İtalyan yazar Dino Buzzati’nin
1940’ta yayımlanan Tatar Çölü romanı, varoluşun anlamını sorgulayan ve okuru
kendi yazgısı üzerinde düşünmeye iten bir romandır. Roman, Teğmen Giovanni Drogo’nun
ilk görev yeri olan Bastiani Kalesi’ne gidişiyle başlar. Drogo; bir yanında
Kuzey Krallığı’na ait topraklardaki uçsuz bucaksız bir çöl, diğer yanında sarp
kayalıklar ve dağlar bulunan bu kalede dört ay kalmayı planlar. Ancak
insanlardan ve yaşamın tüm nimetlerinden soyutlanmış olan kalede ömrünün otuz
yılından fazlasını geçirir. Drogo; çölün gizemli cazibesi, alışkanlıklarının mutluluk
veren rahatlığı ve zamana hükmedebileceğine dair inancıyla kendini olayların
akışına bırakmış; tatlı bir uyuşukluk ve
mesleğinin gerektirdiği görev bilinciyle yıllarını harcamıştır.
Buzzati’nin romanı ile modernist
edebiyatın öncülerinden Kafka’nın, varoluş problemine ait felsefî düşüncelerini romanın kurgusal
zeminine aktaran Albert Camus ve Jean Paul Sartre’ın eserleri arasında
paralellik kurulmuştur. Bunun başlıca sebebi adı geçen yazarların eserlerinde
“varoluşun anlamı” izleğinden yola çıkmalarıdır. Öyleyse Tatar Çölü ile Kafka,
Camus ve Sartre’ın eserleri arasındaki benzerlikleri bularak yapılacak bir
değerlendirme okura farklı bakış açıları kazandıracaktır.
Kafka, eserlerinde 20. yüzyıl insanının
yaşadığı tüm bunalımları, Kafkaesk adı verilen kendine özgü bir yapı ve anlatım
tarzı içinde anlatmış; mizahî dili ve ironiye ağırlık veren üslûbuyla bireyin
özgürlüğünü kısıtlayan hatta yok eden bürokrasiyi, aile kurumundan başlamak
üzere tüm devlet mekanizmalarını eleştirmiştir. Kafka, dış dünyanın somut
gerçekliğini bir yana bırakarak metaforlar aracılığıyla yeni bir gerçeklik
düzlemi yaratır. Böylece böceğe dönüşen insanlar, ulaşılmak istenen bir hedef
olarak belirlenen ama hiç ulaşılamayan mahkeme salonları ile şatolar yaratır.
Buzzati de romanında varlığa ait problemleri sorgularken Kafka gibi çeşitli simgelerden
yola çıkar. Buzzati’nin Tatar Çölü’nde yer verdiği simgeler; çöl, kale ve
şehirdir. Drogo’nun yıllarca yaşadığı kale, onun içinden bir türlü çıkamadığı
labirentidir. Aslında sadece Drogo değil; kaledeki tüm askerler, bir gün
kaleden ayrılacaklarını düşünerek orada ömür tüketmişlerdir. Kale; yakınından
yöresinden kimselerin geçmediği, geçmiş zamanlardaki stratejik önemini
yitirmiş, eski bir sınır ucu kalesidir. Kale; insanın alışmak zorunda kaldığı,
tekdüze, hiçbir sürprize ve gelişmeye yer vermeyen, hep aynı akışta ilerleyen
hayatı temsil eder. Uçsuz bucaksız, üzeri daima kalın bir sis perdesiyle
örtülmüş olan Tatar Çölü ise umut ve güzel düşlerle dolu bir geleceği simgeler.
Askerler, bir gün kuzeyden büyük bir askerî birliğin geleceğini ve savaş
çıkacağını ümit ederler. Bu ümit, onları kaledeki yaşama bağlayan tek şeydir. Drogo,
kaleye ilk geldiği günlerde saraylar, kiliseler ve romantik caddelerle dolu
şehri özlemiş; sık sık şehir hayatı ile kaledeki hayatı karşılaştırmıştır.
Şehir; yüce, ideal ve özlenen bir hayatı temsil eder. Ancak Drogo, kaledeki
yaşama alıştıktan sonra şehir hayatına, hatta şehirdeki annesi ve sevgilisine
bile yabancılaşır.
Kafka’nın devlet mekanizmalarına yönelik
eleştirisi, Tatar Çölü’nde Buzzati tarafından askerlik mesleğine ve bu mesleğin
hiyerarşik düzenine karşı geliştirilmiştir. Askerler; uzun yıllardır önemini
yitirmiş bir bölgeyi korumak için sabah akşam nöbet tutarlar, yüce bir
sorumluluk duygusu ve görev bilinciyle mesleklerinin tüm yükümlülüklerini
aksatmadan yerine getirirler. Kaledeki düzen yönetmeliğe göre sağlanır,
askerler yönetmeliğe uymak zorundadır. Yönetmelik; hiçbir işlevi olmayan, saçma
sapan kurallara uymayı gerektirir. Hatta yönetmelik gereği bir asker, en yakın
arkadaşı olan bir başka askeri parolayı bilmiyor diye gözünü kırpmadan
vurabilir. Ortada ne bir düşman ordusu ne de herhangi bir tehlike varken,
askerlerin yönetmeliğe uyma çabası gülünç hatta saçma bir hâl alır. Buzzati,
alaycı üslûbuyla yönetmelik ve askerlerle dalga geçer. Askerî düzeni aksatmadan
işletmeye çalışan bu askerler, bir süre sonra ne yaptıklarının farkında olmayan
otomatlar hâline gelirler. Askerler özgür iradeleriyle hareket eden bir “özne”
değil, içinde bulundukları hiyerarşik düzenin tüm kurallarını yerine getirmeye
çalışan silik birer “nesne”dir. Buzzati, sıradan hayatlarını bir kahramanlık
destanına çevirmeye çalışan askerleri gülünç bir duruma sokar. Drogo ve bütün
askerlerin hayatı birer yanılsamadan ibarettir aslında. Askerler, çöle ve
oradaki düşmanlara dair birtakım efsaneler uydururlar ve gerçek olmadıklarını
bildikleri hâlde efsanelere sığınma ihtiyacı duyarlar. Çünkü onlar, sıradan bir yazgıya sahip
olmayacaklardır. Tarih; birer cesaret, güç ve onur timsali olan bu askerlerin
hikayelerine de kahramanlık destanlarında yer vermelidir.
“Saçma” kavramını geliştiren Camus’ye
göre insan, eninde sonunda ölümle sonuçlanacak olan hayatın saçmalığını kabul
etmeli ve buna göre yaşamalıdır. Drogo, kaleye geldikten kısa bir süre sonra
yönetmeliğe, nöbet değişimlerine, çölün üzerindeki sis tabakasına, sevimsiz
bulduğu odası ve eşyalarına, onu bir türlü uyutmayan sarnıcın sesine, satranç
partilerine ve at yarışlarına alışır; yazgısını değiştirme çabasını anlamsız ve
saçma bulur. Gizli bir güç onun kaderini bu kaleye bağlamıştır sanki. Drogo,
henüz romanın başında huzursuzdur ve uzun yıllardır beklediği şey -subay olmak-
gerçekleştiğinde yaşamında büyük bir değişikliğin olacağını hissetmektedir.
Alışkanlıklarının esiri olmuş, edilgen ve iradesiz Drogo, kaderine boyun eğer
ve yaşamını değiştirmek için hiçbir çaba göstermez. Zaten önceden belirlenmiş
bir yazgıya karşı savaşmak saçmadır.
Buzzati’nin kahramanı Drogo’nun
alışkanlıkların tatlı uyuşukluğu içinde zamanla hiçbir şeyi yadırgamadan
hayatına devam etmesi ile Camus’nün Yabancı romanının kahramanı Meursault’nun
annesinin ölümüne ve durup dururken bir insanı öldürüp katil olması gerçeğine
kolayca alışması arasında benzerlik vardır. Meursault, “İnsan eninde sonunda
her şeye alışır.” ( Camus, 2008:77) fikrini savunur. İnsanın her şeye
alışmasını sağlayan zamandır. Buzzati, zaman kavramı üzerinde özellikle durur
ve zamanı genellikle bir nehre ya da yola benzeterek tasvir eder. Yaşam
defterinde sayfalar arka arkaya çevrilirken zaman denilen yolun hiç bitmeyeceği
sanılır; ama yolculuk nihayet “ufukta ölçüsüz, hareketsiz ve kurşun rengi bir denizin
çizgisi belirene kadar” ( Buzatti, 2011:50) devam edecektir. İnsanın bu akışta
hiçbir rolü olmaması varoluşu anlamsızlaştırır.
Drogo; Yabancı’nın Meursault’su,
Kafka’nın Gregor Samsa ve Josef K’sı, Sartre’ın Roquentin’i gibi yalnız bir
insandır. Drogo, kalede geçirdiği ilk akşamda dünyada ne kadar yalnız olduğunu
hissetmiştir. Ardından geçen yıllarda bu yalnızlık duygusu giderek artar. Hatta
Drogo, dünyada kendisine en yakın kişi olan annesinin bile zaman geçtikçe
kendisinden uzaklaştığını hisseder. Ömrünün son dönemlerinde dünyadaki tüm
insanların tek başına olduklarını düşünür: “İşte tam da o dönemde, Drogo,
insanların her zaman birbirlerinden uzakta olduklarını fark etti, birisi acı
çektiğinde, acısı sadece kendisine ait oluyor, hiç kimse o acıyı birazcık olsun
dindiremiyordu; bir insan acı çektiğinde diğerlerinin, duydukları sevgi ne
kadar büyük olursa olsun, bu yüzden acı çekmediklerini ve yaşamdaki yalnızlığı
işte bu durumun oluşturduğunu fark etti.” ( Buzzati, 2011: 193)
Drogo’nun annesi ve sevgilisi ile
kurduğu ilişki de Meursault’nun ilişkilerine benzer. Meursault annesini
sevmesine rağmen yaşamın saçmalığını bildiği için onun ölümünü oldukça olağan
karşılar hatta bu gerçeklik karşısında kayıtsız bir tavır takınır. Drogo da
geçen zamanla birlikte annesiyle arasında oluşan soğukluğa alışır ve annesine
karşı bile içten olamayacağını düşünür. Meursault kendisini seven Marie’ye
karşı nasıl kayıtsızsa Drogo da Maria’yla evlenmekten vazgeçmiş ve kaleye geri
dönmüştür. Ancak Meursault ile Drogo arasında belirgin bir fark vardır: Meursault,
kişiliğine bir yön vermeye çalışan toplumsal kalıpların hiçbirine girmemiş, kendi
bildiğini okumuştur. Oysa Drogo karşı çıkmadan yazgısına boyun eğmiştir.
Jean Paul Sartre’ın Bulantı romanının
kahramanı Antoine Roquentin de Drogo gibi hayatını yemek yemek, uyumak, kitap
okumak gibi belli rutinler çerçevesinde devam ettiren, yalnız ve güçsüz
biridir. Ancak Roquentin, her şeyi olduğu gibi kabullenen Drogo’nun aksine
durmadan varlığını sorgular, hatta kendi varoluşundan belirsiz bir tedirginlik
ve utanç duyar. Dünyanın saçmalığını yüreğinde bulantı hissedecek derecede açık
seçik görebilen Roquentin, bulantıdan kurtulamayınca tarih kitabı yazmak için
yaptığı araştırmayı yarıda bırakır ve Paris’e yerleşir. Drogo ise hayat için
çabalamanın saçma olduğunu anlayınca ideal bir hayatın merkezi olan şehre
dönmemiş, kalede kalmıştır. Otuz yılın ardından kalede herkesin beklediği
mucize gerçekleşmiş ve düşman askerleri çöl sınırından harekete geçmiştir.
Ancak Drogo çok hastadır ve savaşta hiçbir işe yaramayacağı için kaleden
uzaklaştırılmıştır. Drogo’nun bütün ömrünü bir mucize için kalede heba etmesi
hiçbir işe yaramamıştır. Drogo sonunda en büyük düşman olan ölümle karşı
karşıya kalır.
Kuşkusuz ki Tatar Çölü, Bulantı gibi
felsefî bir roman değildir. Sartre, felsefî görüşlerini temellendirmek için
kendi sözcüsü ilan edebileceği bir roman karakteri yaratmış; onun iç
hesaplaşmalarını, çelişkilerini dile getirirken aynı zamanda kendi
düşüncelerini de aktarmıştır. Oysa Buzzati, Kafkaesk romanın kimi unsurlarını
kullanmasına rağmen geleneksel roman anlayışının dışına çıkmamıştır.
Tatar Çölü romanının gizemli ve karanlık
bir atmosferi vardır ve bu, okuyucuyu tedirgin eder. Okuyucu tıpkı Drogo gibi
yaşam savaşında başarısız olacağını, kendi kalesine hapsolup kalacağını ve mucize
getireceğini beklediği bir çöle bakmanın yararsızlığını fark eder. Kendi yaşam
defterinin yaprakları da hızla çevrilmekte ve sona yaklaşılmaktadır. O zaman
yaşamın anlamı nedir? Tatar Çölü, okuyucuyu kendisi ve yaşamıyla yüzleşmeye
çağıran ve düşündüren bir romandır. Her
iyi okuyucunun böyle anlamlı bir okuma deneyiminden geçmesi gerekir.
Kaynaklar
Dino Buzzati, Tatar Çölü, İstanbul,
İletişim Yayınları, 2011.
Albert Camus, Yabancı, İstanbul, Can
Yayınları, 2008.
Franz Kafka, Dava, İstanbul, Can
Yayınları, 2005.
* Ayraç Dergisi'nin Eylül 2011
tarihli 23. sayısında yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder