7 Ocak 2017 Cumartesi

Kutsal Aileler, Deli Kadınlar

"Mutlu aileler birbirine benzerler, her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır." diye başlar Tolstoy, Anna Karenina romanına. Mutlu aileleri anlatan romanların sayısı az olsa da, edebiyat tarihi mutsuz ailelerin kendine özgü mutsuzluklarını anlatan romanlarla doludur.

Yazar Yekta Kopan'ın son kitabı Aile Çay Bahçesi Tolstoy'un bahsettiği mutsuz bir ailenin öyküsünü anlatıyor bize. Arka arkaya yayımlanan Bir de Baktım Yoksun ve Kediler Güzel Uyanır kitaplarıyla öykü türündeki yetkinliğini kanıtlayan Yekta Kopan, bu sefer bir romanla çıkıyor karşımıza. Yazar ,diğer öykü kitaplarında ve özellikle de babasının ölümünden sonra yazdığı Bir de Baktım Yoksun'da baba-oğul çatışmasına sıkça yer vermiş ve aile kavramına babayla oğul arasında yaşananlar ekseninde yaklaşmıştı. Röportajlarında da sıkça dile getirdiği gibi  kafasındaki baba imgesiyle yüzleşirken aslında devletle, otoriteyle ve hatta kendisiyle hesaplaşmıştı. Son romanında ise bir değişiklik yapıyor ve aileyle derdi olan bir kadın karakteri, Müzeyyen'i çıkarıyor karşımıza. Müzeyyen, annesinin ölümünden sorumlu tuttuğu kardeşi Çiğdem'e ve yaşarken annesine gün yüzü göstermeyen babasına karşı nefret duyan, ailenin kutsallığına inanmayan, yalnız ve mutsuz bir kadındır. Ailesinden kaçıp kendine yeni bir yaşam kurmuşken ve geçmişe ait anıları unutmak isterken babasının ölüm döşeğinde korkuları, nefreti ve ailesiyle yüzleşmek zorunda kalacaktır. Roman işte bu yüzleşmenin öyküsüdür.



Müzeyyen'in kardeşine karşı sevgisizliği başta biraz abartılı gelse de roman ilerledikçe Müzeyyen'in iç dünyasını daha iyi anlarız.  Derslerine çok çalışan, okul müsamerelerinde şiir okuyan ideal kız çocuğu Müzeyyen, annesinin ölümünden sonra cici kızlıktan istifa eder. Müzeyyen, ilk cinsel deneyimini yaşarken bile kötü bir kız olduğunu düşünür. Annesinin kaderini yaşamak istemeyen, kendi kimliğini arayan Müzeyyen; iş başvurularında bile "ailesi olanın" tercih edildiği bir dünyada aile kurmaktan kaçacak, kendi deyimiyle bir "mide yangısı" olan ailenin kutsallığıyla her fırsatta alay edecektir.  Toplum tarafından kadına dayatılan yaşama biçimini reddeden Müzeyyen, kendisini aldatan kocasını pencereden dışarıyı seyrederek bekleyen annesi gibi olmayacaktır.  Ona göre "çirkinlikleri, arızaları, hataları, yalanları" görmezden gelinen erkekler, bunları görüp de sineye çeken kadınları mutsuz ederler.

Müzeyyen, Türk edebiyatında çok alışık olmadığımız bir kadın karakteri. Yekta Kopan, zor olanı başararak bir kadın karakterin ağzından yazmış romanı. Romanın diğer kahramanı Çiğdem, Müzeyyen'in gözünden anlatılıyor. Romanın sonlarına doğru iki kardeş hayatlarının muhasebesini yapmak üzere bir rakı masasında bir araya gelip konuşuyorlar. Kardeşi hakkında hiçbir şey bilmeyen ve onun bir prenses gibi büyütüldüğü düşünen Müzeyyen, Çiğdem'in de kendisi gibi yalnız ve mutsuz birisi olduğunu anlıyor. Okur, gerçek Çiğdem'i bu konuşmadan sonra tanıyor ve yazar, okurunu bir kez daha şaşırtıyor. İki kızkardeşin öyküsü olarak okunduğunda da sarsıcı bir roman Aile Çay Bahçesi.

Yekta Kopan; dille oynayan, yeni ifade yolları aramayı seven bir yazar. Bu yönünü özellikle Kediler Güzel Uyanır'daki küçürek öykülerde görmüştük. Yazarın bu romanda da dilin imkânlarını zorladığını,  anlatacaklarını bazen doğrudan değil de semboller (yılan, akrep, salyangoz, gergedan) aracılığıyla anlattığını görüyoruz. "Çıkan Kısmın Özeti" başlığını taşıyan birkaç bölüm var kitapta. Bu bölümlerde yazar önceki bölümlerde anlattıklarını farklı bir tarzda yeniden sunuyor okuruna. Müzeyyen'in kırmızı bir salyangozla konuştuğu bölüm çok etkileyici. Okuyanlar hatırlayacaktır Kediler Güzel Uyanır kitabında da "Salyangoz" isimli bir küçürek öykü vardır. Kopan, roman boyunca insanın ruhundaki kötülüğü sorgularken doğaya ve doğadaki canlılara bir güzelleme de sunuyor. Ağaçların, kuşların dilinden anlamayan insanlara kızıyor. İnsanın ruhundaki kötülüğün doğayı anlayamamaktan kaynaklandığını sezdiriyor.

Şebnem İşigüzel de son romanı Venüs'te tıpkı Yekta Kopan gibi aile temasına ağırlık veriyor. Yazarın kendi ailesinin öyküsünden yola çıkarak yazdığı roman; yine kadın-erkek ikilemi ekseninde uzun bir aile tarihçesine uzanıyor.  II. Abdülhamit devrinden Cumhuriyet'in ilk yıllarına uzanan bir zaman diliminde, farklı coğrafyalarda, zaman zaman dönemin ünlü kişilerinin de (Freud, Atatürk vb.) bir roman kahramanı olarak olay örgüsüne dahil edildiği, hem eğlenceli hem de çok hüzünlü bir roman Venüs.


Romanın başkişisi ve anlatıcısı -Şebnem- Arnavut bir ailenin kızıdır ve İstanbul Boğazı'nın sularında batmakta olan bir sandalda doğmuştur. Annesi onu doğururken öldüğü için babası, halası Şekina ve ailesinin hizmetkârı Nergis tarafından büyütülür. Mutsuz bir evlilik yapan anlatıcı, akıl hastanesinde yatarken ailesinin tarihini yazmaya başlar ve ortaya  bu roman çıkar. Söylem zamanında sık sık ileri ve geri gidişler olur. Olay zamanı 1908-1945 arasını kapsarken, geriye dönüşlerle birlikte 1589 yılına, Mısır'a kadar uzanır yazar. Çok olaylı ve mekânlı bir anlatıdır Venüs. Osmanlı dönemindeki saray entrikalarını anlatan Nergis,  tarihin gerçek yüzünü gösterir bize. Çünkü tarih Nergis'in deyişiyle "olanı değil, olmayanı yazar." (s.52)

Aile, kadının özgürlüğü, evlilik, cinsellik gibi temaların ön plana çıktığı romanda ailelerin kuşaklar boyunca taşıdığı sırlarla karşılaşırız. O sırlar ki o aileye mensup olacak her bireyi ayrı ayrı etkileyecektir. "Hiçbirimiz aile tarihimizden kaçamayız. Elbette onu geride bırakabiliriz. Ama o her koşulda orada durur."  (s.13) diyen anlatıcı, kendi aile tarihini yazarken de annesinin kaderini devam ettirir aslında. Yazı yazmayı çok seven annesini babası engellemiş, yazdıklarını yok etmiştir. Kadınların yapmak istediklerini engelleyen, erkekler ve onları el üstünde tutan toplumdur. "Hiçbir kadın kendi kendine delirmez. Kadınları erkekler delirtir. İçinde yaşamak mecburiyetinde bulunduğu cemiyet, hal ve durum." (s.95) diyen anlatıcıyı da kendi kocası delirtmiş, onu çok sevdiği çocuklarından ayırmıştır.

Roman kahramanlarının her biri birbirinden ilginçtir. Elinden yelpazesi düşmeyen Şekina Hala; kendini ve erkekleri seven, cinselliğini özgürce yaşayan, açık saçık konuşan bir kadındır. Hatta bu yüzden dönemin müftüsü onun hakkında ölüm fetvası vermiştir. Nergis ise Mısır'dan kaçırılıp Osmanlı sarayına getirilmiş bir devşirmedir. Saray adabıyla yetiştiği için saraydan kovulduktan sonra bile orayı özler. Şekina'nın aksine cinselliğini yaşayamamıştır. Yaşı belirsizdir. Hikmetli sözler eder durmadan.  Şekina ne kadar özgür olsa da kendinden kaçması gerekmiştir bazen. İşte o zaman bir başkası gibi davranacak, erkek kılığına girecektir. Erkek cinsi istediğini yapabilirken kadın kılık değiştirmek, bir başkası olmak zorunda kalabilir. Şekina ve Nergis'in yanında, onların sırlarıyla büyüyen anlatıcı bu iki kadının kişiliğinden çok etkilenmiş; onlar öldükten sonra kendini yalnız hissetmiştir.

Anlatıcı kendisinin ama daha çok da annesiyle babasının, her biri kendi sırlarını taşıyan Nergis ve Şekina'nın öyküsünü  anlatırken masallardan, mitlerden yararlanmayı ihmal etmez. Hatta anlatının bütününe baktığımızda İşigüzel'in büyülü gerçekçiliğe yakın durduğunu da söyleyebiliriz. Anlatıcı kahramanlarının sırlarını birdenbire anlatmaz okura, herkesin gerçek yüzü romanın sonlarına doğru ortaya çıkar. Anlatıcı, en eski kurmaca eserlerimizde olduğu gibi araya girer zaman zaman, okuruna seslenir. Okurunun anlatılanları hatırlayıp hatırlamadığını sorgular.

Romanın sonlarına doğru keyifli bir bölüm var. İsmi "Kızlar Manifestosu". Yazara göre kızlar istediklerini yapmalı, erkekler ne yapıyorsa kızlar da onu yapabilmeli.  Silik, sessiz birer gölge olmamalı kızlar, hayatın tam da  içinde yer almalı.

Yekta Kopan ve Şebnem İşigüzel, yakın tarihlerde yayımlanmış kitaplarıyla bize aileyi ve kadının  değişmeyen yazgısını anlatıyorlar. Birbirlerinden çok farklı tarzda yazsalar da kadının kaç çocuk yapması gerektiğinin, dekolte giyip giyemeyeceğinin sıkça tartışıldığı şu günlerde bu tartışmalardan bunalmış olanlara kadının özgürlüğünü savunan görüşleriyle en edebî cevabı veriyorlar aslında. Kızlar istediklerini okumalılar bir de. Öyle değil mi?





Not:  Bu iki kitap hakkındaki değerlendirmeler egoistokur.com'da iki ayrı yazı olarak yer almıştı. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder