilk yarısı Çağlar, kız kardeşi, ailesi ve arkadaşlarının maceralarını anlatırken sonlara doğru olaylar Gezi Parkı direnişine bağlanıyor. İşte kitap etkileyiciliğini tam da bu noktada kaybediyor sanki. Deliduman, bir Gezi kitabı olarak okunduğunda değil, Çağlar İyice'nin maceraları olarak okunduğunda daha güzel. Gerçi Serbes, "hürriyetleri için öksüren çocukların" hikâyesini olduğu gibi, abartıya kaçmadan ve taraf tutmadan anlatıyor ama belki de anlatılanlar çok kısa bir süre önce yaşandığı için kurgusal bir malzemeye dönüştüğünde pek etkileyici olamıyor. (Martı benzetmesi hariç tabii, bu benzetmenin yapıldığı bölümü okurken duygulandığımı itiraf etmeliyim). Ayrıca Gezi olayları Çağlar İyice'nin hikâyesiyle tam da bütünleşmiyor gibi.

Kitap biraz uzun. Bazı cümlelerin tekrar edildiği hissine kapılıyorsunuz kimi yerlerde. Sanki kitap hemen bitsin diye acele edilmiş. Serbes'in öykülerinde ve polisiye romanlarında yakaladığı etkileyicilik ve akıcılık bu uzun romanda yok.

Çağlar'ın ve onun gibi ergenlik dönemini yaşayan arkadaşlarının günlük konuşmaları oldukça doğal ve yazarın diğer kitaplarından da aşina olduğumuz şekilde sokak dili üslubunu yansıtıyor. Bu gençlerin whatsApp mesajları, attıkları tweetler de kullanılmış kitapta. Çağlar'ın eski sevgilisi Çisem Trinity ve arkadaşı T.C Sinem Uzun'la olan maceraları da keyifle okunuyor. Hatta bilindiği gibi bu hayali kişilere sosyal medya hesapları bile açıldı. Çağlar'ın arkadaşı Mikrop Cengiz ve diğer karakterler de başarılı bir şekilde çizilmiş. Çağlar'ın boşanmış anne ve babasıyla olan ilişkisi ise biraz havada kalmış. Antidepresan kullanan anne ile İstanbul'da yaşayan babanın Çağlar'ın hayatında önemli rolleri var. Bu yüzden babayla çocukların ilişkisi üzerinde biraz daha durulabilirdi. Çağlar'ın belediye başkanı olan dayısı aracılığıyla ise siyasetin kirli ilişkileri, bürokrasi çarklarının nasıl döndüğü, kentsel dönüşümün olumsuz sonuçları, çehresi değiştirilen kentler üzerinde durulmuş.

Emrah Serbes'in karakterlerinin cinsiyetçi söylemlere sahip olması meselesi üzerinde konuşuldu bugüne kadar. Serbes bu sözlerden yılmış olmalı ki kitapta bir yerde Çağlar, "benim cinsiyetçi söylemlerim mi var" diye soruyor. Bu konuda Emrah Serbes'in samimiyetine inanıyorum ama birkaç yerde bu tarz söylemler var yine maalesef.

Kitap içinde çok güzel yazılmış bölümler, edebî buluşlar, akılda kalacak afili cümleler, zekice düşünülmüş ufak ayrıntılar var. Örneğin parti, kurum isimlerine orijinal karşılıklar bulunmuş: Dedemi Kanser Eden Parti, Ya Kime Vereceksiniz Partisi, Pankart Kültür Merkezi, Direnişle Birlikte İzlenme Rekolarları Kıran Kanal... Başta Dostoyevski'ye olmak üzere çeşitli kitaplara ve yazarlara yapılan edebi göndermeler var: "Yüzyıllık Yalnızlık neymiş Allah aşkına,"..."Asırlardır yalnızız biz! Dostoyevski okumak istiyorum ben bu konjonktürde. " (s. 51) ; "Bize de biraz ruh takviyesi yap o zaman. Dostoyevski'nin ruhunu bağışla bize." (s. 347) Kipa Market, Markafoni, Fatih Kundura gibi marka isimleri de bir hayli fazla kullanılmış kitapta. Kitabın başka bir karakteri olan Özer Ağbi'nin Taksim'e girişi de çok güzel anlatılmış. ("O ara Cemal Süreya mıdır ne karın ağrısı, bir milletvekili var ya" diye anlattığı bölüm) Kitapta oldukça güzel bölümler var ama genel olarak bu parçalar iyi birleştirilememiş gibi. Yani kitabın tamamına bakıldığında karşılaştığımız bütünlük eksikliği dediğim şey burada ortaya çıkıyor. Bir tamamlanmamışlık hissi var.

Deliduman ilk yayımlandığında hakkında fazlaca kelâm edilmesinin sebeplerinden biri de Selim İleri'nin "bugünün romanı"nı yazan Serbes'i öven bir açık mektup yazmasıydı. Evet, Serbes, Selim İleri'nin dediği gibi "zamanın ruhu"nu yansıtan bir yazar. Edebiyat da edebî dil de değişiyor. Bunu Afili Filintalar'ın diğer yazarlarında ve Emrah Serbes'in eserlerinde fazlasıyla görmek mümkün. Ama bana kalırsa kısa süre önce okuduğum Hakan Bıçakcı'nın Doğa Tarihi romanı zamanın ruhunu daha iyi yakalamıştı ve daha fazla övgüyü hak ediyordu. Başka kitaplar da öyle tabii.

Kitapla ilgili görüşlerim bu yönde ama yazının başında da belirttiğim üzere şunu itiraf etmek isterim: sevdiğim bir yazara ait olduğu için Deliduman'ı eleştirmeden önce bir kararsızlık yaşadım. Bir de kitapla ilgili yazılara baktığımda Melisa Kesmez'in Sabit Fikir'deki eleştirisi hariç hep olumlu eleştirilerle karşılaştım ve "Böyle düşünen bir ben miyim acaba?" derken Ekşi Sözlük'teki yorumlarda da benzer cümleleri okudum.

Sözlerimi şöyle bağlayayım. Eleştirmen Çiğdem Ülker'in dediği gibi "eleştiri yapıtta mantıksızlık ve kusur arayan bir tür değildir". Biz (Çağlar'ın lügatıyla "Siz kimsiniz lan?" diye sorarak) Emrah Serbes'i bütün o kaybedenlerin ve zamanın ruhunu taşıyanların hikâyesini olağanca samimiyeti ve içtenliği ile anlattığı için sevdik. Emrah Serbes'ten yine alıştığımız güzellikte ve yarına da kalacak kitaplar bekliyoruz.



Bu yazı ilk olarak egoistokur.com adlı internet sitesinde yayımlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder