12 Ocak 2017 Perşembe

Belleğin Parçalanan Akışında Yolculuk



Mehmet Eroğlu’nun büyük bir kurgu ustalığıyla yazdığı romanı Belleğin Kış Uykusu’nda “geçmişi olmayan, anısız bir güne uyanan” M’nin yaptığı sıradışı bir tren yolculuğu anlatılır. Kim olduğunu, nerede yaşadığını, hatta adını bile hatırlamayan M, evinde bulduğu bir zarftaki bileti alır ve birkaç yolcusu olan, son durağı belirsiz bir trene biner. Bir sirki andıran bu tren gerçek bir mekândan çok fantastik bir mekândır.

Yolculuğun başından sonuna kadar M’ye eşlik eden iki kişi vardır: Palyaço ve Bay G. Garip tavırları, kılık-kıyafetleri ve konuşmalarıyla M’yi tedirgin eden bu iki kişi ona geçmişi hatırlaması ve kendi kişiliğini bulmasında yardımcı olurlar. Yakışıklı, sağlıklı ve kadınların hayran olduğu bir adam olan Bay G, sürekli olarak mutluluktan, neşeden ve eğlenceden söz eder. Yaşamın acılarından nasibini almayan Bay G yaşamın acılardan arınmış yüzünü tanımıştır yalnızca. Bay G, M’nin hayatı boyunca olmak isteyip de olamadığı kişidir ve onun düşlerini gerçekleştirmiştir. M’nin birlikte olmak istediği kadınlarla olmuş, gezmek istediği yerleri gezmiştir. Palyaço ise bilgeliği temsil eden biri olarak yolculuk boyunca hep büyük laflar eder. Trendeki bir oyunsa eğer oyunu yöneten de Palyaço’dur. Palyaço kimi zaman sinsiliğiyle şeytanı hatırlatır.

Tren M’nin hayatını simgelerken trenin vagonları M’nin belleğinin bölümleri olarak düşünülebilir. M’nin hayatına yön vermiş olan insanlar Palyaço’nun istediği zaman vagonda ortaya çıkarlar. Trenin diğer yolcuları M’nin hayatında iyi veya kötü iz bırakmış kişilerdir. M’nin bilinçaltında yer etmiş olan bu kişiler yolculuğu boyunca soluk birer gölge gibi M’nin  karşısına çıkarlar ve belleğindeki boşlukları doldurmasına yardımcı olurlar. Yolculuk karanlık bir atmosferde geçer ve M’nin belleğindeki boşluklar aydınlandıkça güneş açmaya başlar. Belleğin yolculuğunda geçmiş ve gelecek birbirine karışırken M geçmişini keşfettikçe gençleşir. M’nin hayatına giren insanlar birer yolcu olarak trendeki yerlerini aldıkça parçalar tamamlanmaya ve gerçek kimlikler ortaya çıkmaya başlar. M’nin ilk cinsel fantezilerini süsleyen oyuncu Sevgi Seval, ilk aşkı Lerzan, konservatuvardaki sevgilisi Gönül gerçeküstü boyuttan ayrılıp gerçek birer karakter kazanan ilk kişilerdir. Sır perdesi yavaş yavaş açıldıkça bulmacanın diğer parçaları da tamamlanır ve M’nin annesi, kardeşi Ahmet, karısı Suzan, ikiz çocukları, hayatının aşkı Nesrin ortaya çıkarlar.

M’nin kişiliğinin oluşmasında önemli bir rolü olan annesi romanın ilginç karakterlerinden biridir. M ile annesinin saplantılı bir ilişkileri olmuştur. Bir nevi Oedipus kompleksine kapılan M, babasının kaybının annesinin kalbinde açtığı derin boşluğu tamamlamaya çalışmış ve annesi istediği için keman çalmaya başlamıştır. Keman M için zamanla babasını simgeleyen bir nesne haline gelir ve M büyük bir müzisyen olma fikrinden uzaklaşır. Annesi M’nin bilinçaltının karanlık yanıdır ve M ona ait hatıraları biraz da utançla hatırlar. Romanda çok ayrıntılı bir biçimde işlenmeyen anne-oğul ilişkisi M’nin hayatının kırılma noktasını oluşturur.

Kitapta kadın karakterlerin ve cinsellik temasının ön plana çıktığını görmekteyiz. M’nin hayatına giren kadınlar ve onlarla yaşadıkları olay örgüsünün temelini oluştururken Palyaço, Bay G ve M kadınlar, aşk, sevgi ve cinsellik konusunda uzun konuşmalar yaparlar. Başta Sevgi Seval olmak üzere  kadın karakterlere romanda fazlaca yer veren yazar, M’nin hayatında daha önemli yeri olan erkek karakterleri -örneğin kardeşi Ahmet’i- ihmal etmiştir. Eroğlu’nun diğer kitaplarında da sıkça rastladığımız cinsellikle ilgili görüşlerinde aşkın kaynağını yalnızca cinsel dürtülerde arayan Schoupenhauer’ın etkisi vardır.

Yolculuğun sonuna yaklaşılırken M’ye hayatının kırılma anına geri dönme şansı verilir. M belleğini uykudan uyandırıp bütün hayatını hatırladığında “ayaklarının dibinde kırık bir keman duran, kendini asmış çıplak bir kadın; yağmurlu bir günde boş iki çukura bakan bir adam; morgdaki işkence görmüş cesetler; boş gözlerle karnına bastırdığı ellerini süzen yorgun bir kadın; onlarca çocuğun sıkıştırıldığı sınıf, boş bir banka defteri, ilaç ve ter kokan loş hastane koridorları, çikin bir köpek, aydınlık bir bahçede birbiriyle alt alta üst üste oynaşan iki erkek çocuk, plaklar…” dan (s.195-196)  oluşan bir tabloyla karşılaşır. Palyaço M’ye yazgısını değiştirmeyi ve acısız bir hayatı teklif eder. Şeytanla pazarlığa oturan Faust gibidir M. Palyaço ise Faust’a haz ve zevk içinde yaşayabileceği bir âlemi vadeden Şeytan Mefistofeles. M, acının olmadığı ideal ülkede yani cennette yaşamayı reddeder; çünkü “Acının bulunmadığı yerde Tanrı, Tanrı’nın bulunmadığı yerde de zaman yoktu[r].” (s.233) Acının olmadığı bir yerde kalırsa bütün insanî değerlerinden uzaklaşacağını ve hayatına anlam kattığını o güne dek fark edemediği hatıralarını kaybederse daha da mutsuz olacağını düşünen M, yolculuğunun sonunda “acının değerli, acısız hayat dileğininse boş ve anlamsız bir hayat olduğunu” (s.246) fark eder. M’nin yolculuğunun kıssadan çıkarılacak hissesi budur. Hayatta herkesin öğreneceği şeyler vardır ve M için bu yolculuk hayatının dersi olur. Hayatın anlamını kavrama dersi.

Romanlarının birçoğunda varoluşçu felsefenin izlerini gördüğümüz Mehmet Eroğlu bu romanında da varoluş problemi üzerinde durur ve insanın varoluş nedenlerini sorgular. Palyaço, Bay G ve M’nin uzun diyalogları hayata, insana ve varoluşa dair çeşitli soruları ve tespitleri içerir. Anlatıcı bu soruları hem kendine hem okura sorar gibidir. Bu yönüyle okuru etken kılan, düşünmeye ve sorgulamaya iten bir romandır Belleğin Kış Uykusu. Ancak anlatıcının sorduğu sorulan cevaplanması kolay sorular değildir: Mutluluk nedir? Hayattaki en önemli erdem nedir? Geçmişi silerek ya da unutarak geleceği yaşamak mümkün müdür? Hayat dediğimiz şey nedir? Hayatımızı yaşanmaya değer kılan şeyler nelerdir? Bizi en çok insan yapan şeyler nelerdir? Acı nedir? Tanrı’ya niçin inanırız? İnsan neden sevme ihtiyacı hisseder? İnsan acısız bir hayat için anılarından vazgeçer mi?

Yazar, özellikle “acı” kavramı üzerinde durur, hatta acıyı kutsallaştırır. Hayatımızı değerli kılan şeylerin başında yaşadığımız acıların geldiğini söyler Çünkü acılarımız bizi değiştirir, olgunlaştırır, mutluluğun kıymetini anlamamızı sağlar. Acısız bir dünyada sanat, aşk, vicdan ve adalet yoktur. Sanatın kaynağında acı vardır. Yazar sevgiyi de yüceltir ve hayattaki en önemli şeyin sevgi olduğunu vurgular.

Yazar, bu soruların cevaplarını aradığı bölümlerde aforizmalara ağırlık veren bir dil anlayışı geliştirmiştir. “Yoksulluğa karşı takınılan vurdumduymaz kayıtsızlık, insanlığa yöneltilmiş bir soykırımdan farksızdır.” (s.230) “Mutluluk dediğimiz bir aldanıştır; yine de sürekli olmasını isteriz bu aldanışın.” (s. 36) “Hayat mutsuz kişilerin anlamını çözmeye çalıştıkları bir bilmecedir.” (s.271) gibi kitabî sözlerle konuşur roman kişileri. Konuşmalarında Nietzsche, Filozof Solon, Oscar Wilde ve Kierkegaard’tan alıntılar yaparlar. Yazarın büyük bir roman yazmak kadar büyük sözler etmek hevesine de kapıldığı için yer verdiği uzun diyaloglar neticesinde zaman zaman romanın kurgusal bütünlüğünden uzaklaşılmış, roman evreni gerçekliğinden ve doğallığından koparılmıştır. Romanın en büyük teknik zaafı burada ortaya çıkar.

Eroğlu’nun romancılığının başka bir özelliği de edebiyatın varoluş nedenini bir sorunsal olarak eserine taşımasıdır. Yazar edebiyatın amacını ve yazarın yazma edimine verdiği anlamı sorgular. Palyaço’ya göre “Edebiyat, hayattan ve insandan söz etmek demektir. Daha doğrusu, hayat edinirken yazgısını değiştirmeye çalışan insandan”. (s. 37) M’nin annesi ise edebiyatı şöyla tanımlar: “Edebiyat bize yaşamadığımız, yaşayamadığımız ya da yaşayıp da farkına varamadığımız hayatlar hediye eder.” (s. 270)

Romanın en başarılı yanı fantastik ve gerçekçi unsurların bir araya getirilmesiyle oluşan usta işi kurgusudur. Romanın kurgusunda hiçbir boşluk yoktur. İlk başta anlam veremediğimiz patlama sesleri, marş söyleyen askerler, öğrencisini arayan bir müzik öğretmeni, işkence çığlıkları, keman çalan çocuk, çocuğunu emziren bir anne vb. unsurlar belleğin kapısı aralandıkça yerine oturur ve giz perdesi aralanır. Mekânın ve karakterlerin tuhaflığı, olayların anlamsızlığı okurda merak uyandırır. Yazarın sorduğu sorular hayatımızın anlamını sorgulamamıza neden olur. Eğer M’ye verildiği gibi bize de bir şans verilirse hayatımızı değiştirip değiştiremeyeceğimizi, anılarımızdan vazgeçip vazgeçemeyeceğimizi düşünürüz. Mehmet Eroğlu, hepimizin belleğinden geçen düşünceleri kurgusal dünyaya aktarmış, okurun etkisinden uzun süre kurtulamayacağı özgün ve yaratıcı bir romana imza atmıştır.

*Yazıda geçen tüm alıntılar şu kitaptan alınmıştır: Mehmet Eroğlu, Belleğin Kış Uykusu, Agora Kitaplığı, İstanbul 2006.



Deliler Teknesi Dergisi'nin Mart-Nisan 2013 tarihli 38. sayısında yayımlanmıştır.

1 yorum: